19-25 Mayıs tarihleri arasında Buca Belediyesi tarafından Hasanağa Parkı’nda düzenlenen 1. Buca Kitap Günleri kapsamında onlarca yazar sevenleriyle buluşmaya devam ediyor. Etkinliğin 6. gününde “Küllerinden Doğan Kadınlar” söyleşisinin önemli konukları yazar ve gazeteci Pelin Batu, Mısra Öz ve Meryem Göktepe oldu. Çoğunluğun kadınlardan oluştuğu katılımcılar, ülkede ve dünyada kadınların yaşadığı süreçler ve etkiler hakkında konuştu. Programın moderatörlüğünü kitabın yazarlarından Serap Varol yaptı. Varol, kadınların yaşadıklarının etkilerine değinerek sözü konuklara bıraktı.
Çok üzerime geldiler
25 kişinin hayatını kaybettiği Çorlu tren katliamında Oğlu Arda Sel ve eşi Hakan Sel’i kaybeden anne Mısra Öz, hükümetin 2025 yılını aile yılı ilan etmesi üzerine yaptığı açıklamada devletin aileyi koruyamadığına değindi. Anne Öz, “Ben aile olarak ailemin her ferdini korumak adına 35 yaşıma kadar bir aile düzeni içinde yaşamaya çalıştım. Öyle bir gün geldi ki çocuğumu devlet koruyamadı. O devlet, 7’si çocuk 25 kişinin hayatını yok etti. Sürekli ölümlerden bahsediyoruz. O katliamda yaralılar vardı. Bunların hayatında yıkımlar oldu. İşlerini kaybettiler. Sağlık problemleri yaşadılar. Vefat edenlerin eşleri dayanamadı kalp kriziyle vefat etti. Tatile giden çocuklar yanarak ölürken, hangi aile yılından bahsedebiliriz? Deprem felaketinde, Kıbrıs’tan Adıyaman’a gelen sporcu çocuklar göçük altında kalarak yaşamlarını yitiriyor. Nasıl koruyacağız ailelerimizi? Devletin eli, sokaktaki cana da evdeki çocuğa da uzanıyor, sonunda hepsini yok ediyor. Aile yılını ne yazık ki tarif edemiyorum. Devlet görevini yapıp liyakatli olmalı. Sosyal eşitlik düzeyinde yaşamamız gerekirken ailelerimizi yok ettiler. Bastırılmış olmayı kabul etmiyorum. Çok üzerime geldiler. Evladımı devletin sorumsuzlukları üzerine kaybettim. Devlet tüm kurumlarıyla karşıma dikildi, ben de onlara direndim. Bunu kaldıracak sağlıklı bir zihne sahip olmak gerekiyor. Yolum çok fazla, bunu da hep birlikte aşacağımıza inanıyorum” ifadelerini ekledi.
Çocuklar yasla doğup yasla büyüyor
Haber takibi yaptığı sırada, 8 Ocak 1996'da İstanbul'da gözaltında işkence yapılarak öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe, mücadele edilmesi gereken konulara değindi. Çocuk istismarı, çevre katliamı ve iş cinayetleri üzerine konuşan Göktepe, “Bu kadar kadın arasında olmak mutluluk verici, en rahat ettiğim ortamlar buralardır. Kitabın adı ‘Küllerinden Doğan Kadınlar’ oldu. Yanımda, küllerinden doğan iki kadın var. Erkek egemen sistemde, tarihçilere karşı ‘Sen bir dur’ denilen bir kadın. Mücadele alanımız çok fazla. Ülkede bir takım şeyleri dert ediniyoruz; çocuklar, hayvanlar, Aladağ’daki tarikat yurdunda yanmaya bırakılan çocuklar, otellerde deprem dolayısıyla öldürülen insanlar... ‘Devlet koruyamadı’ dedi Mısra Öz, evet doğru. Ben ve çevremdeki insanlar, yakınlarını devlet eliyle işlenen cinayetlerde kaybeden ailelerdeniz. Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar, yakınlarını devlet eliyle kaybedenleriz. Doğmamış çocuklarımız yasla doğuyor ve doğmuş olanlarımız da o yasla büyüyor” dedi.
Aile yapısını dağıtmaya çalışan bir sistem var
Hükümetin 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesi üzerine yaptığı konuşmada, kadının eve tıkılmasıyla ilgili bazı örnekler veren Göktepe, Onların anladığı aile, aslında ‘makul aile’dir. Kadın sesini çıkarmayacak, evi çekip çevirecek, hasta ve çocuk bakımından sorumlu olacak, pandemide ilk işine son verilen kişi olacak. Ailenin temelini büyüten kadınlar oluyor. Bizim ise ne giyeceğimizden nasıl doğuracağımıza kadar her türlü kararı onların verdiği; o çıkarılan savaşlarda evlatlarını yitiren, tecavüze uğrayan, adalet arayan, Cumartesi Anneleri gibi çocuklarına bir mezar bulmak için mücadele eden anneler var. İş cinayetine kurban giden insanımız ve o MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) adı altında çalıştırılan çocuk cinayetleri var. Nereye baksak hukuksuzluk, adaletsizlik var. Mücadeleye sahip çıkan Cumartesi Anneleri, benim annem, Mısra Öz… Giden çocuklarının gelmeyeceğini bilmelerine rağmen; hayatta kalan çocukların ise sokak ortasında öldürülmemesi, hapsedilmemesi için dayanışmayı büyüten aileler var. Bu aile yapısını dağıtmaya çalışan bir sistem var. Seçme ve seçilme hakkına sahip çıkıldığı için sokakta darbedilen çocuklar, onlara sahip çıkan dayanışma içindeki aileler var. Aile dediğiniz, benim anladığım aile budur. Dönemin başbakanı demişti ki: ‘Biat et, rahat et.’ Biz kadınlar, itaat etmeyeceğiz, susmayacağız.”
Kadın hiçbir zaman eşit değildi
Oyuncu, yazar ve gazeteci Pelin Batu, kadın mücadelesi içinde tarihçilere “dur” diyerek tepki göstermişti. Eşitsizliğin kökeninden de bahseden Batu, “Kadın ne zaman kaybetti sorusunu sürekli soruyorum. Neolitik çağdan tarıma geçince ne oldu? O dönemlerde daha eşit bir aile hayatı vardı. Kadın ve erkeğin o topluluğun öz yaşamsal bir parçası olarak önemi vardı. Hakları da vardı onların. Bunlar elbette teori. Yazılı topluluklara geçince Babil, Asur, Çin gibi dönemlerde kaybediş başlamış oluyor. Kadın metalaşıyor ve evin, babadan kocaya devredilen bir mal haline gelmesiyle birlikte, eğitim, miras ve diğer haklardan da mahrum bırakılıyor. Yazılı kaynaklara baktığımızda kadın hiçbir zaman tam anlamıyla eşit değildi. Elbette istisnai topluluklar da var. Korku hikâyesi gibi anlatılan Akropolis’in duvarlarına rölyef olarak işlenen güçlü kadın figürleri var. Bu mızraklı kadınların İskitli kadın savaşçılar olduğu söyleniyor ve bu da miti destekliyor. Ama herkes bunları bilemeyebilir.”
Şirket sahipleri hep erkek
Batu, şirketlerin ve kapitalist düzenin başında erkeklerin egemen olduğuna değinerek, “Sonuçta geçmişe gitmemize gerek yok. En gelişmiş Batı toplumlarında bile, örneğin İskandinav ülkelerinde, parlamentolarda kadın çoğunlukta olabiliyor. Ama kapitalin ve şirketlerin sahipleri hâlâ erkek. Pandemi döneminde ise şiddet oranları, ister beyaz yaka ister mavi yaka olsun, sınıf fark etmeksizin artarken; daha az maaş alan yine kadınlar oluyor. Kaç kanalda program yaptım, kaç filmde oynadım ve daha fazla çalıştım; ama sonradan öğreniyorsunuz ki hiçbir zaman aynı maaşı almamışsınız. Pek çok kadın, kendi mikro çevresine indiğinizde, aile içinde şanslı gibi görünse de şiddetin bir türüne mutlaka maruz kalıyor. Şiddetin çok çeşidi var. İster istemez 21. yüzyılda bir şeylerin değişmesini ümit ediyorum. Kadınlar, maaş ve iş gücü açısından erkeklerden daha fazla çaba gösteriyor. Önemli mekanizmaların başında, siyasette yer alsalar bile; erkek egemen söylemleri papağan gibi tekrarladıklarında, bir kadının başbakan olması bile bir şeyi değiştirmiyor. Ben, son birkaç yıldır kendi okuluma gidemiyorum. Çünkü kayyum rektör atandı, Boğaziçi’ni ‘aile üniversitesi’ ilan etti. Bir üniversite nasıl aile üniversitesi olur? Bu okullar, özgürce sorguladığımız, kendimizi keşfettiğimiz ve ailemizden koparak birey olma yoluna girdiğimiz yerlerdir. Hiçbir şeyi sorgulamayan koyun çocuklar yetiştirmek için mi bunları yapıyorlar? Devlet usulü demekten de sıkıldım. Çünkü zaten faşizm, nükleer ailede başlıyor. Şiddet, tecavüz, hor görme, çocukları kobay gibi kullanma burada başlıyor. Bu devrimi de kadınların gerçekleştirmesi gerekiyor.”
Üçüncü kitap için umut vaadetti
Küllerinden Doğan Kadınlar kitabının derlemesini yapan Selda Kartal, “Bu kitaptan önceki ‘İçimizdeki Kırk Kadın’ kitabıdır. Pelin hanım (Batu) burada da yazdı. 42 kadını bir araya getirmiştik. Küllerinden Doğan Kadınlar’da da 23 kadını ve iki çocuğu bir araya getirdik. Umarım üçüncü kitabımızda da umutla yazacağımız yeni hikayeler olacak” dedi