Ülkemiz bir haftadır, merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 10 ilimizde büyük yıkım yaratan depremin yaralarını sarmakla boğuşuyor…

‘Nerede bu devlet?’ sorusuna; aslında hepimizin enkaz altında kaldığı, on binlercemizin yaşamını yitirdiği acı bir gerçeklikle yanıt arıyoruz!

Devletin kurtarma çalışmalarını geciktirmesine, koordinasyonsuzluğuna, plansızlığına, hazırlıksızlığına, çaresizliğine, beceriksizliğine, süreci doğru yönetememesine sitem ediyoruz…

Özür dilemelerini geçtik, belki acımızı paylaşırlar diye umut ediyoruz ama yok! Aksine, ‘namussuz, haysiyetsiz’ diye küfür etmeyi, halkın gözünün içine baka baka yalan söylemeyi, kutuplaştırmayı tercih ediyorlar; öfkeleniyoruz…

Öfkemizde çok haklıyız… Hatta İzmirliler olarak daha da haklıyız… Çünkü aynı acıyı, 30 Ekim 2020’de 117 yurttaşımızı toprak altına vererek yaşadık biz…

Öfkeliyiz çünkü o ölümlerden dersler çıkarmadıkları gibi ne İzmir’e ne diğer kentlerimize hak ettiği değeri de vermediler…

Öyle ki İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ve saygın bilim insanlarının, meslek örgütlerinin, STK’ların, akademisyenlerin ve toplumun farklı kesimlerindeki örgütlü yapıların katılıp depremi her yönüyle ele aldığı, “İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması”na bile gelmediler… Meseleyi siyasileştirdiler!!!

***

Neyse…

Eleştirip sitem edecek pek çok konu var belki ama biz vakit kaybetmeden çözüme odaklanmalı, kentimizin olası depremlere karşı hazırlık aşamalarını, alınması gereken tedbirleri ve yol haritasını daima gündemde tutmalıyız…

Bu sebeple bugünden itibaren Büyükşehir’in bahsettiğim İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması’nın tüm çıktılarını sizlere İzmir Depremi Yazı Dizisi ile aktarmaya çalışacak, bilgileri güncellemeye ve yeni sorular türetmeye çalışacağım…

Bu yazı dizisinde; “İzmir’in Depremselliği, Deprem Üreten Faylar ve Tsunami”, “İzmir’in Yapılaşmasında Zemin Koşulları, Zemin Yapı Etkileşimi”, “İzmir’de Yapı Güvenliği ve Yapı Stoku”, “Mekansal Planlama ve Deprem Odaklı Kentsel Dönüşüm”, “Afet ve Acil Durum Yönetimi”, “Depremin Toplumsal ve Psikolojik Sonuçları” başlıklarını tek tek ele alacağız…

Şunu özellikle belirtmeliyim ki; afetlere karşı mücadele, toplumun tamamının ve tüm kurumlarının ortak aklıyla mümkündür. Bu yüzden de yazı dizimizi dikkatle takip etmenizi, etrafınıza yayıp görünür kılmanızı, eleştirmenizi, katkı koymanızı, geri dönüşler sağlamanızı rica edeceğim.

93952822-2193-4749-969a-2271a465c83b

Bu ilk giriş yazısında, Ortak Akıl Buluşması’nın açılış konuşmacılarından biri olan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz’ın sözlerini hatırlatmak ve bazı eklemeler yapmak istiyorum. 

Nüfusun yüzde 70’i deprem tehlikesinde

İzmir’de 2020 yılında yaşanan depremin uyarıcı nitelikte olduğunu ve İzmir için asıl beklenen depremin ivme değerlerinin 4 kat daha fazla olacağını hatırlatan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz; ülkemiz topraklarının ise yüzde 92’sinin deprem tehlikesi altında bulunduğunu, yüzde 66’sının birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde yer aldığını, nüfusu 1 milyonun üzerinde bulunan 11 büyük kentimizin ve ülke nüfusumuzun yüzde 70’inin deprem tehlikesi altında yaşadığını söylüyor. Ayrıca büyük sanayi tesisleri ve barajların da neredeyse tamamının deprem bölgelerinde bulunduğunu hatırlatıyor.

Tabii bu bilgiler ışığında akla hemen şu soru gelebilir; “Madem durum bu kadar vahim, öyleyse ne yapılabilir?”

Dönüşümde riske değil ranta bakılıyor

Konuşmasının devamında bu soruya yanıt olacak ifadeler de kullanan Koramaz; kentsel dönüşümün aslında son derece gerekli bir mücadele aracı olup afet riski taşıyan alanlardaki yerleşim yerlerinin taşınması ve afet riski taşıyan yapıların güçlendirilerek depreme dayanıklı hale getirilmesi ya da yıkılıp yeni deprem yönetmeliğine uygun olarak inşa edilmesi gibi amaçlara hizmet etmesi gerektiğini ancak böyle yapılmayıp kent merkezlerindeki eski yerleşimlerin rant alanlarına dönüştürülmesinin yasal zemininin hazırlandığını aktarıyor…

Koramaz; ülkemizdeki kentsel dönüşüm projelerinin; yurt genelinde yüksek risk içeren bölgelerden değil, yüksek rant içeren bölgelerden başlatıldığını, 5-10 yıllık binaların yıkılıp rant getirisi yüksek yapılara dönüştürüldüğünü belirtiyor… Öte yandan Yapı Denetim Yasası çıkarıldığını ve kamusal olması gereken yapıların denetimi işinin ticarileştirildiğini de vurguluyor.

İyileştirmeler yapılmadı

AKP hükümetinin 2009 yılında kurduğu AFAD üzerinden 2011 yılında hazırladığı Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nın gerekliliklerini yerine getirmediğine de değinen Koramaz; başta okul ve hastaneler olmak üzere Türkiye’deki yapı envanterinin çıkarılmadığına, mevcut yapılarda risk gruplandırmasının yapılmadığına, gerek İzmir’de gerek Türkiye genelinde mevcut yapı stokunda gözle görülür iyileştirmeye gidilmediğine, konutları bırakın deprem sonrasında acil kullanılması gereken hastaneler ve okullar gibi önemli kamu yapılarının dahi depreme dayanıklı hale getirilmediğine dikkat çekiyor.

Konuşmasında 1999 Depremi’nden sonra çıkarılan Deprem Yönetmeliği’ne de değinen ve yapılan değişikliklerle tasarım kriterleri, malzeme kalitesi gibi konularda görece bir yapı kalitesi yükseltilse dahi denetim süreçlerindeki eksiklikler yüzünden bu tarihten sonra üretilen yapılarda da güvenlik kaygılarının arttığını hatırlatan Emin Koramaz, “Dolayısıyla 1999 yılından sonra yapılan tüm yapıları güvenlikli bulmuyoruz. Tıpkı daha öncesinde yapılan bütün yapıları güvenliksiz bulmadığımız gibi. Bu nedenle tüm yapılar titizlikle bir teknik incelemeden geçirilmek zorundadır” diye konuşuyor.

İmar Barışı sorunu büyütüyor

Tüm bu sorunların; imar mevzuatına veya ruhsata aykırı yapıları affetme anlamına gelen ‘İmar Barışı’ adı altında siyasi ve ekonomik rant uğruna büyütüldüğünü de aktaran Koramaz, “17 Ağustos Depremi’nden alınması gereken en büyük ders; coğrafi riskler göz ardı edilerek kurulan şehirlerin, plansız-çarpık kentleşmenin ve mühendislik hizmeti almayan yapıların insanlar için büyük tehdit oluşturduğuydu. Ama ne yazık ki, siyasi rant uğruna ‘imar barışı’ adı altında çoğunluğu hiç mühendislik hizmeti almamış 10 milyonun üzerinde yapı kayıt altına alındı. Bu imar cinayeti niteliğinde yasayla İzmir’de de 672 bin 211 kaçak binaya ruhsat verildi” ifadelerini kullanıyor.

Nitekim 30 Ekim 2020’deki İzmir Depremi’nden sonra BBC Türkçe’de Özge Özdemir imzasıyla ve ‘İmar barışı depremle mücadeleyi nasıl etkiliyor?’ başlığıyla çıkan haberde de çarpıcı bir veriye yer veriliyor. Habere göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürü Banu Aslan, TBMM'de kurulan Deprem Araştırma Komisyonu toplantısında; İzmir’de deprem nedeniyle yıkılan 2 yapının, acil yıkılması gereken 4 yapının ve ağır hasarlı olan 36 yapının imar barışından faydalandığını söylüyor. Özetle; AKP hükümeti Haziran 2018 Genel Seçimi’nden önce imar barışını yürürlüğe sokmasaydı, İzmir Depremi’nde yıkılan o 2 bina için belki de önlem alınacak ve yurttaşlarımız ölmeyecekti.

Ayrıca bu noktada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe’nin; Türkiye genelinde 3 milyon 152 bin 94 yapının, 10 ilimizi etkileyen deprem bölgesinde ise toplam 294 bin 166 yapının imar barışından faydalandığını açıklamasını da es geçmeyelim. Çevre Bakanlığı’nın verilerine göre ise söz konusu imar barışından 24 milyar 190 milyon 266 bin lira toplandı.

İzmir’de can kaybı 6 bin 300 olabilir!

Öte yandan 1999 yılında yayınlanan RADIUS (Kentsel Alanların Deprem Felaketlerine Karşı İncelenmesi için Risk Değerlendirme Araçları) projesi kapsamında yapılan deprem senaryolarına göre, İzmir’deki 180 bin binadan 45 bininde orta ve ağır hasar oluşacağını, can kaybının 6 bin 300, yaralı sayısının ise 74 bin olacağının ön görüldüğünü de dikkatlere sunan Emin Koramaz, “Bu boyutlarda tahribata yol açacak bir depremin 30 Ekim’de yaşanmamış olması, İzmir için bir şanstır” diyor.

Konuyla ilgili basına yansıyan, Muzaffer Tunçağ ve Hasan Sözbilir gibi alanında uzman kişilerin demeçleri incelendiğinde; RADIUS Projesi çerçevesinde ortaya çıkan ‘İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı’nda İzmir’de olası deprem zararlarını azaltmanın iki temel koşulu hedefleniyor. Bunlar; yeni yapılacak yapılarla mevcut deprem riskinin arttırılmaması ve mevcut yapılardaki deprem risklerinin azaltılması yönündeki tedbirler olarak belirleniyor. 

Ancak 1999 yılından bugüne gelindiğinde ise; başta Bayraklı, Karşıyaka, Bostanlı ve Çiğli olmak üzere 21 yılda kentte yapılaşma oranı önemli ölçüde artarken 17 aktif fay hattının geçtiği İzmir’de imar haritalarına bu fay hatlarının işlenmediği de görülüyor. Fay hatları dikkate alınmadan yapılan yapıların da olası deprem senaryosundaki bilançoyu arttıracağı düşünülüyor. Öte yandan söz konusu çalışmanın güncellenmesi gerektiği çünkü mevcut haliyle geçerliliğini yitirdiği kaydediliyor.

Halkalardan biri bile eksik olmamalı

Konuşmasında, “Depreme hazırlıklı olmak çok geniş bir halkayı kapsıyor. Burada; yer seçiminden başlayarak imar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, içinde yaşadığımız binaların tasarım, inşa, denetim ve bakım süreçlerinden halkın deprem konusunda eğitilmesine, deprem öncesi, deprem esnası ve sonrasında yapılacak çalışmalara kadar pek halkayı dile getirebiliriz. Bu halkanın herhangi birindeki zayıflık, diğer önlemleri de işe yaramaz hale getirmektedir. Dolayısıyla depreme hazırlıklı olmak bütünüyle bir devlet politikasıdır.” sözleriyle meselenin aslında ne kadar da ‘siyasi’ olduğuna işaret eden Emin Koramaz, ülkeyi depreme karşı hazırlıklı hale getirmek için devlet kurumlarına ve yerel yönetimlere ortak sorumluluklar düştüğünü söylemeyi de ihmal etmiyor.

Koramaz, sözlerini şu taleplerin altını çizerek noktalıyor:

  • Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarı ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu; mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz uygulanmasıdır.
  • Denetimsiz ve kaçak yapılaşmaya derhal son verilmelidir. İmar afları yasaklanmalıdır.
  • Deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenmeli, bu çerçevede bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Türkiye Deprem Master Planı hazırlanmalıdır.
  • Ülkemizin deprem ve afet planları geliştirilmeli, deprem zararlarını azaltma önlemleri, İmar Yasası ve diğer ilgili mevzuatlara yansıtılmalı, kent planlaması, yapı üretimi ve yapı denetimi konusu bütünlüklü şekilde ele alınmalı, ülkemizin yapı stokunda gerekli mühendislik incelemeleri yapılarak riskli yapılardaki risklerin giderilmesi çalışmaları ivedilikle başlatılmalıdır. Yapı Denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir.

Editör: Duygu Kaya