İZ GAZETE - Haluk Tekeli 31 Mart 2019'da yapılacak yerel seçimlere dair yazdı. Tekeli, yerel seçimlerin büyük bir değişimi başlatabileceğini anlattığı yazısında "İzmir'de Aziz Kocaoğlu ve ekibinin gitmesi Türkiye'nin yenilenmesi adına yeni bir süreç oluşturmaya adaydır. Bu gidiş sadece CHP içinde basit bir görev değişikliği anlamına gelmemektedir. Aziz Kocaoğlu çizdiği Başkanlık tipolojisi ile son döneminde, özellikle yargılandığı dava sürecinden itibaren işbirlikçi ve teslimiyetçi bir çizgi izlemiştir. Onun gidişi bu tarz siyasetin sona ermesi için bir başlangıç olabilir. Bu başlangıcı mümkün kılabilecek olan kentte her türlü olumsuz koşullara karşın direnen bireylerin, meslek odalarının, sivil yapıların ve tüm yurttaşların söz yetki ve karar sahibi olma konusunda daha aktif tutum almalarıdır." ifadelerini kullandı.

İşte Haluk Tekeli'nin yazısını tamamı;

Yerel seçimler yaklaştıkça memlekette kalkan her yaprağın altından buna dair ayak sesleri geliyor.

Bu hafta sonu CHP'nin İzmir'de içinde olmak üzere kalan adayları açıklandıktan sonra artık isimlerin yarattığı heyecan sona ermiş olacak.

Her seçim doğası gereği aynı zamanda bir tasfiye sürecidir. Bu tasfiye geçmişte seçim öncesi mevcut adayların değişmesi ile başlar, seçim sonrası oy alamayanların kaybetmesi ile sonuçlanırdı. Buna yakın zamanda bir de "kayyum" eliyle tasfiye de eklendi.

AKP mevcut adaylarını geçen yıl bir çok büyükşehirde görevden alarak kendisi tasfiye etti. İstanbul, Ankara, Bursa gibi koç başı olan metropol illerden görevden alınan Başkanlar hakkında şimdiye kadar yargısal bir süreç başlamadı. Bilinen tek gerçek tamamının borcunun gırtlağı aştığı ve kamunun sırtına binmiş olan bu borç yükünün bilinemezliği.

AKP/MHP yerel seçimlere "devlet partisi" olarak katılıyor. Kürt illerinde atanan "kayyum"lar aday olurken, Ankara'ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapmış Özhaseki'yi, İstanbul'a Başbakanlık yapmış ve halen TBMM Başkanı B.A.Yıldırım'ı, İzmir'e Ekonomi Bakanlığı yapmış Zeybekçi'yi atamıştır.

Bütün bu görevden almalar, atamalar, Türk tipi Başkanlık rejiminin naturasına da fıtratına da uygundur. "Parti devlet, devlet parti" modeli başka türlü kadro üretemez, kontrolün her hangi bir noktada elden kaçmasına da tahammül yoktur.

Buraya kadar yapılan uygulamaların kamuoyu tarafından nasıl karşılandığına dair elimizde bir veri yoktur. Yazılı ve görsel medya, araştırma şirketleri algı yönetme peşinde olduğu için gerçekte toplumsal bilinçte ne tür yarılmalar veya bütünleşmeler olduğu ancak olayların uç verdiği noktada görülebiliyor.

Son yaşadığımız iki olay AKP/MHP ittifakı açısından işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Bunlardan bir tanesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fazıl Say'ın konserine katılmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir seçim virtüözü olduğunu defalarca kanıtlamış, kutuplaşma politikası ile önemli bir seçmen kitlesini Cumhuriyet tarihinde görülmedik ölçüde kendi liderliği altında tutma başarısı göstermiştir. Fazıl Say konserine gidiş kutuplaşma politikası ile gidilecek yolun kalmadığının teslim edilmesi ve yeni bir yüzdelik dilimin hedefte olması anlamındadır. Buna ABD Senatörü Lindsey Graham ile katılınması gözden kaçırılmamalıdır.

İkinci ve önemli diğer gelişme HDP vekili DTK Eş Başkanı Leyla Güven'in açlık grevinin 79.gününde hakkında onlarca yıl hapis cezası istenirken tahliye edilmesi. Leyla Güven'in "açlık grevi" ni sona erdirmesi için Abdullah Öcalan'a kardeşinin ziyaret izini verilmesi, bu ziyaretin yapılması ve sonrasındaki muhtemel görüşmeler sonuç vermemiş ve bir "uzlaşma" sağlanamadığı anlaşılmıştır.

Leyla Güven'in tahliye kararı ile "eğer yeni bir tutuklama ile engellenmezse" yaşamsal risk ortadan kaldırılıp, devletin genel hattından da ödün vermeme politikası izlenmiştir. Nasılsa bir başka mahkeme kararı ile tutuklama yolu açıktır her zaman.

Fazıl Say ve Leyla Güven olayı memleketi etkisi altına alan fırtınalı, yağışlı hava durumunun baskısı gibi siyasal alanın da ekonomiden kaynaklı dipten gelen fırtınanın Mart sonuna kadar her yeri sarsacağı beklentisidir. Asgari ücrete yapılan artış, KGF borçlarının ötelenmesi, ÖTV ve KDV indiriminin üç ay uzatılması, İmar barışı, bedelli askerlik, kredi kartlarının yapılanması, yeni kredi destekleri ve dövizdeki gevşeme tüm bunlar 31 Mart akşamına kadar treni sallayarak hareket ettiği duygusunu tüm topluma yaymak içindir. Bu tabloya bakıldığında sürekli seçim ortamı toplumun dezavantajlı kesimleri açısından bir anlamda yara sarma dönemi oluyor.

31 Mart yerel seçimleri ile test edilecek olan çeperden gelip merkeze oturan AKP'nin MHP desteği ile durumunu koruyup korumadığıdır. Eğer bu destek önemli ölçüde devam ediyorsa yakın gelecekte seçim de olmadığı için üzerinde düşünmek ve nerede hata yapıldı? sorusunun yanıtı için epey bir süre olacaktır. Bu değerlendirme için de bizatihi temsili demokrasinin kırıntılarının da artık olmadığı koşullarda yeni politik tutumun nasıl olması gerektiği temel tartışma konusu olacaktır.

İzmir'de Aziz Kocaoğlu ve ekibinin gitmesi Türkiye'nin yenilenmesi adına yeni bir süreç oluşturmaya adaydır. Bu gidiş sadece CHP içinde basit bir görev değişikliği anlamına gelmemektedir. Aziz Kocaoğlu çizdiği Başkanlık tipolojisi ile son döneminde, özellikle yargılandığı dava sürecinden itibaren işbirlikçi ve teslimiyetçi bir çizgi izlemiştir. Onun gidişi bu tarz siyasetin sona ermesi için bir başlangıç olabilir. Bu başlangıcı mümkün kılabilecek olan kentte her türlü olumsuz koşullara karşın direnen bireylerin, meslek odalarının, sivil yapıların ve tüm yurttaşların söz yetki ve karar sahibi olma konusunda daha aktif tutum almalarıdır.

Editör: Haber Merkezi