Ülkemizde son 30 yılda gerçekleşen depremler dikkate alındığında sismik hareketliliğin en fazla gözlendiği yıllar 2017 ve 2020 yıllarıdır. Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı verilerine göre, 2017 yılında 38 bin 287 adet deprem tespit edilmiştir. 2020 yılı ise 33 bin 824 adet deprem ile 2017 yılının ardından ikinci sırada yer almaktadır.

2020 yılında yaşadığımız deprem felaketleri sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında 3 Kasım 2020 tarihinde Deprem Araştırma Komisyonu kuruldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan tüm siyasi partilerin aktif olarak görev aldığı bu komisyonda, günlerce süren toplantılarda depremle ilgili birçok kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, STK'ler, meslek kuruluşları, üniversitelerden 98 uzman dinlenerek görüşlerine başvuruldu.

Son büyük depremlerin olduğu İzmir ve Elâzığ illerinde saha çalışması yapılırken, Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı Merkezine yapılan ziyaretlerde depreme karşı alınan önlemler hakkında, komisyon üyelerine bilgiler aktarıldı. Ülkemizin depremselliği, deprem bilgi altyapısı, yer bilimsel etüt ve mekânsal planlamalar, mevcut yapı stoku ve depreme dayanıklı yapı üretimi, kentsel dönüşüm uygulamaları, depreme hazırlık çalışmaları, deprem finansman yönetimi, mevzuat, uygulama, izleme ve denetim sistemi, toplumsal farkındalığın oluşturulması gibi daha birçok konu komisyonda yer aldı, konuşuldu, tartışıldı. Bir yıla yakın sürede yapılan çalışmalardan hazırlanan sonuç raporu, Ekim ayında Genel Kurul ile paylaşıldı.

500 sayfalık komisyon çalışmaları, yüze yakın uzman görüşü sonucunda ortaya çıkan en temel iki tespitim şudur: “Türkiye bir deprem ülkesidir. Bunun farkında olarak yaşamalı ve önlem almalıyız” ve “Deprem öldürmez, cehalet öldürür. Bu nedenle akıl ve bilimden uzaklaşmamalıyız. Siyasi ve ekonomik rant, depreme dayalı ölümlerin en önemli sebebidir.”

30 Ekim 2020'de İzmir'de benim de bizzat yaşadığım korkunç bir deprem meydana geldi. Ege Denizi'nde Sisam Adası'nın kuzeyinde meydana gelen ve 118 yurttaşımızın ölümüne neden olan bu depremde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın rakamlarına göre 7 bin 773 bina az hasarlı, 610 bina orta hasarlı, 630 bina ağır hasarlı olarak tespit edildi. İzmir milletvekili olarak depremin hemen sonrasındaki süreçte hemşerilerimin yanında olmaya, onların yaralarını sarmaya çabaladım. Hem sahada hem Meclis çatısı altında İzmir depreminde ve sonrasında yapılanlar/yapılmayanlar ve yanlış yapılanların takibine halen devam ediyorum. Yasama faaliyetleri kapsamında İzmir depremiyle ilgili araştırma ve soru önergeleri vermeye, İzmir halkı adına konuşmaya, komisyon çalışmaları ile İzmir depremine dair hükümeti denetlemeye devam ediyorum, tüm Cumhuriyet Halk Partili İzmir milletvekilleri gibi…

İzmir depreminden sonra yapılan birçok yanlış var. Bunları Çevre ve Şehircilik Bakanı’na soruyoruz.

Örneğin, Bakanlığın İzmir depreminde ilan edilen 7 proje alanında mevcut planlarda 8 kata kadar imar hakları varken bu yeni yapılan projelerde zemin artı 5 kat inşaat izni verildi.

Bunun nedeni nedir?

Bu, kazanılmış hakkın bir ihlali değil midir?

Bu karar mahalle kültürünü devam ettirmek için bir plan kriteri midir?

Türkiye'de bu plan kriteriyle planlanmış hangi bölgeler vardır?

Kendilerine yönelttiğim bu sorulara ise Bakanlığımızın verdiği yanıt aynen şu:

"2023 yeni şehircilik vizyonu kapsamında her şehrin sağlıklı, güvenli, akıllı, çevreci, dinamik bir yapı içerisinde, yatay mimariyi esas alan ve insan odaklı bir planlama ve uygulama anlayışının benimsenmesi ve söz konusu alanların zeminden de kaynaklı sorunlu bir bölge olması nedeniyle kat yükseklikleri 8 kattan 6 kata düşürülmüştür."

Şimdi, böyle bir gerekçe ile imar planı değişikliğini, mülkiyet hakları ellerinden alınan depremzede yurttaşlarımıza sorma tenezzülünde bile bulunmadan yapıyorsunuz, "8 kattan 6 kata düşürdük" diyorsunuz ve açıklama olarak da "Fen ve sanat kuralları gereği böyle olması gerekirdi" diyorsunuz. Orada bütün alan 8 kat imarlı, gökdelenler yapılmış, yapılıyor, yapılmakta, yüksek yapıların mevcut imar planında da yeri var. Bu gerekçe ne kadar doğru ne kadar haklı? İzmir’e karşı bu tavrı anlamak çok zor.

Katla ilgi yaşanan sıkıntıların yanı sıra, kendi binalarını yapamayan vatandaşlar ve anayasanın mülkiyet hakkının korunması ilkesine karşı alınan tavırlar ortada. Bakanlık anayasaya aykırı kararlar alıp uyguluyor. Vatandaşlarımızın bütün bir ömürleri boyunca çalışıp biriktirip bin bir emekle sahip oldukları 130 metrekarelik evlerinin yerine bakanlık, 70 metrekarelik evleri zorla kabul ettirmeye çalışıyor.

İzmir’de, Bayraklı'da tam anlamıyla bir hukuksuzluk söz konusu. Depremden dolayı sıkıntılar içindeki hemşerilerim kendi evleri hakkında söz söyleyemiyor, karar veremiyorlar. Yürütme erkinin vatandaşlarını böyle bir duruma düşürmesi anlaşılır ve kabul edilebilir değil. O nedenle diyoruz ki; tüm bu yaşanan mağduriyetlerin hesabının sorulacağı günler çok yakın…Geliyor gelmekte olan…

Binaları ağır, orta veya az hasarlı olarak tespit edilmiş İzmirli vatandaşımız emsal artışı istiyor. Bununla ilgili Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer, şehircilik ve planlama ilkelerinden önce tuttuğu sosyal devlet ve sosyal belediyecilik anlayışıyla depremden etkilenen vatandaşlarımızın mağduriyetlerini bir nebze olsun dindirebilmek adına, bu alanlarda yüzde 30’a kadar emsal artışı yapılabilmesi konusunda çalışma yapılacağını bildirdi. Depremzede vatandaşlarımız kentsel dönüşüm için sıfır faizli, iki yıl ödemesiz, 18 yıl vadeli destek kredisi istiyor. Çok bir şey mi istiyorlar?

Büyükşehir Belediyemizin orta hasarlı bina sahiplerine düşük faizli ve uzun vadeli kredi desteği sağlamak üzere 340 milyon liralık bir finansman desteği için Dünya Bankasıyla yaptığı görüşmeler neticesinde varılan mutabakat var. Akabinde bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ve Hazine ve Maliye Bakanlığımız ile sürdürülen karşılıklı yazışmalar olduğunu da biliyoruz. Ancak henüz Büyükşehir Belediyemize projeyi yönetmesi için herhangi bir onay verilmedi.

Sürecin hızlandırılması, ilgili bakanlığımızın bunun olumlu şekilde değerlendirmesi ve taraflarca da uygun görülmesi halinde Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nca yatırım programına alınmalı. İzmirli deprem mağdurlarının bu taleplerinin ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin girişimlerinin olumlu sonuçlanması için, üyesi olduğum Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurul çalışmalarında, bu konunun 2022 yılı bütçesine girmesi için takipçisi olacağım.

AFAD verilerine göre, 2020 yılı ilk on ayında 26 bin 016 adet deprem gerçekleşmiştir. Aynı rakam 2021 yılı için 20 bin 090’dır. Rakamların ne kadar birbirine yakın olduğunu farkında olmalı ve depremin bu ülkenin bir gerçeği olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Deprem her an gündemimizde olması gereken afetlerin en başında geleni. Bunun farkına varmalıyız.

Bu yaz ülkemizde yaşanan orman yangınları bir afete dönüşüp toplum için en önemli gündem haline gelmişti; ancak bugün ne orman yangınları ne kiralanamayan uçaklar ne de kaybedilen alanlar konuşulmuyor. Genellikle afetler yaşandığı gün ve birkaç hafta ülke gündeminde manşetlerde yer alıyor, sonrasında hiç yaşanmamış gibi unutuluyor. Konunun birinci derece muhatabı yürütme organı, yaşanan afetlerden ders çıkartıp yenileri gerçekleşmeden önlemler alması gerekirken, bununla ilgili gerekli adımları zamanında ve yerinde atmıyor. Umarım yürütme organı; Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında kurulan Deprem Araştırma Komisyonu’nda akıl ve bilimin çerçevesinde alınan kararları dikkate alır ve uygular. Depremle ilgili yapılan bunca çalışma bunca emek meclisin tozlu raflarında kalmaz.

İzmir ve İstanbul başta olmak üzere tüm illerimiz için Deprem Master Planları hazırlanmalı, buna göre riskli bölgeler boşaltılmalı ve inşaatlar ilin fay haritası dikkate alınarak risksiz bölgelere yapılmalıdır. Yaşanan depremlerde, yapıların etüt ve projelendirme süreçlerindeki eksiklikler, yapı üretimi sırasındaki hatalar ile denetimsizlikten kaynaklanan sorunlar sebebiyle çok sayıda yapının ağır hasar gördüğü veya yıkıldığı görülmektedir. Bu nedenle yapımı sürenler dahil olmak üzere, inşa edilen tüm yapılarda depremle ilgili denetimler eksiksiz olarak yapılmalıdır. Ancak bu şekilde depremin tehlikesini en aza indirgeyebilir ve bu doğal afet karşısında insanlarımızı çaresizce kaybetmenin önüne geçebiliriz.

Geçmişte yaşadığımız onlarca depremden ders çıkarmalı, gelecekle ilgili kararlarda siyaset üstü bir tavırla, vicdanlarımızı dinleyerek, insani değerlerimizi önceleyerek, akıl ve bilimin ışığında depremle mücadelemizi her daim sürdürmeliyiz.

Editör: Haber Merkezi