İzmir’in çöpüne ‘Hamza dalsın, Osman çalsın’

14 yıl önce, kentte 35 çılgın projenin konuşulduğu seçim yıllarında…

Abone Ol

AKP’nin İzmir’i kazanabilmek için ağır toplarından Binali Yıldırım’ı, memleketi Erzincan’dan koparıp sahaya sürdüğü, sahiden projelerin çarpıştığı / yarıştığı siyasi iklim çok gerilerde kalsa da o projelere dair bir görüşü hiç unutmadım, daha doğrusu bu kent bana ‘o projeyi’ hiç unutturmadı.

İş dünyasının henüz karnından konuşmadığı o iklimde, ben de çalıştığım gazetede kentin ileri gelen isimleriyle, bir dizi söyleşi gerçekleştirmiştim. Konumuz ‘İzmir ve 35 çılgın proje’ hakkındaki düşünceleriydi. Konuklarımdan biri babadan oğula sanayici Öner Akgerman’dı. 35 proje hakkındaki düşüncesi, ‘hiçbirini çılgın bulmadığı’ydı. Haliyle sormuştum:

“Peki sizin çılgın projeniz ne? Ne olurdu İzmir için çılgın proje. Düşündünüz mü?”

Hiç unutmadığım o cevap geldi ardından:

“Çılgın proje benim kaldırımda yürümem. Bakın bu çok önemli ama. Benim kaldırımlarda rahat yürümemi birisi gerçekleştirsin; servetimin tamamını bağışlamaya hazırım. Yok bu. Ben bunu Burhan Özfatura'ya da iki dönem başkanlığında kim bilir kaç defa söyledim, her akşam konuşuyordum. Yüksel Çakmur'a da buraya geldiğinde uzun uzun anlatıyordum… Hiçbirinin yapabileceği bir şey yok. Çünkü bunun için gerçekten çılgınlık lazım.

Benim Londra'da küçük bir evim var. Sık sık giderim. Araç sayısı belki İzmir'in bilmem kaç misli ama kaldırımda yürüyorsunuz. Kaldırımda araç katiyen yok. Nasıl çözdüler? Gitsinler öğrensinler. Ben miyim belediye başkanı? Bunun muhakkak bir çözümü vardır. Ufacık bir otoparkla bu iş yürümez ki. Hilton'un arkasında tesadüfen yapılmış.

Bütün İzmir'in kaldırımlarında bir tek araç kalmayacak, bunu başarabiliyor musun? En büyük çılgın proje bu. Öner Bey'in çılgın projesi. Cesareti olan çıksın ortaya. 'Ben kaldırımlarda araçları kaldırıyorum, bütün kaldırımlar tertemiz olacak, insan gibi yürünecek' desin.”

Öner Bey’in çılgın projesini seslendirmesinin ardından 14 yıl geçti, kaldırımlar bu kentin her semtinde hala insanların değil. Ağaçların, elektrik direklerinin, çöp konteynırlarının…
Dükkanların deposu / vitrini, restoranların arka / ön bahçesi, zaman zaman bankaların kredi kartı dağıtma veznesi. Her biri engelli parkur hala…
*
Uzun bir girizgâh oldu, amacım ‘kaldırım’ yazmak da değildi. Lakin ne zaman bu kentle ilgili kalem oynatmaya kalkışsam, neresinden tutacağımı bilemez halleriyle gerilip tıkanıp kalıyorum. Yine öyle oldu, üstelik uzun süredir yazmak için bilgisayar başına geçmemenin de ağırlığıyla…

Ve Öner Bey’in kulaklarını çınlattım akabinde, ‘Acaba bugün söyleşsek, kaldırımların yanına başka neyi eklerdi? ‘Arabalar yetmezmiş gibi, bir de kaldırımlara yayılan çöpleri toplamak en çılgın projedir’ der miydi?

Uzunca zamandır niye yazmadığımı soran dostlara, kırlangıç kuşundan söz ediyorum hep.
Kırlangıç kuşuna sormuşlar: "Neden böyle bir yerden, bir gökten uçuyorsun?"
"Dünya ile baş edemiyorum! Onun için, bir altından geçiyorum, bir üstünden! Bir yerden uçuyorum, bir gökten..."

Dünyanın camını çerçevesini indirmek isterken içim, oturmuş kaldırım diyorum, çöp yazıyorum diye kendime inanamıyorum bir yandan…
‘Ülkenin üzerine çökmüş adaletsizlik, yoksulluk, yoksunluk varken, sokaklar her zamankinden güvensizken, elde üç kuruşla o pazar senin, bu market benim ucuz yiyecek arayan canım insanların o kahırlı gözlerine bakamıyorken, cayır cayır yakılan güzelim ormanların kokusu burnunda, yitip giden canların sesleri kulaklarındayken, oturmuş çöp yazıyorsun ha’ diyorum hiç durmadan kendime…

Sonra cevaplıyorum kendi kendimi. Utanma! Sen değil, sana bunu yazdıranlar utansın! Sokağa / caddeye adım attığında karşılaştığın çöp yığınlarını kaldırmayan, cehennem sıcağında sana bok kokusunu reva görenler utansın! İşçiler emeklerinin karşılığı için greve gittiğinde oluşan çöp yığınlarını toplamak için ellerine eldiven geçirip şov yapanlar utansın! Elindeki pet şişeyi, kâğıt mendili atacak yer bulamadığında çöpünü çantanda eve kadar taşıyan sen niye utanacaksın?

İşçileri sebep / hedef gösterip yollardaki çöpü toplamaya soyunan belediye başkanları, sebep bu kez kendileriyken niye konuşmaz, niye yine eldivenlerini kuşanıp çöp toplamaz, utanma sırası kimde?

Kaç gündür sevgili Murat Atilla ile konuşuyoruz çöp sorununu. Özellikle bazı ilçelerde -ki aralarında Buca da var- oluşan çöp dağlarının sebeplerini, nasıl düzeltilebileceğini falan… Harmandalı Katı Atık Bertaraf Tesisi’nin Danıştay kararı ile kapatılmasının ardından başlayan çöp sarmalının detayları/tarafları ayrıntısına kadar haberleştirildiği için tekrarlamayacağım. İlçe belediye başkanlarına, özellikle de onlara ağabeylik yapması gereken İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’a, bir vatandaş olarak sesleneceğim.
Bilinçli her vatandaş gibi, biliyoruz ki AKP iktidarı sizi pes ettirmek, hizmet yapamaz hale getirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Kendi parti başkanlarına yapmadıklarını, size dayatıyor. AKP’ye topuklayana mesela anında 860 milyon veriyor, size ‘su yok ‘deniyor. Müfettişler CHP’li belediyelerin içinden ayrılmıyor, kaşının üstünde gözün var aranıyor, bulunamazsa da hayali tanıklarla, kaş göz dağıtılıyor. Tamam. Bunların hepsini hatta fazlasını biliyoruz ve bu bilinçle sizden çılgın proje, oydu buydu beklemiyoruz. Tek beklentimiz, asli hizmetlerinizi layıkıyla yapmanız. ‘İzmir bok kokuyor’ dedirtmemeniz mesela. Çöpleri toplamanız yahu, çöpleri! Eski püskü eşyalarla, çakma kanepeler fıtık yastıklarla çiçek gibi görünen, mis gibi kokan hani o eski Türkiye’deki anne / baba evlerimiz vardı ya, işte bu kenti öyle yapmak imkansız mı Allah aşkınıza! Egolarınız batsın! Birbirinizden şikâyet etmek, top çevirmek yerine, bir araya gelip diyalog kurmanız, sorunu nasıl çözebileceğinizi konuşup sonra da yola koyulmanız bu kadar mı zor? Verdiğimiz oylar için her gün kahrettirmek zorunda mısınız bizi? AKP’nin verdiği kahra bir de siz papyon takmaktan bıkmadınız mı?

Neydi o Türk filminin adı, ‘Hamza dalsın, Osman çalsın’ bunu mu seyrettireceksiniz bize? Oskarlık film falan beklemiyoruz sizden ey belediye başkanları! ‘Çöpçüler Kralı’ olun, hiç değilse çöp diye bir sorun yaşatmayın, lütfen, yetti ama artık, yeter!
*
(Not: Başlık, 1976 Türk filminden. Ne Hamza, ne Osman adında bir belediye başkanımız var. Sadece yaşadığımız absürtlüğü, olan biteni film gibi izliyoruz diye aklıma geldi. Ülke için yazsam ‘Sefiller’i seçerdim, İzmir’de yaşadığımız ‘kara komedi’ olunca, aklıma bu film geldi niyeyse…)