CHP'li Ulaş Aydın resmi sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımla, gündemi meşgul eden AKP'li vekilin ıstakoz paylaşımı ve sosyal  belediyecilik anlayışı örnekleri hakkındaki tartışmaların merkezinde yer alan kent lokantalarına değindi. Aydın, "Bugün ben CHP’li belediyelerin hayata geçirdiği politikalara bakarak üç sürecin de damıtılmış ve iç içe geçmiş haliyle “Sosyal Belediyecilik” diyorum. Sosyal belediyecilik yoksulluğun arttığı, krizin derinleştiği, sefaletin büyüdüğü böylesi bir dönemde temel belediyecilik hizmetlerinin merkezinde yer alacak. Elbette daha haysiyetli bir biçimde. Epey bir süre de böyle devam edecek. Kent Lokantaları’ndaki mütevazı köfte kazacanak, Monaco’daki ıstakoz kaybedecek. Nihayetinde halk kazanacak" ifadelerini kullandı.

CHP'li Ulaş Aydın'ın resmi sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım şu şekilde:

"Deli deli konuşmalar görüyorum. Merkezinde Kent Lokantaları olan…

Kent Lokantaları ile simgeleşen bu belediyecilik örneği 1970’lerden bugüne gelen üç temel belediyecilik akımının bir uzantısı aslında. Birinci akım 70’lerin “Yeni Belediyecilik” akımı. Bu akımda kentsel politikalar ağırlıklı olarak 77’ye kadar yerel yönetimler üzerinden kentle kent yoksulları arasında şekilleniyor. Çıkardığı başarılı örnekler ve öznelerle bugüne biraz benziyor aslında. Mesela İstanbul’un Belediye Başkanı Ahmet İsvan, Ankara’nın Vedat Dalokay, İzmit’in Erol Köse gibi çok popüler belediye başkanları var. Tamamı 1973 seçimlerinde CHP’den seçildiler. Merkezlerine kent yoksullarını almış vaziyetteler ve özellikle belirli gruplar ve zümrelerle cepheden karşı karşıya gelmeye hiç çekinmiyorlar. Mesela Ankara Belediyesi ekmek fiyatlarının konusunda Fırıncılar Derneği ile karşı karşıya geliyor ve dernek üretimi durdurma tehdidinde bulununca belediye fırınlara el koyup işletiyor, ardından kendi ekmek fabrikasını kuruyor. Sivas Belediyesi maden ocaklarının belediyeye devredilmesini istiyor, Mersin Belediyesi asfalt fabrikası kuruyor, çok sayıda belediye yüksek fiyatlar ve karaborsaya karşı tanzim satışa başlıyor. 

70’lerin hemen başları ekonomik olarak zorlu dönemler ve ardından Petrol Krizi baş gösteriyor ve bunun bize yansıması da ağır oluyor. Bu ekonomik koşullar altında CHP’li belediyeler kent yoksulları merkezli bir belediyecilik pratiği ortaya koyuyor; Toplumcu Belediyecilik. 

12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte şehirler ve yerel yönetimler neoliberal yağmanın en önemli araçlarına dönüşüyor. Kentler çok daha önemli bir rant üretim merkezi artık. Büyükşehirler kuruluyor, başını ise ANAP’lı belediyeler çekiyor. Bu dönem aslında yağma ve talan dönemi. Kent suçlarının zirve yaptığı bir aralık. Hemen ardından SHP’nin 1989 seçim zaferi geliyor ve daha esnek bir toplumcu belediyecilik pratiği hayata geçiriliyor. Mesela çocuklara ilk ücretsiz sütü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen hayata geçiriyor. O zamanın SEK sütünü ücretsiz dağıtıyor. Toplu ulaşıma odaklanıyor, meslek edindirme kursları açıyor. Karayalçın Türkiye’nin en başarılı kentleşme örneklerinden biri olan Batıkent’i hayata geçiriyor, kanalizasyon ve doğalgaz yatırımları yapıyor, metroya girişiyor. Yüksek Çakmur kamu taşımacılığına ağırlık veriyor, tanzim satışları yaygınlaştırıyor. Bu dönem ise Sosyal Demokrat Belediyecilik dönemi. 

Gelelim üçüncü ve çok uzun sürecek olan döneme; Sosyal Belediyecilik. Bu dönem Refah Parti’sinin büyükşehirleri kazanması ve AKP ile devam eden süreci tarif ediyor aslında. “Makarna-kömür belediyeciliği” diye eleştirilen ancak geniş yoksul halk kesimlerinin çıkarına olan bu dönemde sosyal yardımlar hiç olmadığı kadar artıyor. Belediyeler sosyal yardımları merkeze alırken perde gerisinde büyük rant projelerini de hayata geçiriyor. Ancak sosyal yardımlar özellikle cemaatler ve tarikatlarla yürütülen işbirliği ile o kadar geniş bir alana nüfus ediyor ki 1973 - 1980 yılları arasında solun kalesi olan gecekondu mahallelerini tek tek ele geçiriyor. Bunu yapan sosyal belediyeciliğin bizzat kendisi. 

Peki bugün ne oluyor? 

Bugün aslında olan 1973’ten 2024’e uzanan bu üç temel belediyecilik örneğinin bir karması aslında. Yoksul halk kasaptan et alamıyorsa Halkın Kasabı açılır ve daha ucuza et alınabilir. Lokantada yemek yiyecek parası yoksa eğer çok daha ucuza yemek yiyebileceği Kent Lokantası açılır ve yemeğini yiyebilir. Ekmeğin fiyatının bile mühim olduğu bir bölgede Halk Ekmek açılabilir. Öğrenciye yurt, kütüphane, çamaşırhane; çocuklara kreş, kadınlara meslek edindirme kursu, gençlere spor tesisi açılabilir. Kent yoksullarının yaşam maliyeti belediye eliyle azaltılabilir ve evet tamamı da bu ülkenin ortak birikimi olan vergilerimizden karşılanabilir. Bu görevlerin tamamın normlar hiyerarşisinde aşamalı olarak Anayasa’dan başlar kanunlar ve yönetmeliklere kadar da tarif edilir.  Çok uzun oldu farkındayım. 

Seçim gecesi “89’dan ziyade 73 seçimlerine benzetiyorum bu süreci” demiştim. Hala aynı noktadayım. Hatta 75 MC hükümeti ve merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki uzlaşmaz çelişkiler dönemi de bugüne çok benziyor. Merkezi iktidarda MC, yerellerde CHP... Bin türlü dert, görevden almalar, yargı müdahaleleri vs. vs. 

Bugün ben CHP’li belediyelerin hayata geçirdiği politikalara bakarak üç sürecin de damıtılmış ve iç içe geçmiş haliyle “Sosyal Belediyecilik” diyorum. Sosyal belediyecilik yoksulluğun arttığı, krizin derinleştiği, sefaletin büyüdüğü böylesi bir dönemde temel belediyecilik hizmetlerinin merkezinde yer alacak. Elbette daha haysiyetli bir biçimde. Epey bir süre de böyle devam edecek. Kent Lokantaları’ndaki mütevazı köfte kazacanak, Monaco’daki ıstakoz kaybedecek. Nihayetinde halk kazanacak"

Editör: Tuğkan Üsküp