ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Çarşı ve Mahalle Bekçileri Hakkında Kanun Teklifi TBMM İçişleri Komisyonu’nda görüşüldükten sonra kabul edilerek Meclis’e sunuldu. Tasarının genel gerekçesinde özetle yasanın temelinin Osmanlı dönemine uzandığı belirtildi ve bekçiler emniyet ve jandarmaya yardımcı olmak için adli, önleyici ve koruyucu görev ve yetkilerle donatılan silahlı kolluk olarak nitelendirildi.

Ocak ayı sonunda İstanbul’da bir bekçi bir arkadaşını vurup sonrasında kendini öldürdü. Şubat ayı başındaysa Malatya’da 3 mahalle bekçisiyle şüpheli görülen bir yurttaşın çıkardığı arbedede seken kurşunlardan biri bekçiyi yaraladı diğer bekçiler ise bıçak darbelerinden ağır yaralandı.

Yeni başlanılan bekçilik uygulaması, tartışmalarla Türkiye’nin gündemine oturdu.

1 MİLYON SİLAHLI UNSUR

Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Şubesi’nden Çoşkun Üsterci ile yetkilerle donatılan bekçilik uygulamasını konuştuk.

Türkiye, üyesi olduğu Avrupa Konseyi ülkeleri ile karşılaştırıldığında kolluk kuvveti en fazla ülkelerden. Üsterci, Türkiye’de özellikle polis ve jandarma olarak tanımlanan ve yasa ile yetkilendirilmiş silah kullanma yetkisine sahip kolluk sayısı oldukça yeterli iken bekçilerin de bu kategoriye sokulmasına karşı çıkıyor.

Silahlı kuvvetleri de dahil ettiğimizde devletin 1 milyona yakın silahlı unsuru olduğunu hatırlatan Üsterci, 2018 Genel Seçimlerinden sonra geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine dikkat çekti.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçince OHAL uygulamalarına yasa ile süreklilik kazandırıldı ve yapılan bir takım yasal düzenlemelerle bu kolluğun yetkileri de arttırıldı. Biz insan hakları savunucuları olarak bu yetkilerin arttırılmasına itiraz ettik. Demokraside olmaması gereken temel hak ve özgürlükleri gözetmeyen çok fazla değişik çeşitlilikte ihlale yol açabilecek yetki ve güç devri olduğunu söyledik.” diyen Üsterci, bekçilerin yasa ile yardımcı kolluk niteliğinden çıkarılıp kolluğun genel yetkileri ile donatılmasının kabul edilemeyeceğini söyledi.

GÜVENLİK DAYATILIYOR MU?

Bekçiliğin Türkiye’deki siyasal iktidarın yönetme zihniyetinin bir sorunu olduğunu dile getiren Üsterci, iktidarın her şeyi güvenlik sorunu haline getirdiğini fakat bu tartışmalı güvenlik konusunun 2001’de Amerika’da yaşanan İkiz Kuleler saldırısına dayandığının altını çizdi. Üster şu sözlerle, dünyanın artık daha güvenlikçi bir eğilime kaydığını belirtti; “İkiz Kule saldırısından sonra en gelişmiş demokratik ülkeler de dahil olmak üzere şöyle bir soru atıldı ortaya: Özgürlükler mi, güvelik mi? Dolayısıyla toplumda bir güvenlik problemi olmadığı halde, böyle bir problem varmış gibi çeşitli vesilelerle popülist yaklaşımlarla bir güvenlik sorunu dayatıldı. Topluma ‘güvenliği mi istiyorsunuz özgürlükleri mi?’ denilerek temel hak ve özgürlüklerini kısıtlanmasının gerekçesi haline geldi güvenlik ihtiyacı.”

YASALLAŞAN OHAL

İnsan hakları savunucuları olarak dünyadaki bu eğilimi küresel bir olağanüstü hal uygulaması olarak tanımladıklarını söyleyen Üsterci, “15 Temmuz 2016 yılında gerçekleşen başarısız darbe girişimi sonrasında hemen 20 Temmuz’da ilan edilen ve 7 defa uzatılan olağanüstü hali bir fiil uyguladık. 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen yeni rejim OHAL uygulamalarını, alınmış kararnameleri bir yasal düzenlemeyle kalıcı ve sürekli hale getirdi. Dolayısıyla bekçilere verilen bu yetkilerin bekçiyi kolluk niteliğine dönüştürme tasarısı olan bu tasarıyı olağanüstü hal rejiminin ve zihniyetinin kesintisiz ve sürekli uygulanışının bir tezahürü olarak görüyorum.” dedi.

Bekçiler yurttaşları arama, durdurma, kimlik sorma, üst ve araçlarını arama, el koyma yetkilerinin yanı sıra 2559 Sayılı Polis Vazife Selayet Kanunu’nun 16. Maddesi gereğince de silah kullanabilecek. Böylece kolluk güçlerine verilen bütün yetkiler bekçilere de verilmiş oldu. El koyma yetkisini değerlendiren Üsterci, Ceza Muhakemesi Kanunu’nu hatırlatarak “Bu kanuna göre ancak zorunlu haller dışında hakim izni gerektiren el koyma yetkisini bekçilere tanınması yurttaşların gerçekten can güvenliğinin yanı sıra mal güvenliğini de tehdit edecektir. Hakim iznine tabii el koyma yetkisinin hiçbir eğitimden geçmeyen ve silah kullanma yetkisiyle donatılmış bu ‘paralel’ kolluk personeline tanınmış olması hukuken açıklanabilir bir durum değil.” ifadeleriyle bu durumun hukukun üstünlüğü ilkesine tamamen aykırı olduğunun altını çizdi.

Bekçilere el koyma yetkisinin verilmesinin çok sakıncalı olduğunu söyleyen Üsterci şöyle konuştu; “Üst araması yapılırken GBT sorulurken, toplumsal olaylara müdahale edilirken işkence ve kötü muamele oluyor. Yeterince eğitimden geçmemiş, hukuk bilgisi yetersiz bu yardımcı kolluk kuvvetinin işkence ve kötü muamaleyi arttırmayacağının bir garantisi yok. Üstelik de Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin sürekliliğini sağlayan en temel olgulardan biri cezasızlık.”

İŞKENCE İDDİALARI ARTACAK

55 bin kişiye polise mukavemet davası açıldığını hatırlatan Üsterci, “Bu rakam muazzam. Toplumda herkes mi kural dışı yaşıyor, herkes mi yasayı çiğniyor?” sözleriyle polise mukavemetten açılan davaların aslında polisin işkence yaptığı vakalar olduğunu iddia etti. Polise açılan 55 bin davayı yorumlayan Üsterci şu değerlendirmeyi yaptı; “Kötü muameleden yurttaşların açtığı davaların hemen arkasından karşı dava geliştirerek kişinin hak aramasını ve işkence ve kötü muameleden dava açmasını engelliyorlar. Valilikler, kaymakamlıklar kolluk konusunda işkence ve kötü muamele yapıldığına dair şikayet geldiğinde dava açmaktan imtina ediyorlar. Keza savcılar resen soruşturma başlatmıyorlar. Ama başlatsalar bile dava çok uzun sürüyor. Hafifletici bir sürü sebeple uygulanıyor ve kişinin devlet memuru olması, uzun bir temiz sicilinin olması, mahkemede kibar davranması gibi bir sürü komik gerekçelerle bir de ceza indirimleri yapılıyor. Dolayısıyla açılan az sayıda dava da cezasızlıkla sonuçlanıyor. Cezasızlık olgusu da bu kadar güçlü olduğu koşullarda kolluk da nasılsa bana hesap verilmiyor, diyip şiddetini istediği gibi uygulayabiliyor. Nasılsa bana hesap sorulmuyor, nasılsa yasa güvencesi denetimi söz konusu değil, dolayısıyla da ben bildiğimi okurum tarzında. Eğitilmemiş, bütün bu yetkilerle donatılmış kişiler işkence ve kötü muamele iddialarını daha da arttıracak. Bundan ciddi kaygı duyuyoruz.”

Siyasal iktidarın aslında kendi kontrolü altında bir güç oluşturmaya çalıştığını söyleyen Üsterci,kuvvetler ayrılığı ilkesinin artık işlemediğini yargının yürütmeyi denetlenemediğini ve bütün yetkilerin yürütme erkinde toplandığını söyledi.

“Cumhurbaşkanı çok rahat, ‘savcılara söylüyorum, hesabı sorulacak’ diyor, hemen kişinin hakkında soruşturmalar açılıyor. Sosyal medya hesapları üzerinden Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları rakamları inanılmaz rakamlara ulaştı. Hukukun bir sindirme ve baskı aracına dönüştüğü koşullarda böylesi ek bir gücün ihtiyaç olmadığı halde ek bir gücün yapılması siyasal iktidarın toplumsal kontrolü daha da artırması için baskıyı daha da arttırması için tercih ettiği bir yedek güç araç olduğunu düşünüyorum.” diyen Üsterci bekçilik uygulamasının tamamen siyasal çıkarlar neticesinde geliştiğini sözlerine ekledi.

Editör: Haber Merkezi