Karanlık dönemlerin en zifiri

Abone Ol

Türlü türlü dillerin var,
Ne acayip hallerin var,
Ne karanlık yolların var,
Sırat köprün nerde senin?

Adem’i sürdün bakmadın,
Cennette de bırakmadın,
Şeytanı niçin yakmadın,
Cehennemin var da senin...

Hepimizin dönem dönem isyankâr olduğu, kendinden başlayıp aksi giden her şeye bir bir sövüp saydığı süreçler vardır elbette. Aşık Veysel’in bu dizeleri tam da o isyan hallerimizi dile getirmiş gibi. Gerçi uzun zamandır toplumca hep bir isyan ve son nefes halinde olsak da, Tıpkı Aşık Veysel’in dizelerindeki gibi kendinden vazgeçen bir isyan hali değil, saçmalıkların birleşip öfkeye dönüştüğü garip bir hal içindeyiz sanki. Ya da öyle olmasını umut ediyoruz.

Hepimizin yaşadığı şeyleri buradan yazmanın anlamsızlığında boğuluyor insan. Kimisinin yaşayıp umursamadığı, kimisinin yaşayıp çok hafif atlattığı, kimisinin yaşamamış gibi saydığı birçok toplumsal ya da bireysel konular ümüğümüze ha çöktü ha çökecek.

Hani öyle Ayşe, Fatma, Ali, Veli ayırmadan dayanacaklar son lokmamıza. Ülkede küçük bir kesimin yiyecek lokma bulamadığı, onun bir üstünün yiyecek lokma bulup kıt kanaat bile geçinemediği ve eksi bakiyeden bir türlü artıya geçemediği, hadi zorlasak bir üstünün anca faturalarına ve geçimine yetirecek kadar maaş aldığı bu ülkede ömrümüzü, kazandıkları paraların arasına meze diye dürenler yarın sıkışınca ‘şeytana uyduk’ diyecekler efenim. Tam da burada saygıdeğer ozanımızın o cümlesi ile avazı çıktığı kadar bağırıyor insan: 'Şeytanı niçin yakmadın, cehennemin var da senin...'

Her bireyin kendi iradesiyle yapıp sonra şeytanın arkasına sığındığı ya da ‘pişmanım’ kelimesi ile tekrar aramıza döndüğü, bir sürü adaletsizliğin pençesinde yalnız ve yurtsuz hissettiğimiz karanlık dönemlerin en zifirini yaşıyoruz.

Her ne kadar hepimizin yaşadığı şeyleri yazmanın anlamsızlığından bahsetsem de, insan olma çabasının verdiği bir garip ruh hali ile yaşanan onca şeye değinmeden geçemeyeceğim.

Geçen haftadan bu yana yaşananlardan bir buket yapacağım başarabilirsem. Buketi hazırlarken özellikle belirtmek isterim, toplumun hafızasında yer alamayacak kadar vahşilikte olmadığı için çok fazla gündem olamayan bir sürü kadın cinayeti ve sayısız adli vaka yaşandı elbette. Adını duymadığımız ya da duyup kulağımızın sağır tarafına denk geldiği kadın cinayeti, çocuk tacizi, iş cinayeti, çocuk istismarı diye liste uzayıp gidiyor. Yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizlik, rüşvet, çeteleşme, mafya cinayetleri, töre hesaplaşması, mala çökme, tehdit etme falan gibi konuları hiç saymıyorum.

Biz evimizde sıcacık çorbamızı yudumlarken ne adını ne de hikayesini bildiğimiz bir Adem öldü, ne neden öldüğün, ne yaşını ne de hikayesini biliyoruz. Biz bir Adem yitirdik, nerede öldü, nasıl öldü, yaşı kaçtı, annesi babası kimdi, bilmediğimiz bir Adem kaybettik hayatımızın tam göbeğinde.

Biz ülkenin çıkmaz sokaklarında savrulurken, bir Havva kaybettik, gitti ellerimizden. Ne yaşını ne de hayatını doğru düzgün bildiğimiz bir Havva yitirdik. Havva çocuk muydu, hayalleri var mıydı, hayal kırıklıkları, duaları, bedduaları neydi, bilmeden gömdük Havva’yı. Ne dualarına şahidiz ne de beddualarına. Ne acısına şahidiz ne mutluluğuna. Bilmediğimiz bir Havva’nın yasına yandık, yüz yıllardır tavaf ettik bilmediğimiz bedenin bilinmezliklerine.

Bir Meryem yitirdik biz. Varlığına emin olmadığımız gibi emin olamadı hamile kalışına, bir Meryem geçti bu dünyadan. Eline erkek eli değmeden bir kudret ile çocuğu oldu Meryem’in. Biz bir Meryem yitirdik bu dünyada. Biz Meryem’den sonra nice Meryem’ler gömdük toprağa, namusu gitti, kirlendi diye nice Meryem’leri diri diri gömdük de kılımız dahi kıpırdamadı, namazı falan kılınmadı. Bir mezarı bile olmadı.

Biz bir İsa kaybettik bu süreçte, biz nice İsa’ları gömdük sayısız. Kiminin ölümü belli, kiminin faili belli değil. Bir İsa yitirdik biz, binlere bedel. Kiminin ismi belli kiminin ölümü belli değil.

Bir Musa yitirdik biz, daha on yaşında ya var ya yok. İstismar edildiğini söylemiş ama istismarcıları serbest bırakılmıştı. Küçük bedeni ve kalbi dayanamadı toplumun bu denli iğrençliğine. Minicik kalbinin krizinde boğulduk çirkinliğimizle. Biz boğulduk Musa öldü.

Biz bu hafta bir Ayşe yitirdik… Namus cinayeti diye kurban ettiler Ayşe’yi. Büyüyünce ne olacağına karar bile verememişti. Daha çocuk olduğunu bile anlamamıştı Ayşe, ’Büyüyünce ne olacaksın’ sorusuna ‘büyüğüm ya’ diye noktayı koymuştu oysa. Biz bir Ayşe yitirdik bu hafta. Hangi memlekette olduğunu yaşının ne olduğunu falan bilmiyoruz. Bilmediğimiz topraklarda, bilmediğimiz bir saatte bir Ayşe yitip gitti. Ayşe kimdi, kaç yaş yaşındaydı, Ayşe ne isterdi bilmiyoruz. Bir Ayşe yitridik biz tahmini dokuz yaşında.

Biz bir Davut kaybettik haftanın herhangi bir gününde. Günün ne önemi var ki? Biz bir Davut kaybettik sma hastası. Yaşadığı onca acılara rağmen dokuz yıldır sabreden Davut, ailesinin maddi imkanı olmadığı için, toplanan yardımlar yeterli gelmediği için, ilaçlarını alamadığı için yenik düştü bunca zamandır küçük bedeniyle direndiği hastalığa. Bir cümlenin içinde yer alan ‘için’ kelimelerinin içine gömdük Davut’u. Kelimenin çokluğu, paranın yokluğunda kaybettik Davut’u.

Biz bir Muhammet yitirdik bu hafta. Niye yitirdiğimizi bile anlamadığımız bir Muhammet yitirdik. ‘Çok acı var dayanamıyorum’ dedi ve gitti. Biz niye yitirdiğimizi anlamasak da o kurduğu cümlenin anlamını bilerek gitti.

Velhasıl biz bu hafta çok canlar yitirdik a dostlar, dünden, bugünden nice isimler... Yitirdik yitirmesine ama hiç biri gündemimizde yer alacak kadar değer görmedi. Dini isimler hariç! Yazdığım bir çok ismin kendine has hikayesi olsa da muhtemelen ülkemizde yaşanan linç kültürünün bir tezahülü neticesinde hiç kimse Adem diye birinin bir hikayesi olduğunu düşünmeyecek ve dini isimlere hakaratten falan diye bir sürü gerekçeyle bir çok şey yaşayabilirim.
İşin kısası.

Kapınızın önünde bir Adem tecavüze uğrayabilir ve herkes gözünü kapatabilir, kapınızın önünde bir Muhammed iş kazasından ölebilir, tecavüze uğrayabilir, bıçaklanabilir ama ben burada yazdığım zaman dini hassasiyet falan deyip ömür boyu dört duvara mahkum kalabilirim.

Kapımızın önünde bir Ayşe, çocuk yaşta evlendirilebilir, kocasından kaçabilir, sırf kaçtı diye öldürülebilir. Hani biz onu görür namus der susar ama burada sadece yazılan bir yazıda Ayşe ismi geçti diye linç edebiliriz.

Gözümüzün önünde ya da bahçemizin arka sokağında öldürülen bir Musa’ya gözünü kapatan bizler, bir yazıda bilmem ne olmuş falan diye bir bahane bulup en hassas yerlerimizden incinebiliriz. En yakın akrabamız Meryem, çocuk yaşta tecavüze uğrar, gücü yettiği kadar bağırır, aman rezil olamayalım diye ağzını kapatan bizler aman da dini hassasiyet diye yazılan bir isimden kalbi kırılıp dini değerleri aşağılanıp örselenebilir mesela.

Sırf bu cümleden kaynaklı tacize uğrayan Meryem’in hakkını korumayan devlet büyükleri, büyük ağabeyler, ablalar buradan yazdığım isimleri gerekçe gösterip, gerekçelere uygun da bir madde bulup ya da yazdıklarımı maddeye uydurup her an her şeyi yapabilir.

Bu dünyada tecavüze uğrayan Meryem, Ömer, Ayşe gibi isimler hiç yokmuş gibi, tecavüz ya da taciz edenler cezasını çekmiş gibi, ülke çok güzel ve mafyalar kol gezmiyor adalet ve hukuk muhteşem, dört dörtlük ilerliyor, emekliler mutlu, öğrenciler gelecekten umutlu, ekonomik kriz falan yokmuş gibi gülümseyesin. Çekiyorum!

Aşık Veysel’in sözleriyle başladığım yazıyı yine onun sözleriyle ve haftaya yazacak daha güzel anlarda buluşmayı umut etmekle bitireyim. Nice isyanlarda ya da sokaklarda buluşuruz belli mi olur?

Milletsiz bir devlet yoktur olamaz,
Eğri bakan aradığın' bulamaz,
Hiçbir parti ebediyen kalamaz,
Şikayet yok, nihayet var bu yolda,
Veysel söyler ama duyulmaz sesi,
Doğru diyene diyorlar asi,
Böyle değildi şu demokrasi,
"Tahkikat" yok, hürriyet var bu yolda...