Fay hattından edebiyata düşenler-2

Erinç Büyükaşık

İnsanın depremlerdeki tüm eylemleri, içgüdüsel davranışları, hayatta kalmak adına kaçış istemi ve birbirinin kurtarıcısı olabilme ve olamama halleri veya insanın ikileminlerine dair söz konusu edebi yaratılardaki  kimi örneklere şu şekilde de yer vermek mümkündür. Engin Geçtan’ın “Karabasan” öyküsünde bu gerçeklik şu ifadelerle yansır.

Yardım edin” diye bağırmasına karşın merdivenlerde kaçarak yanından geçenler yardımda bulunmuyorlar (Engin, G. Geç Kalan Öyküler, Öykü, “Karabasan,” Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002, ss:149-159). 

Kaçma dürtüsü, canlı kalmanın bir içgüdüsel biçimidir elbette. Ama sağlam binada yaşayanlarda bu dürtü kontrol altındadır. Diğer yandan ölüm korkusu etkisinde olan insanların kendini kurtarmadan diğerlerine yardımda bulunmayışı da içgüdüsel davranışlardandır.

Balkız, “Dolmuşta Bir Kadın” öyküsünde hapishanede yaşanan deprem anını şöyle işlemektedir:

Sabaha karşı saat dörttü. Toprağın derinliklerinden gelen korkunç bir uğultu koğuşa kadar yükseldi. Öylesine bir uğultu ve sarsıntı ki, insanın içini buran, beynini yerinden oynatan… Duvarlar birbirine çarptı, ranzalar sallandı. Herkes yerinden fırladı. Fırlayan yere düştü. Üstteki, onun üstüne… Kimse henüz ne olduğunu anlayamadan, ne diye bağıracağını kestiremeden elektrikler kesildi. Zifiri karanlık… (Balkız, A. Dolmuşta Bir Kadın, Öykü, Deprem,” İçinde, (Kadir Yüksel, Fay Boşluğu Türk Yazınından Deprem Öyküleri, Alakarga Yayınları: 032, Edebiyat:027, İstanbul, 2013, İstanbul, ss:109 -119.)

Deprem kavramının dayandığı bilimsel gerçekliğin geleneksel ve kültürel öğrenilmişliklerle toplum tarafından gözden kaçırıldığını tespit eden kimi romanlara da değinmek yerinde olacaktır. Bu bağlamda Sarı öküz söylencesi ‘Bir Yaşama İki Deprem Sığmaz’ öyküsünde de yer alır: 

Oğlum ona zelzele denir. Bu gördüğün dünya sarı öküzün iki boynuzu üzerinde durur. Sarı öküze sinek konarsa, o silkelenir. İşte zelzele de böyle olur.” 

Nine, torununa depremin oluş nedenini böyle anlatır. Yazar öyküsünde konuyu bilimsel olarak açıklar: 

Deprem yerin gerginliğinin, yeri yırtarak boşalmasıdır. Doğanın doğal bir işleyişidir.” (Ercan, Ö,A. Bir Yaşama İki Deprem Sığmaz, Öykü, Yayın No:12, Parafiks Anlatı, Şenyıldız Matbaası, İstanbul, 2014, ss:13-544)

Kitapta depremin nedenini doğa ile açıklayan bölümlere yoğun olarak yer verilmektedir.

Erendüz Atasü’nün İncir Ağacının Ölümü’nde yer alan “Kayma” öyküsünde benzer yaklaşım yine geleneksel ve kültürel kodlarla bilimsel gerçekliğin karşıtlığı ışığında okura aktarılmıştır.

“…Yerin öfkesiydi, magmanın gazabıydı” (24). “Kabuk çatırdarken ve katmanlar birbirine girerken, yerkürenin merkezi bir ürperişle titremiş miydi?” (Atasü, E. İncir Ağacının Ölümü, Öykü, “Kayma,” İçinde, (Kadir Yüksel, Fay Boşluğu Türk Yazınından Deprem Öyküleri, Alakarga Yayınları: 032, Edebiyat:027, İstanbul, 2013, İstanbul),ss:229 - 258..)

Sevgili Nefret öyküsünde Hakan Şenocak da dini açıklamaların kuşatılmışlığında yoksulluğun ve depremzedenin yoksunluğunun irdelendiği görülmektedir.

“Kimine göre Tanrı'nın gazabı, kimine göre cahilane kondurulmuş binaların dayanıksızlığı…” (Şenocak, H. Sevgili Nefret, Öykü, “Sevgili Nefret,” Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ayhan Matbaası, İstanbul, 2004, ss:11-24 )

Ali Balkız’ın  ‘Deprem’ öyküsünde dinî öğretilerin yarattığı ideolojik kuşatmanın yarattığı bilim karşıtlığı ve akıl tutulması şu ifadelerle karşımıza çıkmaktadır. Bu ifadeler yazarın 12 Eylül günlerine dair tanıklıklarını da içermektedir:

'Deprem neden olur?' hakkında kavgasız bir tartışma: “Ranza başlarında depremin şiddeti, merkezi, nedenleri tartışılıyordu. Sağcılar, 'tanrının hikmeti' dediler, solcular 'yer kabuğu, fay hattı' dediler… Ama sonuçta kavga etmediler” (Balkız, A. Dolmuşta Bir Kadın, Öykü, “Deprem,” İçinde, (Kadir Yüksel, Fay Boşluğu Türk Yazınından Deprem Öyküleri, Alakarga Yayınları: 032, Edebiyat:027, İstanbul, 2013, İstanbul), ss:109 -119.).

ana yazı 1-1

Son olarak önemli romancısı ve röportaj yazarı Yaşar Kemal’in "yaşamın en geniş gölgesi" diye tarif ettiği yazılarını topladığı “Röportaj Yazarlığından 60 Yıl” kitabındaki şu ifadelerden yola çıkarak yazarın deprem gözlemlerinin de ele alınması gerektiğini söyleyebiliriz. “Röportaj bal gibi edebiyattır" diyen yazar şöyle sürdürür sözlerini; "Aslında röportaj, taşıma anlamına geliyor ya, yanlış, o taşıma olan haberdir, röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz" Orman yangını, deprem gibi felaketlerin ardından bu felaketlerin yaşandığı yerlere giderek durumu yerinde gözlemleyen Yaşar Kemal, felaketzedelerin durumu, devletin bu bölgelerdeki yetersiz çalışmaları, dile getirilen sorunlar ve ihtiyaçlar üzerine röportajlar da kaleme almıştır bu dönemde. Bunlardan bazıları, “Yanan Ormanlarda Elli Gün, Hasankale Yerle Bir” gibi röportajlardır. 

Ropörtajlarının toplandığı söz konusu kitapta  yer alan “Hasankale Yerle Bir” başlıklı röportaj, 1952 yılındaki Erzurum Depremi sonrasında yaşananları tüm canlılığıyla anımsatmaktadır. Âşık Veysel’i Sivas’taki köyünde ziyarete giden Yaşar Kemal, Erzurum’a bağlı Pasinler’de büyük bir yıkıma yol açan depremi İstanbul’a dönmeye hazırlanırken öğrenir ve hemen Hasankale’ye hareket eder. O günlerde Sivas’ta bulunması, Yaşar Kemal’in deprem bölgesine ulaşan ilk gazeteci olmasını sağlar, bu durum depremin ülkeye duyurulmasını sağlar. Evlerin büyük bölümünün yıkıldığı, insanların eksi 30 derecede çadırlarda yaşam mücadelesi verdiği Hasankale’nin cam yakıcı durumu yazar tarafından tüm edebi gazetecilik uğraşıyla okurlara aktarılır. Bölgede yaklaşık bir ay kalan ve röportajlarını telefon aracılığıyla yazdıran Yaşar Kemal, depremzedelerin acılarına tanık olur.

“Üç gündür zelzele bölgesinde idim. Zelzele bölgesi Pasin ovası...

Pasin ovası dümdüz, kar altında... Kar 80 santimetre... Issız bucaksız ovada en ufak bir kara leke yok... Ağaçlar bile bembeyaz, donup kalmışlar. Yollar boyunca, tek tük  yolcular, birer kara nokta gibi... Burada dünya öylesine beyaz ki... Ovayı bir duman kaplamış, bu sebebten gökyüzü de bembeyaz.

Bir soğuk, bir soğuk, hani havada kuşlar donup kalıyor derler ya, işte, öylesine öldürücü soğuk... Geldim geleli titriyorum. Öyle geliyor ki insana, güneş bile donmuş. Zelzele köylerinden birinde not alırken, ellerim donuverdi ve kalem yere düştü.

Bu soğuk altında, çadır içinde insanlar... Tanrının kahrı diye, işte tam buna derler.”

*****

ANNE- BABA KÜTÜPHANESİ

“Köpek gibi büyütülmek” kavramını ilk duyduğunuzda kafanızda onlarca soru işareti olabilir. Bu kavram kimine göre olumsuz davranışlar içeren ve görmezden gelinen bir çocukluğu; kimine göre ise kafeslerin içinde geçirilen bir çocukluğu anımsatır. Her iki düşünce de doğrudur. Bu kelime grubu sevgiden yoksun olmayı, görmezden gelerek büyümeyi, yok sayılmayı ve en önemlisi travmatik hayat hikayeleriyle büyümeyi ifade eder.

Dr. Bruce D. Perry ve Maıa Szalavitz tarafından kaleme alınan bu kitap aslında çocuk psikiyatristinin yaşadığı, şahit olduğu örnek vakalardan oluşuyor. Kitap ismini de içindeki bölümlerden birinde yer alan Justin’den alıyor. Justin zatürre teşhisiyle hastaneye gelen, iki aylıkken 15 yaşındaki annesi tarafından anneannesine bırakılan ve bir yıl bakıp o öldükten sonra sevgilisinin baktığı bir çocuk. Köpek yetiştiricisi olan sevgilinin Justin’e de aynı şekilde bakmasını anlatıyor. Kitap sadece Justin’i değil, buna benzer vakaları ele alıyor.

Tüm bu vakalara bakıldığında değinilen çok önemli kavramlar var: çocukluk travması, ihmal, sosyal bağlanabilirlik. Bu kitap travmanın bizler üzerinde bıraktığı psikolojik ve fiziksel etkiyi örnek vakalarla açıklıyor. Erken çocuklukta sevginin öneminden bahsediyor. Sevginin iyileştirici gücünden, ihmal edilmemenin ve iletişimin öneminden bahsediyor. Sosyal bağlanabilirlik kavramıyla da konuyu daha net bir hale getiriyor: Perry ve Szalavitz kitapta bunu şöyle açıklıyor: “Sosyal bağlanabilirlik, bir kişinin aile ve çevresiyle kurduğu bağların kalitesi ve sayısıdır.”  Özetle, kitapta küçük yaşlardan itibaren sevgi görmenin, iletişim kurmanın kişilerin sosyalleşme ve iletişim kurma becerilerini artırdığından; yaşadığı ya da yaşayacağı travmaları azaltmasından ya da etkisinin azaltılmasından bahsediyor.

Bu kitaptan anlamamız gereken belki de en önemli şey SEVGİ. Büyük harflerde yazmakta fayda var. Çocuklarımızı sevelim ve onlara değer verelim. Birlikte kaliteli vakit geçirelim. Onları dinleyelim. Çünkü çocukluklarında ihtiyaçları karşılanmış, ilgi görmüş bireyler yetişkin olduklarında daha güçlü baş etme becerilerine ve daha güçlü iletişime sahip oluyor. Son olarak unutmamak ta fayda var ki, iyi olmak için çocuklarınızın size ihtiyacımız var.  

Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk (2017), Bruce D. Perry & Maia Szalavitz, Koridor Yayıncılık

Doç. Dr. Ümüt Arslan instagram: umutarslanizmir

Psk. Dan. Öznur Aydın instagram: pskdanoznuraydin

*****

Hikayelerin büyüsü

Yarı bilinçli bir haldeyken o kırmızı tilkinin sazlıkların arasından çıktığını görmüş, tilki etrafında bir tur atmış, sonra önünde çömelip İhtiyar’a halinden anlar gibi bakmaya başlamış. Tilkinin kürkü pırıl pırılmış, tilkinin yarı şaşı gözleri zümrüt gibi parlıyormuş. Ardından tilkinin sıcak kürkünü kendi bedeninde hissetmiş, tilkinin o keskin dişlerini vücuduna geçirmesini beklemiş. İnsanların bile birbirine ihanet ettiği bu zamanda vahşi bir hayvandan da başka türlüsünü beklemiyormuş, tilki onu dişleriyle paramparça etse de buna hiç gücenmezmiş. Tilki o soğuk ve pütürlü dilini çıkarıp İhtiyarın yaralarını yalamaya başlamış. 

                                                                                   Mo YAN

                                                                                KIZIL DARI TARLALARI

*****

Yazarın büyüsü

Romancının yaptığı tarihi birebir kopyalamak değildir, bu tarihçilerin sorumluluğundadır. Romancılar savaşı, insanlık tarihi boyunca cehalet yüzünden sürekli ortaya çıkan bu olguyu anlatırken, onun insan ruhunu nasıl bozduğunu ve insanın savaş süresince nasıl değiştiğini dile getirir. Demek istediğim hiç savaş deneyimi yaşamamış biri de bu yollardan geçerek savaşı yazabilir. 

                                                                                MO YAN

*****

Uykudan önce

Bazen yaşadığımız yerden sıkılır bu yüzden sürekli yakınırız. Sonra mutlu olduğumuz anların nereye gittiğini, nasıl kaybolduğunun arayışına gireriz. Aslında yanılgımız aradığımızın yanıbaşımızda olduğudur. 

Özgün melodiler eşliğinde çağdaş, sorgulayan düşünmeye çağıran masallarıyla tanıdığımız LİBERMAN, yine hayranlığımızı kazanan bir kitaba imzasını atıyor: MUTLULUK BİR KIVILCIM.

                                                                                 Judith Malika LİBERMAN

                                                                               Redhouse Kidz yayınları 40sayfa 4+

                                                                      

Editör: Duygu Kaya