KANİ BEKO* - Ekim Devrimi “Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” iddiasının ne kadar da gerçek ve mümkün olduğunu işçi sınıfına gösteren tarihsel eşiklerden biridir.

Ekim devrimi, “Ekmek, barış, toprak” sloganı altında işçiler birleştiğinde, köylülerle ve tüm emekçi kesimlerle omuz omuza verdiğinde dünyanın tarihinin nasıl değişebileceğini gösteren, cesaret verici bir deneyimdir. Bu deneyim, 20. Yüzyıl boyunca işçi sınıfına ve ezilen halklara ilham vermiş, devrimler çağını başlatmıştır.

Doğrularıyla yanlışlarıyla bir çok sosyalist ülke kurulmuş, işçi sınıfı devletleri tarihte yerlerini almıştır. Bu devletlerin yıkılmasının ardından dünyanın egemenleri, emperyalist güçler kürselleşme çağında her şeyin daha iyi olacağını, refahın artacağını, barışın sonsuza kadar süreceğini söylemiştir. Ancak dediklerinin tam tersi bir biçimde yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik artmış, doğa tamamen sermayenin yağmasına teslim edilmiş, dünya en kanlı savaşların ve çatışmaların esiri olmuştur. Bu koşullar altında Ekim devriminin ekmek ve barış talebi, güncelliğini ve haklılığını bir kez daha göstermiştir. Ekim devriminin önderi Lenin’in “can çekişen kapitalizm” dediği emperyalizm, dünya halklarına ve işçi sınıfına hiç bir şey sunamamakta, dönemin Alman devrimcisi Rosa Lüksemburg’un “Ya sosyalizm ya barbarlık” ifadesinin haklılığı her gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. 

Bugün işçilerin tarihi değiştirmesi 1917’ye göre çok daha fazla mümkündür. Dünya çapında işçi sınıfı nicelik olarak çok daha büyümüş, dünya nüfusunun önemli bir bölümü işçi sınıfı saflarına katılmıştır. Buna rağmen tarihin en adaletsiz, kapitalizimin en vahşi, emperyalizmin en barbar dönemlerinden birini yaşıyoruz. Çünkü işçi sınıfı sayısal olarak büyümesine rağmen örgütsüz. Kısacası, bugün tek ihtiyacımız örgütlenmek ve işçilerin kurtuluşu için kendi özgücümüze güvenmektir. Ekim devrimi bu konuda dünya işçi sınıfına cesaret ve ilham vermeye devam edecektir. 

Türkiye’de de nüfusun dörtte üçü ücret gelirleriyle yaşamını sürdürmektedir. Büyük oranda işçi sınıfı saflarına katılan bir toplumda, işçi sınıfı büyük oranda örgütsüzlüğe ve güvencesizliğe mahkum edilmiştir. Yasal ve fiili engeller nedeniyle işçilerin sadece yüzde 4’ü toplu sözleşme haklarını kullanabilmektedir.

7 milyon işsizin yaşam savaşı verdiği ülkede işsizlik sigortası fonu, sanki açlık sınırının altında yaşayanlar işverenlermiş gibi, patronlara kaynak olarak kullanılmaktadır. İşçilerden toplanan paralarla işsize yüzde 9,7 kaynak, hükümet ve işverenlere ise yüzde 21 kaynak aktarılmaktadır. Bunun adı yağmadır! 

Taşerona kadro hakkının tanınmamış, mahkeme kararlarına dahi uyulmamış, her seçim dönemi işçilerin umutlarıyla oynanmıştır. Taşeron köleliği kaldırılmadığı gibi yeni kölelik biçimleri getirilmiştir. Anayasa Mahkemesindeki kiralık işçilik yasasıyla köle ticareti yasallaştırılmak istenmektedir.

Daha fazla kar etmek uğruna işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı için yılda iki bine yakın işçi iş cinayetlerinde ölmektedir.

Bu koşullar altında işçiler açlık ve yoksulluk sınırının altındaki ücretlerle yaşamaya zorlanmakta, kıdem tazminatına bile göz dikilmekte ve işçilerin tüm bu insanlık dışı çalışma koşullarına karşı hak araması OHAL ile, grev yasakları ile, sendikal hakların engellenmesi ile önlenmektedir.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonunun verilerine göre Türkiye çalışma yaşamı açısından işçiler için dünyadaki en kötü 10 ülke arasındadır.

Bu ülkede bütçenin gelirleri büyük oranda emeğin sırtından sağlanmakta ama o bütçe patronlar için, iktidarın lüks harcamaları için, yandaşlar için kullanılmaktadır. Ülkemiz tam anlamıyla bir emek cehennemine dönmüşken, işçiler açısından yaşam giderek zorlaşırken, ülkeyi yönetenler ve sermaye kesimleri vergi ödememek için başka ülkelerde şirketler kurmakta, hesaplar açmaktadır. Ancak işçilerin gidecek başka bir ülkesi yoktur. Bizim için tek çare bu yaşananların kader olmadığını, fıtrat olmadığını bilerek örgütlenmek ve mücadeleyi büyüterek ülkemizin bu karanlığa gidişini durdurmaktır.

Bu koşullar altında gidilecek yol bellidir. O yol işçi sınıfını bu adaletsiz sömürü düzenine karşı ayağa kalkmasıyla yürünecektir. Ekim Devrimi göstermiştir ki, diktatörlüğe karşı işçiler bir araya gelerek cumhuriyeti ilan ettiğinde karşılarında hiçbir güç duramamaktadır. Bugün eşitlikçi, özgürlükçü, halkçı, demokratik, laik ve sosyal bir cumhuriyete ihtiyacımız vardır ve böylesi bir cumhuriyeti kurma görevi işçi sınıfının omuzlarındadır. İşimizi, aşımızı, canımızı, haklarımızı ve geleceğimizi teminat altına alacak bir cumhuriyet için mücadele ederken bize yol gösterecek, cesaret verecek tarihsel anlardan biri de Ekim devrimidir.

Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları küresel sermayeye karşı, küresel direnişi işçi sınıfının kurtuluşu için örmeli ve mücadele etmelidir.  

Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!

*Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı

Editör: Haber Merkezi