Yağız BARUT- İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili Av. Murat Aydın ile CHP’deki değişim tartışmalarını, kongre sürecini, yerel seçimi, Tunç Soyer dönemini ve Ümit Özlale’nin çıkışlarını konuştuk.

Genel seçim sonrasındaki umutsuzluk halinin ve siyasetten uzaklaşılmasının toplum yararına olmadığını söyleyen Aydın, “Siyasetin değeri, derinliği, itibarı; halkın siyasete olan ilgisi kadardır. Zira demokrasi ‘oturduğu yerden şikâyet edenlerin’ değil, sorumluluk alıp şikâyet ettiği şeylerin değişmesi için çaba sarf edenlerin rejimidir. Sadece oy vermek de siyasete dâhil olmanın en minimum gerekliliğidir. Toplumu oluşturan kesimler kendi ütopyalarını, gelecek hayallerini siyasete dayatmalı ve bunların gerçek olması için çaba sarf edecekleri seçmelidir” dedi

CHP kendini yeniler

Genel seçim sonrası 6 Temmuz’da yaptığımız röportajda; CHP’de kongre sürecinin kişiler üzerinden değil fikirler, siyaset yapma yöntemleri, ideolojiler, örgütün verimliliği üzerinden tartışılması ve derinleştirilmesi gerektiğini, değişimin böyle sağlıklı olabileceğini söylemiştiniz. Sizce bu fırsat yine kaçırıldı mı?

Değişim dediğimiz şey bir süreçtir ve sürecin içinde yaşanan ve yaşanmayan her şey sonucu belirler. O nedenle, yapılan kongreleri sürece katkı sağlayan aşamalar olarak görüyorum. 100 yaşına gelmiş CHP’nin bugüne kadar ayakta kalmasını sağlayan şey değişime olan açıklığıdır. CHP, sorunları tartışan, fikir üreten, kimi zaman kavga eden ama daima karmaşadan kendisini yenileyerek çıkan bir parti olmuştur. Kurucu genel başkanı Büyük Atatürk’ü yitirdiğinde de, Atatürk’ün en yakın silah ve yol arkadaşı olan İnönü ile ayrılık yaşadığında da, 12 Eylül’de kapatıldığında da, 1999 yılında baraj altında kaldığında da bu parti ayakta kalmayı, fikri temellerinden kopmadan kendisini yenileyerek yolunda yürümeyi başardı. Yine aynısı olacak. Tüm bu nedenlerle, kaçırılmış bir fırsat görmüyorum. Süreç devam ediyor ve bu sürecin bize öğrettikleri partinin geleceğini oluşturacak.

Ama fikri tartışmaları değil de daha çok birbirini suçlayanları, blok-çarşaf kavgalarını, değişimci-statükocu ayrışmalarını gördük…

100 yaşına gelmiş ve Büyük Atatürk’ün “en büyük iki eserimden biri” olarak tanımladığı CHP, hepimizden büyüktür ve ayakta kalan CHP’nin kurumsal yapısı, örgütü ve savunduğu fikirleri olacaktır. Bir il kongresi ya da bir Kurultay’da ne olduğu ya da olmadığı bu sonucu değiştirmeyecektir.

Üzüldüğüm şey...

Kavga ve ayrışma halleri genelde “demokrasi” olarak adlandırılıyor; “Başka hangi partide böyle bir demokrasi geleneği var ki” savunusu yapılıyor. Siz de böyle mi değerlendiriyorsunuz?

CHP’nin bir lider partisi olmadığı, tüm etkilerine rağmen yöneticilerin değil örgütün önemli olduğu bir gerçek. Elbette ki fiili şiddeti tasvip etmenin ve demokrasinin tezahürü olarak tanımlamanın anlamı yok. Esasen bunu söyleyenler de parti içindeki canlı tartışma ortamını vurgulamak için söylüyor. Benim kişisel olarak üzüldüğüm şey, yaşanan bu büyük süreci görmeyip ya da görmezden gelerek konuyu sadece genel başkan tartışmasına ya da kongrelerde yaşanan gerilimlere indirgemektir. Yaşadığımız süreç tarihsel önemdedir ve hem partinin hem de ülkenin geleceğini etkileyecek değerdir.

Şikayet eden değil, değiştiren olmalıyız

Yine bir önceki röportajımızda; “Türkiye siyaseti ütopyasını kaybetti, yani bir gelecek tasavvuru kalmadı. Yalnızca bugünü konuşuyoruz. Böyle olunca da siyaset yararsız hale geliyor. Toplumun geniş kesimleri de siyasetten uzaklaşıyor, siyaseti kötü biliyor” demiştiniz. Bu değerlendirmeniz bugünü çok net özetliyor bana göre çünkü sandığa gitmeme eğilimi ve siyasetsizleşmeyi görüyorum…

Atıf yaptığınız önceki görüşlerimi aynen koruyorum. Ancak bu durum siyasetten uzaklaşmayı değil, bilakis siyaseti daha geniş kitlelerin ilgi alanı haline getirmeyi gerektiriyor. Hayatımızın her aşamasını ve alanını belirleyen siyaset kurumunda yaşananlar kişileri siyasetten uzaklaştırmamalı. Hepimizin kendi hayatımıza ve geleceğimize sahip çıkması dolayısıyla siyasete dâhil olması gerekir.

Önceki genel başkanlarımızdan Sayın Bülent Ecevit bu durumu çok net şekilde ifade etmiştir. Sayın Ecevit, 12 Eylül darbesinden sadece 6 gün önce, 6 Eylül 1980’de Petrol İş Kongresinde aynen şunları söyledi; “Demokrasilerde sadece ordu ve yargı mensupları tribünde oturur. Geri kalan tüm toplum kesimleri sahada olur. Eğer sahada olması gerekenler, örneğin işçiler, tribünde oturur ve sahaya inmezse, korkarım biri çıkar, düdüğü çalar; ‘oyun bitti herkes evine’ der.”

Siyasetin dışında kalmak, siyaseti bir avuç siyasetçiye, siyasi elite bırakmak halkın yararına değildir. Demokrasi, bir avuç elitin ya da siyasetçinin ya da seçilmişin halkı yönettiği bir rejim değil, halkın kendi kendini yönettiği rejimdir. Siyasetin değeri, derinliği, itibarı; halkın siyasete olan ilgisi kadardır. O nedenle hepimizin, şikâyet ettiğimiz şeyin yaratıcısı olduğumuzu unutmamamız gerekir. Zira demokrasi “oturduğu yerden şikâyet edenlerin” değil, sorumluluk alıp şikâyet ettiği şeylerin değişmesi için çaba sarf edenlerin rejimidir.

Dâhil olmadan kastım illa bir siyasi partiye üye olmak değil. Olumlu veya olumsuz şeylere reaksiyon vermek de siyasete dâhil olmaktır. Sadece oy vermek de siyasete dâhil olmanın en minimum gerekliliğidir.

Toplumu oluşturan kesimler kendi ütopyalarını, gelecek hayallerini siyasete dayatmalı ve bunların gerçek olması için çaba sarf edecekleri seçmelidir. Aslında toplumun çıkardığı ses neyse siyasette yankılanan ses de odur. Bu bakımdan toplumu oluşturan kesimlerin siyasete dâhil olması, siyaseti etkilemesi gerekir.

Yerel seçimde İzmir’e dair bir kaygı duyuyor musunuz? Mesela İYİ Parti’nin kendi adayını çıkarması CHP’yi etkiler mi?

2019 yılından önce yapılan seçimlerde CHP adayları İzBB Başkanlığını bir ittifakın içinde olmadan kazandılar. Elbette her seçimin koşulları ve dinamikleri farklıdır ancak 2024 yerel seçimlerinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığını, CHP adayı Sayın Tunç Soyer kazanacak güçtedir. CHP örgütü ve Sayın Soyer, seçim sürecini en iyi şekilde organize edecek, halka ulaşacak, kendisini anlatacak ve halkın oyunu alacak kapasiteye sahiptir. Bu bakımdan 2024 yerel seçiminde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yine Sayın Soyer’in seçildiğini göreceğiz.

Bunu bir kehanet ya da temenni olarak söylemiyorum, toplumsal bir gerçeklik olarak, verilere, siyasi ve toplumsal ortama dayanarak söylüyorum. İyi Parti’nin parti olarak bu sürece katılmasa da seçmenlerinin önemli bir kısmının Büyükşehir seçiminde Sayın Soyer’e oy vereceğine inanıyorum. Zira yer seçimlerde ittifakları seçmenler yapar. Seçmen oyunu verirken biraz da partisinden bağımsız olarak yaşadığı şehrin koşullarını, adayların niteliklerini dikkate alır. Sayın Soyer ve ekibi bütün zorluklara, engellemelere ve eksikliklere rağmen başarılı bir dönem geçirdi. Devam eden işlerin tamamlanması, İzmir’in yaşam kalitesinin arttırılması için Sayın Soyer’in desteklenmesi gerektiğini İzmir halkı da görüyor. Kimi günlük tartışmalar, belediye hizmetlerinde yaşanan aksaklıklar zaman zaman seçmende kırgınlığa yol açabilir. Bu da doğaldır. Ancak seçmen, oy vermeye gitmeden önce tüm bunları düşünüp karar verecektir.

Ümit Özlale, suçlamayı tercih etti!

İYİ Parti’nin İzmir Adayı Ümit Özlale, seçim kampanyasına AKP’li siyasiler gibi bir giriş yaptı. Kendisini anlatarak değil, CHP’yi ve Büyükşehir’i hedefe alarak kampanyaya başladı. Siz bu durumu nasıl okuyorsunuz?

Bu durumu siyaset yapma ve söylem tarzında tıkanmışlık olarak nitelendiriyorum. Sadece sorduğunuz bağlamda ve sadece Sayın Özlale için değil, genel olarak siyaset yapma tarzı için böyle düşünüyorum. Siyaseti, ötekini suçlama, kötü gösterme üzerinden yapmak, halka verecek bir şeyi, söyleyecek sözü olmayanlar için bir yöntem olabilir. Halka doğrudan hizmet üreten belediyenin yönetimine talip olanların öncelikle kendisinin ne yapmak istediğini, şehre nasıl baktığını, şehrin geleceği için düşüncelerinin, hayallerinin ne olduğunu, bunları gerçek kılmak için neler yapacağını dile getirmesi gerekir. Ancak kendisini de anlıyorum tabi. Siyasi ortamın yarattığı koşullar kendisini bir anda aday olarak İzmir halkının karşısına koyunca en kolay ve bildik yöntem olan suçlama ve sansasyon yolunu seçti. Tabi üzücü olan iki şey var. Birincisi, 2019 yılında halkın karşısına çıkıp oy istediği Sayın Soyer’e bu tarz ve üslupla yaklaşması ikincisi ise bir bilim insanı olarak bilimden, gerçeklikten kopuk söylemler dile getirmesi. En çarpıcı olanı da kokuyu önlemek için İzmir Körfezine kimyasal döküldüğü iddiasıydı. Çarpıcı söz söylemek, dikkat çekmek iyidir ama sözlerin ayağının yere basması da gerekir. Doğrusu “reklamın iyisi kötüsü olmaz” sözüne inananlardan değilim. Reklamın kötüsü sizi tanıtır ve isminizi duyurur ama kötü duyurur. Ben Sayın Özlale’nin kendisinin de bu açıklamalarından rahatsız olduğunu, İzmir halkının karşısına bu şekilde çıkmak istemeyeceğini düşünüyor ve bu söylemlerin ve bu tarzın bir yol kazası olduğuna inanmak istiyorum. İyi Parti ile birlikte İzBB Meclisi’nde uyumlu ve İzmir’in yararına olan konulardaki ortak çalışmalarımız da devam ediyor ve bundan sonra da edecektir.

Soyer, kolay yolu seçmedi

Peki Tunç Başkan dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında çok zor bir dönemde, birçok felaketin, ekonomik krizin ve algı operasyonlarının içinde başkanlık yaptı…

Sayın Soyer göreve geldiğinde önemli ve stratejik bir tercih yaptı. Kentin uzun zamandır biriken alt yapı sorunlarına odaklandı. Biliyorsunuz kentlerin temel sorunları alt yapıya ilişkin olsa da belediye başkanlarının alt yapı yatırımları değil üst yapı yatırımları daha çok görünür, halkın onay ve takdirini alır. Örneğin sokakları kazarak, şehrin altını üstüne getirerek, yüzlerce milyon lira harcayarak yaptığınız yağmur suyu ayrıştırma hatları görünmez ve hatta sokakları kazdığınız için eleştiri konusu yapılır. Bu yatırımın yüzde onu maliyetle büyük bir park açarsanız bu görünür olur ve kimileri “başkan iyi çalışıyor” diyebilir. İşte Sayın Soyer, bu kolay yolu seçmedi. Atık su, körfez temizliği, katı atık bertarafı, metro, tramvay hattı, tarımsal yatırımlar, üreticilerin ürünlerinin değerlendirilmesi için fabrikalar gibi zor, maliyetli ve reklamı, görünürlüğü yüksek olmayan işlere yöneldi. Bu işleri yapmasının ona kimi zaman oy kaybettireceğini bilerek yaptı bunu. Ekonomik krize, yaşanan felaketlere rağmen yapılan bu hizmetlerin yerine, çok daha az maliyetle, görünür, halkın beğenisini daha kolay kazanacak üst yapı yatırımları da yapılabilirdi. Ama öncelik alt yapı yatırımlarına verildi. Örneğin Kemeraltı’da yapılan alt yapı yenileme çalışması. Sürekli yoğun bir kalabalığın alış veriş yaptığı, canlı ve tarihi bir semtte inşaat yapmanın tüm zorluklarına rağmen yapıldı ve Kemeraltı’nın çok uzun zamandır kullanılan alt yapısı büyük ölçüde yenilendi. “Bu işi yaparsak, insanların günlük hayatı olumsuz etkilenir ve bu nedenle bize oy vermezler” denilmeden, yapılması gereken iş, halka mümkün olan en az rahatsızlığı verecek şekilde organize edilerek yapıldı. İzmir’in temel sorunlarının çözümünde önemli aşamaların geçildiğini, bugün yapılan yatırımların İzmir’in yaşam kalitesini daha da arttıracağını İzmir halkı da biliyor ve Sayın Soyer’i bu hizmetleri ile tartıya koyacak ve takdir edecektir.

Son olarak sizin yeni döneme dair hedefleriniz neler? Çok başarılı bir meclis üyeliği ve grup başkanvekilliği dönemi geçirdiniz.

Her zaman söylediğim gibi; benim birinci hedefim yapmakta olduğum işi en iyi şekilde yapmaktır. Gelecekteki konumumu odağıma alarak iş yapan birisi olmadım. Bana verilen işi en iyi şekilde yapmak temel amacım. Beş yıllık görev sürem bittiğinde, benim ismimi ananlar, “evet, çalışkandı, işini iyi yaptı” derlerse benim için en büyük övgü bu olacaktır.

Editör: Özlem Çimen Durmaz