Yazar, şair ve eğitmen Gülçin Sahilli, İz Gazete’nin 7’nci yılına özel, Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği (BAMAD) Kurucu Üyesi Av. Utku Kılınç ile özel bir röportaj gerçekleştirdi. BAMAD’ın çıkış amacı, yazılı basının geleceği, basın mensuplarının gelişimleri ve basın özgürlüğü ile ilgili soruları yanıtlayan Utku Kılınç, “Basın özgürlüğü kavramına en azından kısa vadede makro bir çözüm üretmek peşinde değiliz. Bu pek gerçekçi de olmaz. Yerel basının güçlendirilmesi gerektiğini, güçlü bir yerel basının domino etkisi yaratmasının daha kalıcı olacağını düşünüyoruz.” diye konuştu.

utku kılınç

HEDEFİMİZ KLİNİK KURMAK

BAMAD’ın yola çıkıştaki öncül amacı ne idi? Bu amacın ne kadarı gerçekliğe ulaştı? 

BAMAD; basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükleri öncelikle rutin yaşamın bir parçası yapma, bu doğrultuda teorik ve pratik çalışma alanları tanımlama ve üretme amacı ile kuruldu. Çocuğun adını hak etmesi için bir kahramanlık yapması veya yaptığı kahramanlığa göre ad alması çok eski söylencelerde kalmış olsa gerek, BAMAD da adını aldı, kahramanlığını da artık zamanla bekliyoruz demek amacın gerçekleşmesine ilişkin sorunuzun yanıtı olur kanısındayım. Yeni bir oluşum, bilinçli olarak dar bir ekip çalışması ile yürütülen bir oluşum. Düşüncenin ve ifadenin nasıl bir sınırı yoksa, BAMAD için düşlediğimiz amaçların da bir sınırı yok ancak rasyonel bir çalışma programı ve zamana bağlı hedefleri var. Hedefi elbette ki uzun zamandır kaybettirilen ve aynı zamanda maalesef kaybedilen özgürlük anlayışını daha gelişmiş olarak geri getirebilecek çalışmalar yürütmek. Burada diğer oluşumlardan ayrılan bir yönümüz var; basın özgürlüğü kavramına en azından kısa vadede makro bir çözüm üretmek peşinde değiliz. Bu pek gerçekçi de olmaz. Yerel basının güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz, güçlü bir yerel basının domino etkisi yaratmasının daha kalıcı olacağını düşünüyoruz. Çok ilginç ama yerel basın görece özgür aslında, ulusal medyanın zincirlenmesi mi yerel basını daha özgür gösteriyor, yoksa özgürlük gereksinimin yerelde daha kolay ifade bulması mı inanın nedenini hiç kestiremiyorum. Bu doğrultuda BAMAD aslında bir ekol veya akademi değil de bir yerel klinik çalışması öneriyor, basit sorunların çözümünden başlayarak karmaşığa giden bir yöntem öneriyor, basit denilen tüm engellerin aslında çığı oluşturan kar taneleri olduğunun farkında, özgürlüğün bir anlayış, bir bilinç olduğunun farkında olarak birey düzeyinde özgürlük fikrine odaklanıyor. Böyle çalışıyor, şu ana kadar da aslında tabiri caizse, biraz büyümüş de küçülmüş, erken olgunlaşmış bir çocuk havası var BAMAD’ın, özgürlük ihlalleri tüm çocukları erken olgunlaştırıyor, erken olgunlaşmanın travmasından korumaya çalışıyoruz. Bu travmayı engellemek için en yakın dönemli hedefimiz İzmir Basın Özgürlüğü Kliniği’ni kurmak. Böylece konuştuğumuz temel başlıklarda öznel veri elde etme ve mikro çözümler üretme olanağı sağlayacağız. Daha öncesinde ciddi bir anket çalışması yapmıştık; çok akılda kalıcı sonuçları var bu çalışmanın, gazetecilerin %73’ü geçinemiyor, işsiz kalma korkusu oranı %85. Hal böyleyken sürdürülebilir ve ulaşılabilir çözümlere gereksinim var. İşin bir de diğer tarafı var tabii, okunurluk sorunları, erişme ve anlaşılma sorunları ve meseleleri.

7 YILIN İZİ'NE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Teknoloji okuma alışkanlıklarını günden güne sekteye uğratırken yazılı basın, kitlelerin rutin okuyucu olma disiplinini yeniden nasıl sağlayabilir?

BAMAD’ın işlerinden biri de tam olarak bu. Ancak “Nasıl” sorusu birçok disiplinin bir araya gelmesi ile tartışılabilecek konu. BAMAD’da bu konuya ilişkin ilk tespitimiz şu oldu; okuma yazma kavramını yeniden tanımlamak gerekli. Neden çünkü 1900’lü yılların başlarında toplumsal gelişkinlik seviyesinin kıstaslarından biri, eğitim seviyesinin tespit araçlarından biri okuma yazmanın bilinmesi idi. Şimdi neredeyse tüm toplum okur yazar, peki 1900 başlarındaki okuma oranları ile şimdiyi karşılaştırsak nasıl bir sonuç elde ederiz? Yanılmıyorsam Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin araştırması idi, aklımda kalanlar, Türkiye’de kitap 235’inci sıradaki ihtiyacımız, 234 sırada ne var emin olun bilmiyorum. Çocuklara kitap hediye etmede Türkiye 180 ülke içinden 140’ıncı sırada. O zaman okuma yazma meselesini yeniden tanımlamak gerekli, bilmek değil kullanmak, etkileşim içinde olmak yeni okur yazarlığın tanımı olmalıdır. Teknoloji bu durumu elbette olumsuz etkiler gibi bir görüntüye sahip ama her değişim bu türden etkilenmeleri beraberinde getirir, şu anda da bu durumu yaşıyoruz. Ancak bilgi, arama motorlarının sağladığı bir durum değildir, bilgiye her gereksinim duyduğumuzda asli kaynaklara yönelmemizin sebebi de budur. Teknoloji sürecinin olgunlaşmasıyla beraber okuma alışkanlıklarının da olumluya evrileceğini düşünüyorum. Ancak okutma kaygısında olanların buna hazır olmayacakları beni asıl endişelendiren konu.

Basın mensuplarının sektörel, akademik ve kişisel gelişimlerini, toplumun yetkin ve doğru habere ulaşma sınırında yeterli buluyor musunuz?

Elbette ki yeterli değil. Kendini geçindirme kaygısında bir insandan ne beklenebilir? Gelecek, işsizlik kaygısı yaşayan bir insandan doğru eğitim vermesini, doğru sağlık hizmeti vermesini, doğru habercilik yapmasını diğerleri bekleyemez, bu kaygıları taşıyan insan vicdanı ve hayatı arasında sıkıştığı çelişkiden çıkar ve doğrusunu yapar veya yapamaz. Yapmanın kahramanlığı yapanındır, yapmamanın suçlusu ise sadece yapamayan değildir. Ekonomik şartlar işin bir tarafı olmakla beraber, işin diğer tarafı sansür, baskı ve oto sansürdür.

SÜRPRİZİ BOZMAYAYIM!

Basın mensuplarının yaşamsal ve ekonomik kaygılarla uyguladığı otosansürlerin sonucu oluşan kısıtlı gerçeklik, olması gereken gerçekliğe nasıl çevrilebilir?

Gereken gerçeklik diye bir kavrama pek inanmıyorum, çıplak gerçekliğin de birçoğunu rahatsız ettiği aşikar. Kısıtlı bir gerçeklik değil yaşadığımız, gerçeğin sonuçları ile yüzleşmekten kaçış. Birey bir diğeri ile beraber yaşamak için bazı fedakarlıklarda bulunur, ama gerçeklikten feragat mümkün müdür? Gerçeklik sadece görünen midir? Gerçeklik çarpıtılabilir mi, çarpıtılan artık gerçeklik midir? “Felsefe yapıyorsun”, biliyorsunuz bizim günlük dilimizde bir alay cümlesi, ama felsefe yapmadan olmaz bu işler. Otosansür felsefi, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve ilgili bilim dalları tarafından değerlendirilmesi gereken bir olgudur. BAMAD’da yapmaya çalıştığımız işlerden biri de bu. Aslında yakın dönemde basından sıkça bildiğiniz bazı isimlere ilişkin sadece otosansür üzerinden yapılan akademik değerlendirmeler görebilirsiniz diye yanıtlayayım soruyu, sürprizi pek bozmayalım.

"Basın özgürlüğü" kavramını irdelediğinizde aklınıza gelen hangi sözcükler, hangi cümlelere dönüşmektedir?

Uzun yıllar insan hakları hukuku çalıştım, belki de koşullar gereği çalışmak zorunda bırakıldım. Şimdi sorsanız tekrar çalışmak ister miyim diye, herhalde yanıtım hayır olurdu, çünkü travmatik bir alan. Bir kişinin ifade özgürlüğünü elinden alınmasını koskoca insanların hukuki bir sonuca bağlamasını anlamlı bulamıyorum pek. Bir insanın idam edilebilmesini, işkence görmesini anlamlı bulamadığım gibi. İnsan hakları geçtiğimiz yüzyılda çokça pozitif hukukun bir parçası oluyor, amiyane tabiri ile işkence yapmamak önceki yüzyılda pozitif bir hukuk kuralı haline gelebiliyor. Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü üç bin yıldır tartışılıyor ama haber yapan gazetecinin tutuklandığını haber yaparsanız siz de tutuklanabiliyorsunuz. Bin yıllar belki de insanlık gelişimi için çok kısa süreler, belki de tüm bu kavramların tartışmasız olgunlaşmasına tanık olacağız.

Editör: Duygu Kaya