Ben ne kadar zifiri karanlık köşeler yazıyorsam bir o kadar aydınlık ve mutlu yazılar yazan arkadaşım Murat Şahin ile gelecekten, hayallerden, projelerden ve hikayelerden bahsederken, boşluğuna denk geldi ellam, 'şöyle bir şey yaparız belki belli mi olur’ deyip başlığının bile hazır olduğunu söyledi. Ay efendim kaçar mı benden ’hadi söyle de çalayım’ deyip sonuna 'aşk olsun ya yapar mıyım hiç' cümlesi ile bağlayınca ikna olsa gerek ki ya da ikna gibi yaptı pek emin değilim, kurguladığı şeyi ve başlığını kucağıma usulca bırakıverdi.
Hepsi hikaye…
Sevgili Murat nasıl güzel, nasıl öyle benlik olan bir yerden ses verdi ki sesime anlatamam. Hepsi hikaye deyince bu hafta sayılı da olsa üzüme düşmüş gibi yazdığım yazılardan biraz nefes almaya parka, bahçeye çıkarmaya çalışacağım yazıma gözü düşen, okuyan ya da az da olsa merak edenleri.
Benim hayatımda beni heyecanlandıran hikayeleri olan iki kişi oldu. Biri kardeşim ama yazmaya oğlumun hikayesinden başlamak isterim. Bizim doğurup, büyütüp ama sistemin eğitip kucağımıza bıraktığı ve ’al senin çocuk bu‘ dediği Z kuşağı. Eğer tüm kontrolü sisteme bırakırsanız sokaklardan toplama hatta toplayamama ihtimaliniz yüksek. En azından benim sürecimde sistem çok fazla kötü değildi diye bu günlerde kendimi olmadık şeylere şükür halinde zikir çekerken buluyorum.
Sadece kendimle alakalı olmamakla birlikte, içimde büyüttüğüm o insan, çocuğun güzelliğini de es geçemeyeceğim elbette.
İlk gençlik evreleri, hani şu bitcoin dedikleri şeyle muhteşem hayaller kurdurup, fena paralar çorlamadı yaşına rağmen. O kadar inandı ki oradan hayatımızın kurtulacağına; eğitim aldı, kafa yordu, zaman harcadı ve en önemlisi inandı. ‘Seni saraylarda yaşatacağım anne’ diyordu. Hani bi hoşuma gitmedi desem yalan olur, bu ülkede ‘seni saraylarda yaşatacağım anne’ deyip gerçekten yaşatan bir örnek vardı neticede, neden benim oğlum ikinci kişi olmasındı.
Sevdiğiniz biri büyük bir heyecanla bir hayalini anlatıyorsa ona sarılmak dışında daha güzel bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Hikayenin akışından da anlaşılacağı üzere, benim hayalini kurduğum saray püf deyip uçuverdi. Aman sarayla mı doğduk anamızdan deyip, saraylarda yaşayanları kaldığımız yerden eleştirmeye devam edip, evrene lütfen bizi de saraylarda yaşatarak sına bir gün diye gönderilmesi gereken tüm enerjileri gönderip oğluma döndüm.
Uçup giden hayallerimin verdiği yetkiye dayanarak arada sorarım koyunlar ne oldu’ diye. ‘Koyunlar kuzu oldu' ya da 'kurbanda sattım’ der, gülüşürüz hep beraber.
İlk hayal ise kardeşimden gelmişti. Hayal derken, bilmediğim bir şey anlatıyor ama öyle güzel anlatıyor ki o tanımadığın şeyin geleceğini görüyorsun adeta. İstanbul’a ziyaretine gittiğim bir gün İstanbul’un bilmediğim sokaklarında dolaştık epeyce. Bir karın ağrısı olduğunu anlasam da, karın ağrısı değil tırnak ağrısı diye yarı kıvırdı yarı gerçeğin kapısını araladı.
Tırnak batması sorununu çözdük çözmesine de o içine içine ben hem içime hem dışıma sohbet ederek İstanbul gezisine devam ettik. İstanbul sokaklarının tanımadığım cazibesine aldanmışım, ağzı açık geziyorum adeta. Ben kimim ki İstanbul’a gideyim. Kardeşim var diye izin çıkmış valideden, nasıl iyi nasıl güzel gelmiş. Nefes aldım adeta. Bir erkek çocuğunun size kazandırdığı konforu kullanın cümlesi davul zurna çalıyor kulağımın dibinde.
'Abla dinlenelim' dediği yerde oturdum. Hani normalde de çok konuşur ama o gün o kadar çok konuşuyor ki sadece dinliyorum. Konuşmaktan yorulmuş olmalı ki ‘abla ben bir karar aldım’ deyip garsondan kağıt ve kalem istedi. Hayalini, oda oda çizdi o minicik sayfaya; İz Gazete, İz Dergi, İz TV diye uzayıp gidiyor minicik kağıt. O çiziyor ama sadece kalemin başlangıç ve bitiş noktasını görüyorum.
Ben fabrika bilirim, makine bilirim, kitap bilirim, vardiya bilirim; site, gazete, takipçi o kadar uzak olduğum şeyler ki ne olduğunu anlamasam da hayalinin ve heyecanının verdiği mutluluğa dayanarak ’ne yapabilirim?’ diye sordum. Bugün de muhteşem kıymetli olan bir miktarla bu işi başarabileceğini söyledi.
"İzmirli ama yerel değil" sloganıyla başlattığı yol dokuz yıldır büyüyerek devam etti. İz Dergi olarak başladığı yayın hayatına Ümit Kartal’ın heyecanı ve azmi ile birkaç yıl sonra günlük gazete olarak çıkma kararı ile bugüne kadar eğilmeden bükülmeden yol aldı.
Dün annesinin çektiği üç beş kuruş krediyle başlayan İz Gazete hikayesi, birçok insana ekmek kapısı oldu. Dün dediysem de, dokuz yıl önce başlayan İz Gazete hikayesi, içinden geçen bir sürü insan hikayesi, dost hikayesi, düşman hikayesi, yoldaş hikayesi ile İzmir’de iz bıraktı.
Bundan sonraki süreçte de başka hikayelerle yoluna devam edecek.
Ümit Kartal’ın X hesabından paylaştığı duyurunun linkini yazının sonuna ekleyeceğim fakat yazdığı bir paragrafı yazıya eklemek isterim. Hesabından yaptığı duyuruda kararı, sebeplerin bir kısmını bu şekilde duyurdu "Geldiğimiz noktada; ’yazılı basın bitiyor’ sözü ‘yazılı basın bitti bitecek’ halini almaya başladı. Siyasal ve ekonomik baskılar, durmak bilmeyen döviz kuru, etki alanımız artmasına rağmen, tirajımızın ters oranlı şekilde düşmesine sebep olan hızlı dijitalleşme dönemi; GÜNLÜK gazete ile ilgili yeni bir karar almamızı kaçınılmaz kıldı. Sebeplerini sonradan detaylandırır, sonuçlarını ise hep birlikte görürüz. Ez cümle, İz Gazete Bugünden itibaren GÜNLÜK BASILI olarak yayınlanmama kararı aldı.’
Sayın Kartal’ın cümlesi ile bitireyim ben de ez cümle… Düştü diye görülen yerden birçok hikaye, birçok yeni proje, daha yeni başlangıçlar, daha iyi gelişmelerle, daha umutlu günler ve yeni sürprizlerle bir araya geleceğimiz günlere diye kaldırdım elimde ki üzüm salkımını. Gökten üç elma düştü biri yazanın, biri okuyanın, zehirli olan haset edenin olsun. İsmi okuyana bırakıyorum.