İZMİR HABERLERİ

Gazeteci İrfan Değirmenci İz Gazete’ye konuştu: Sanat yasakları sevmez

Gazeteci ve önceki dönem TİP İzmir Milletvekili Adayı İrfan Değirmenci, imza günü ve söyleşi için İzmir’e geldi. İz Gazete’nin sorularını yanıtlayan Değirmenci, yeni kitabı ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Abone Ol

Yeni çıkan “Anne Bir Sabah İyiler Kazanacak” kitabının LGBTİ+ mücadelesine dair bir çalışma olduğunu belirten Gazeteci ve önceki dönem TİP İzmir Milletvekili Adayı İrfan Değirmenci, “Dünyada yükselen faşizm dalgasının görünmez kıldığı hayatları kayıt alatına almak istedim, en başta da kendi hayatım olmak üzere. Aslında bir otobiyografı sayılabilir ama yalnızca benim öyküm değil anlatılan. Ötekileştirilen, dışlanan, var olmasın istenen herkesin öyküsünü yazmaya gayret ettim” ifadelerini kullandı.

‘Anne Bir Sabah İyiler Kazanacak’ kitabının yazım sürecinden ve bu süreçteki ilham kaynağınızdan bahseder misiniz?

Aslında siyasetle ilgilenmediği zannedilen ama siyasetle çok da ilgili olduklarını 19 Mart sürecinde ortaya koyan; kampüslerde, meydanlarda gelecekleri, oy hakları, özgürlükleri için ses çıkaran ve bunun için bedel ödeyen tüm gençlerdir ilham kaynağım. Türkiye Cumhuriyeti’nin onların yurdu olduğunu ve bu ülkede özgürce geleceklerini kurabileceklerini anlatmak aynı zamanda bir önceki kuşak olarak kendi hikâyemizden de bahsetmek istedim. En başta kendi hayatım olmak üzere, dünyada yükselen faşizm dalgasının görünmez kıldığı hayatları kayıt altına almak istedim. Aslında bir otobiyografi sayılabilir ama yalnızca benim öyküm değil anlatılan. Ötekileştirilen herkesin öyküsünü yazmaya gayret ettim.

Kitabı kısaca özetler misiniz?

LGBTİ+ mücadelesine dair bir kitap. Açıkçası iktidar tarafından “aile yılı” ilan edilen 2025’te Diyanet, Millî Eğitim Bakanlığı, Aile Bakanlığı eliyle her türlü hakları ellerinden alınmaya çalışılan; nefret objesine dönüştürülmeye çalışılan, çalışma hakkı, barınma hakkı dahi tanınmayan, bu ülkenin eşit haklara sahip yurttaşları olması gereken LGBTİ+ bireylerinin mücadelesidir bu kitabın özeti.

Kitabınızda yazarken zorlandığınız bir bölüm var mı?

Türkiye’de Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre halkın yüzde 40’a yakını bizlerin de eşit haklara sahip olması gerektiğini düşünüyor. Bu, başlangıç için iyi bir oran. Anayasaya rağmen, eşit olmadığımızı; bizimle mücadele edilmesi gerektiğini düşünenler de var. Bu mücadeleye, kendimizden ve en yakınımızdan başlamamız gerekiyor. Yani ailelerden. İnsan dünyaya daha kolay açılabiliyor belki ama ailesine açılması hiç kolay değil. Bu kitabı, kendimle baş başa kaldığım bir aylık zaman içerisinde, günde en az 8 saat bilgisayar başında oturarak yazdım. Ve bir iç döküş aslında bakarsanız. En zorlandığım kısım da belki babama ve ablama seslendiğim mektupları yazmaktı.

İlk kitabınız ‘Bir Uyuyup Uyanalım’da bireysel uyanış teması yoğunluktaydı. Yeni kitabınızda bu bireysel uyanış kolektif bir direnişe dönüşüyor. Bu geçiş sürecini nasıl anlatırsınız?

Kendi hayatımdan örneklendirebilirim. İlk kitabımı yazdığım 2017 yılından bugüne daha fazla politik bilince sahip oldum, Türkiye İşçi Partisi’nde siyaset yapmaya başladım. Disk Basın-İş’e üye oldum. Güçlü bir parti ve sendikanın üyesiyim. Örgütlü bir mücadelenin bizi başarıya götüreceğini düşünüyorum.

İki kitabınızda da umut teması çok yoğun işlenmiş. Umudunuzu diri tutma konusunda nasıl bir motivasyon kaynağınız var?

Bundan bir süre önce, 25 yıllık AKP iktidarının merkez figürü, en güçlü kişi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Her alanda başarı kaydettik ama kültür sanat alanına hâkim olamadık’ demişti. Aslında bu bir itiraf ve bir istekti. Kültür-sanat alanına hâkim olmaya çalışıyorlar. Ancak bu alana hâkim olmak için yalnızca para yetmiyor. Elbette dağıtım tekelleri, yayınevleri, şirketler, kültür-sanat endüstrisini ele geçirmeye dair adımları var. Ama yasakçı bir zihniyetten söz ediyoruz nihayetinde. Sanat, yasakları sevmez. Hatta sanat, yasaklara karşıdır. O yüzden bu alanı iktidar hâlâ ele geçirebilmiş değil. Ve vicdanlı insanların kalem oynattığı yerde bir direniş söz konusudur. Bu yüzden AKP iktidarı kültür-sanat alanına yasaklarla, sansürlerle, hedef göstermelerle boyun eğdiremeyecek, ele geçiremeyecek.

Kitabınızda nefret suçlarının ve cinayetlerin sonlanması için çağrı yapıyorsunuz. Bu konuda toplumun bilinçlenmesi için hangi adımlar atılmalı?

Öncelikle medyanın kullandığı dili değiştirmeliyiz. Eğitim müfredatını yeniden gözden geçirmeliyiz. Yapacak çok işimiz var. Mahallelerde kadın örgütlenmesini daha mümkün ve görünür kılabilmeliyiz. Yıllardır bu ülkede AKP’ye en etkili muhalefeti yapan kadın hareketidir. Ve elbette zulüm de görmektedirler; polis şiddetinden tutun derneklerinin kapatılmasına kadar. Kadın hareketiyle yan yana ve omuz omuza olan LGBTİ+ hareketi de hedef alınan kesimlerden biridir. Bugün Z kuşağı dediğimiz, en başta apolitik olduğunu düşündüğümüz ama bizi fevkalade yanıltan, politik tutumlarını ortaya koyan gençlerin yalnız olmadıklarını hissetmeleri gerekiyor. Bu yazı cezaevinde geçiren gençler var. İlk duruşmasına bile çıkamadan hapiste bekletilen, Türkiye’nin gurur duyması gereken öğrenciler bunlar. O öğrencilere yalnız olmadıklarını hissettirebilmeliyiz. Doğdukları ülkede geleceklerinin güvence altında olduğunu gösterebilmeliyiz. Bunun için yapmamız gereken çok şey var. Elbette bu mücadelenin bir parçası da, nefret suçlarını ve cinayetlerini engelleyebilmek için örgütlü şekilde mücadele eden oluşumlara destek vermektir. Asıl tehdidin, asıl büyük tehlikenin yasaklar olduğunu; yasakçı zihniyet olduğunu, ülkeyi koyu bir karanlığa gömmek isteyenlerin bu zihniyetin temsilcileri olduğunu anlatabilmeliyiz. Nefret cinayetlerine kurban gidenlerin davalarını hep birlikte takip etmeliyiz. Hukuki destek sağlanabilmeli ve yargı önünde hesap sorulabilmelidir.