CEREN KARLIDAĞ- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun aday olmayacağını açıklamasının ardından Tunç Soyer’den Tuncay Özkan’a, Abdül Batur’dan Kamil Okyay Sındır’a kadar çeşitli isimler kulislerde konuşulmaya başlandı bile.

Kent ve yerel yönetimler üzerine yaptığı çalışmalar ile adından söz ettiren Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Engin Önen ile ‘göç, sermaye, rant ve belediyecilik sarmalında İzmir’i’ konuştuk.

Engin Önen, bir dönem Radikal ve Milliyet gazetelerine yazdığı yazılar aracılığıyla da İzmir’deki yerel sorunları kamuoyuna taşıdı. 2009 yılında Bornova belediye başkan aday adayı, 2011 yılında ise İzmir 1.Bölge Milletvekili aday adayı olan Önen, hâlâ akademideki çalışmalarına devam ediyor.

Öğrencilerini de sık sık saha çalışmalarına dahil eden Önen, öğrencileri tarafından ‘sosyoloji bilimini sadece kitaplardan değil sokaklardan da öğreten hoca’ olarak niteleniyor.

Öncelikle İzmir’deki ‘yeni göç dalgası’ ile başlamak istiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre geçen sene 16 bin 129 kişi İstanbul'dan İzmir’e taşındı. Göç edenlerin çoğunluğu ‘beyaz yakalı’ diye tabir edilen kesim. İzmir’deki bu göç hareketliliği kentin sosyolojisini nasıl etkiliyor?

Bütün şehirler göç alıyor ama İzmir’in aldığı göçün karakteri diğerlerinden biraz farklı. Diğer kentlere göre İzmir ‘yeni orta sınıf’ diyeceğimiz kesimlerden göç alıyor. Bu göç daha yumuşak bir kentleşme modeli üzerinden gidiyor ve beraberinde Türkiye ekonomisinin lokomotif gücü olan ‘beton sermayesini’ de İzmir’e taşıyor. İstanbul’da bu sermaye için alan artık daraldı. Burası sermaye için besili piliç gibi. Dikkat ederseniz iktidara yakın bazı inşaat firmaları yerel yönetimlerin de aracılığı ile İzmir’de ciddi yatırımlar yapmaya başladılar. Bu hem şehrin fiziki ve sosyal yapısının değiştiğini gösteriyor hem de sermaye ve yerel yönetimler arasındaki ilişki hakkında bizlere ipucu veriyor.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, geçtiğimiz gün katıldığı bir televizyon programında “İzmir CHP’nin kalesi değildir” dedi ve yıllar önceki seçimlerden çıkan farklı sonuçları örnek gösterdi. CHP’nin İzmir’de oy oranının yüksek olması ile sizin ‘yeni orta sınıf’ olarak tanımladığınız kesim arasında nasıl bir bağ var?

Aziz Bey’in bahsettiği dönemden bugüne toplum o kadar değişti ki… Sözünü ettiği dönemlerde Türkiye yaşam tarzı ve duyarlılık bakımından bu kadar bölünmüş değildi. Dolayısıyla bundan 20 yıl önce Diyarbakır’da, Antep’te SHP belediye kazanabiliyordu. Sağ partiler de İzmir’de kazanabiliyordu. Şimdi başka bir dönemdeyiz. Bu dönemde İzmir, farklı siyasi tercihlerin daha etkili olduğu bir konuma düştü. İzmir’in diğer kentlerden farklı bir seçmen kitlesi var.

Bir yanda az önce bahsettiğim göç ile gelen orta sınıf, bir yanda Ege’nin geleneksel seküler yapısını tercih eden insanlar var. Bu insanlar adeta İzmir’de CHP’ye seçim kazandıran bir seçmen stokuna dönüştü. Hâlbuki CHP’nin İzmir’de seçim kazanmasının sebebi siyasetteki üslubu veya tavrı değil.

Yani CHP’li belediyeler ile diğer partilerin belediyeleri arasında yapısal farklar yok mu?

80’li yıllara kadar sağ ve sol diye tabir edilen partilerin belediyecilik anlayışları belli oranda birbirinden ayrılıyordu. Yani sosyal demokrat veya CHP’li belediyeler daha kamucu politikalara ağırlık verirken, sağ partiler sermayeye ağırlık vererek piyasaya yakın bir şehirleşme planı izliyorlardı.

Şimdiyse semboller üzerinden ayrımlar var. Birileri tarikatlara, inançlara yönelirken birileri Atatürk üzerinden Cumhuriyet’i kutsuyor. Ancak şehre ve şehirciliğe bakış açısında çok büyük bir fark yok diye düşünüyorum. Çevreyi ve doğayı korumak, kamu alanlarını genişletmek açısından değerlendirecek olursak bütün partili belediyeler eksik diyebiliriz.

Örneğin Alaçatı ve Çeşme’de para vermeden oturacağınız, yani müşteri olmadan soluklanabileceğiniz tek yer cami avlusu. Yıllardır Çeşme Belediyesi CHP tarafından kaba liberal bir piyasa anlayışı ile yönetilmektedir. Dolayısıyla belediyecilikte ‘ayrı bir İzmir modeli var’ diyemeyiz. İzmir’i cazip kılan tek şey, yaşam tarzı. Belediyecilik açısından biraz Bergama ve Seferihisar belediyeleri farklı modeller deneyerek yeni bir şehir anlayışı yaratmaya çalışıyor. Seferihisar Belediyesi’nin kolektif yaşam ve kamusal alanların korunması açısından iyi bir şeyler yapmaya çalıştığını düşünüyorum.

Madem söz Seferihisar’a geldi, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in de adı bir önceki seçimde büyükşehir adaylığı için konuşulmuştu. Bu seçim için de benzer yorumlar yapılıyor…

Siyaset artık profesyonel bir alan, partiler artık profesyonel örgütler.  Eskisi gibi daha iyi aday arama meselesinden ziyade profesyonel grupların şehir yönetimini ele geçirme mücadelesi olarak sürüyor. Çünkü yerel yönetimler, ‘yetkileri azaltılmış olsa’ bile eskisine oranla çok önemli kurumlar. Aldıkları kararlar, rant yönetiminde ve istihdamda çok önemli. Doğal olarak bu alandaki mücadele sert geçiyor.

Projelerden çok ‘senin adamın’, ‘benim adamın’ meselesi ile yürüyor. Ben öne çıkan isimlerin genel merkezde rasyonel bir şekilde tartışıldığını düşünmüyorum henüz. Ama Tunç Bey geçen dönemden beri en favori isim. Çünkü farklı uygulamaları var, uluslararası alandaki şehirciliği izleyen, bazı belediyeler gibi ranttan ziyade kenti sosyal dokusu ile örgütlemeye çalışan, çevre sorunlarına karşı daha duyarlı bir model ortaya koymaya çalıştı. Mutlaka eleştirilecek bir sürü yanı da vardır. Fakat kesinlikle İzmir’in farklı bir üsluba ihtiyacı var diye düşünüyorum.

Nasıl bir üslup?

Şimdi bütün aday adaylarının konuşmalarını izleyin. Hepsi sadece hizmete odaklanmışlardır. Başka bir şey anlatmazlar. Bu, siyaseti ve yerel yönetimi daraltmak demektir. Sadece hizmeti esas alacaksak AKP’li, MHP’li, HDP’li belediyeler hizmet yapmıyor diyebilir miyiz? Elbette yapıyorlardır. Yerel yönetimleri sadece hizmet performansı üzerinden değerlendiremeyiz.

Yani,  ‘bu daha iyi çöp topluyor’, ‘bu daha iyi park yapıyor’ meselesi önemledir ama asla yeterli değildir. Bunun yanı sıra yerel demokrasi de önemlidir ve bu belediyeler yoluyla hayata geçirilebilir. CHP’ye oy veren seçmen kitlesi tek adam yönetimine karşıdır değil mi? Bundan rahatsızlık duyarlar. O zaman bizim yerel yönetimlerdeki CHP’li belediye başkanları neden o yörede tek adam gibi davranıyorlar? Hâlbuki CHP’li belediyeleri iktidar partisinin belediyelerinden ayıracak en önemli özellik; demokrasiye ve yurttaş katılımına önem vermek, şehirde kamucu politikalar izlemek ve oradaki yaşamı daha özgürlükçü bir şekilde organize etmektir.

Peki, CHP’nin ‘kıyı şeridi partisi’ olarak tanımlanmasına sebep olan nedenler nedir sizce?

Buna ben çok kafa yordum. Bu Türkiye’nin parçalanması ile ilgili bir şey. Türkiye’deki insanların duyarlılıkları, aidiyetleri, beklentileri bölündü. Türkiye’de yükselen bir parti eskiden her yeri sarabiliyordu. İzmir’i alan Diyarbakır’da da iddialıydı, Trabzon’u alan Edirne’de de iddialıydı. Şu anda ise İzmir’i alan CHP Manisa’yı alamıyor, Kütahya’da Uşak’ta esamisi okunmuyor.

AKP Türkiye’nin birinci partisi ama kıyı bölgesi diye tarif ettiğin kent ve ilçelerde oy alamıyor. Oysaki ‘devamıyız’ dediği merkez sağ partileri bu bölgelerde de çok başarılıydı. Yani AKP diğer sağ iktidar partilere benzemiyor, bölünmenin sosyolojik yapısı da başka bölünmelere benzemiyor.

Bu nedenle İzmir sol bir kent değildir. CHP’nin Alsancak’tan, Bostanlı’dan, Güzelyalı’dan rekor düzeyde oy alması sol kaygılarla alakalı değildir. Bu daha çok AKP’nin yarattığı endişelere karşı bir reaksiyondur, modernitenin isyanı ya da endişesidir. Batı hayat tarzını benimseyen bu yeni orta sınıflar, seküler yaşama müdahaleden rahatsız oluyorlar. Anavatan Partisi’ne, Doğru Yol Partisi’ne gösterdikleri teveccühü AKP’ye göstermemeleri bu nedenledir.

Müdahale kelimesi geçince, aklıma Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kayyımlarla ilgili yaptığı açıklama geliyor…

İşin aslı ben Türkiye’de demokrasinin olmadığını düşünüyorum. Çünkü düşünce özgürlüğünün olmadığı, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, hukukun denetlenme imkânının olmadığı yerde demokrasi olmaz. Bizde demokrasi olarak gözüken şey sandıktan ibaret ama o sandık bile güvenli değil. ‘Sen bu sandıktan çıksan bile seni görevden alabilirim’ diyor.

Şimdi bu açıklama demokratik ülkelerde çok kolay söylenecek bir söz değil. Beş ay önceden bazı seçmenlere ‘belli kişileri seçerseniz biz onları görevden alırız’ demek, demokratik üsluba uygun değil. O kişilerin aday olmasına engel olacak hukuki gerekçeleri varsa aday yapmayın o zaman. Seçilme yeterliliğine sahip olan kişiye ilişkin tehdit savurmak, doğrudan seçmene de müdahale etmek demektir.

Peki, yeniden CHP’ye dönecek olursak, 24 Haziran sonrası parti için çalkalanmalar yerel seçimleri nasıl etkileyecek sizce?

Öncelikle, Muharrem İnce olayının çok iyi analiz edildiğini düşünmüyorum. O dönem yaratılan coşku İnce’nin yeni bir model ortaya koymasından kaynaklı oluşmadı. Ben İzmir’dekini mitingi bir sosyal bilimci olarak izlemeye çalıştım. Uzun zamandır CHP seçmeni üzerinde öğrenilmiş bir çaresizlik vardı. Perişan ve umutsuz olan bu seçmen ilk defa ‘Tayyip Erdoğan’dan kurtulabilme ihtimalini sevdi’ ve bu heyecanı yaşadı. Bu tamamen psikolojikti. Seçmen oylarında, bloklar arasında ciddi bir geçiş olmadı.

Ama o heyecan ve umut dalgası 24 Haziran gecesi yerle bir oldu. Hem ikinci tura kalınamaması hem de İnce’nin süreci iyi yönetememesi seçmende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Sonrasında CHP içerisinde farklı bir süreç başladı, imza kampanyaları başlatıldı, âdeta parti içi bölünmeye kadar gidiyordu. Bu bölünme, sıradan seçmen için duygusal ve samimiydi ama bazıları için profesyoneldi.

Mesela Aziz Kocaoğlu da böyle bir risk aldı ve Muharrem Bey’in gelmesinden yana çaba sarf etti. Yaşanan süreç lider değişikliği ile parti içinde hâkimiyet kurma çabasıydı. Yaptığımız saha çalışmaları ve anketlerde CHP seçmeninin bir bölümünün küskün olduğunu anlıyoruz. İzmir bazında düşünecek olursak iyi bir aday ve demokrasi mesajları ile küskün seçmenin gönlü alınabilir.

Siz anket ve saha çalışmalarıyla da seçmenin nabzını tutuyorsunuz. Kamuoyu araştırmaları yaparken neler dikkatinizi çekiyor?

Genel seçim ve yerel seçimler kesinlikle farklılık gösteriyor. Bazı yorumcular şöyle diyor: ‘CHP iyi bir aday çıkaramazsa ama İyi Parti güçlü bir aday çıkarırsa oylar bölünür AKP de sıyrılarak birinci parti konumuna yükselir.’ Bu tamamen karşılığı olmayan bir senaryo. Yerel seçimlerde genellikle iki parti yarışır. İki partinin favori olduğu seçim bölgelerinde diğer partilerin seçmeleri ikinci tur havasında oy kullanırlar. Bir de tabi yıpranmış adaylar ve kötü performans etkili oluyor. Örneğin genel seçimde Aliağa’da CHP birinci parti olduğu halde yerel seçimden üçüncü parti olarak çıktı. Çok değişkenli bakmak gerekir. Narlıdere’de bütün seçimlerde CHP’nin oyu yüzde 70’in üzerindedir ama yerel seçimlerde yüzde 50’lilerde kaldı. Bunlara göre değerlendirme yapmak gerekir.

AKP’nin bir önceki seçimde en güçlü adayı Binali Yıldırım’dı. Fakat Yıldırım, Meclis Başkanlığı görevinden dolayı aday gösterilemiyor. Sizce AKP’nin aday göstereceği isimde nasıl özellikler öne çıkacak?

AKP, CHP’ye göre daha modern tekniklerden yararlanan bir parti. Mesela aday adaylarının hepsi ile mülakat yapıyor ve gerçekten de bir kısmını o mülakatlarda eliyor. Daha pragmatist de bir parti tabii ki. Burada üyeler üzerinden nabız yoklamasıyla, kamuoyu araştırmalarıyla bir çaba sarf edecektir. Daha önce Binali Yıldırım’ı da ‘hizmet’ mesajı ile buradan aday yapmaya çalıştı şimdi modern yaşam tarzına uygun bir aday belirlemeye çalışacaktır.

Aziz Kocaoğlu 15 yıldır kenti yönetiyor. Sizce nasıl bir kent ve belediyecilik anlayışı devredecek?

Yaptığı çok önemli şeyler var; raylı sistemler, metro, arıtma tesisleri… Bence bunlar çok önemli ama Aziz Bey bir yandan yerinde kalkınma ve kırsal kalkınma mesajları verirken bir yandan kırsala giden yatırımcılara ilişkin korumacı bir anlayış sürdürmedi.

RES olsun ama mera alanlarında olmasın, taş ocağı olsun ama köylerin içine yapılmasın. Bunlara karşı Aziz Bey duyarlı davranmadı. “Benim yetki alanım değil Bakanlığın kararı” diyordu ama direnç de göstermiyordu. Yasa tanımayan, mahkeme tanımayan bir grup enerji ve inşaat barbar sermaye grubu İzmir’de epey yol aldı. Yeni gelecek bir yönetim bu şirketlerin anlayışına yakınsa şayet İzmir yandı demektir. İktidara yakın olan bu şirketler, İzmir’de AKP’nin kazanamayacağını bildikleri için CHP’nin aday belirleme sürecine dâhil olmaya çalışıyorlar. Bizim dediğimiz anlamda şehrin değerlerini koruyarak kalkınma sağlayacak bir belediye yönetimi gelirse, eğer epeyce bir sorun ile uğraşacak demektir.

Kamil Okyay Sındır, Tuncay Özkan, Sefer Taşkın, Tunç Soyer gibi isimlerin öne çıktığı görülüyor. Siz bu isimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sefer Taşkın ilk kez çevreci belediyecilik dediğimiz bir anlayışı uygulamıştı, Tunç Soyer de öyle. Hatta Tunç Bey dünyadaki trendlere bakarak yeni şeyler de ekledi bu uygulamalara. Tuncay Özkan’ın adı geçiyor ama kendisi İstanbullu bir gazeteci. Parti içinde elbette bir ağırlığı var fakat İzmirliler belediye seçimlerinde ‘İzmir ruhunu’ önemserler. Öte yandan bazı adayların medyada ismi geçiyor onlardan söz etmek bile istemiyorum. Onlar ancak beton sermayesi için bir şans olurlar.

AHVALNEWS

Editör: Haber Merkezi