İZMİR HABERLERİ

İzmir’de gündem grev hakkı: 22 yılda 22 yasak

Maden işçilerinin grevinin yasaklanmasını değerlendiren Müftüoğlu, “Kendi emeğinin iradesine hükmedemeyen kişi, toplumdaki politikaların oluşmasında nasıl söz sahibi olabilir? AKP 22 seferdir böyle yapıyor” dedi.

Abone Ol

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kamu çalışanlarıyla hükümet arasında süren toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmeleri sonuçlanmadan önce Türk İş’in aldığı grev kararı kapsamında maden işçilerinin grevini, 'milli güvenliği bozucu' gerekçesiyle 60 gün süreyle ertelemişti. AKP’li 22 yılda 22’nci grev ertelemesine dair İzTV’de Nil Kahramanoğlu ile Gündem Özel’e konuşan Akademisyen Özgür Müftüoğlu, grev yasaklarına karşı daha genel bir mücadele hattının oluşması gerektiğini söyledi.

‘Doğal hakkın ihlali’

Grevin sadece AKP iktidarında değil, diğer kapitalist toplumlarda da sınırlandırıldığına dikkat çeken Müftüoğlu, “Sınırsız grev hakkı esas olarak verilmez. Çünkü grev, işçinin üretimden gelen gücünü kullanıp üretimi durdurması demek. Bu gücün kullanılması sistemin şah damarını keser. Grev, işçinin emek gücünün iradesi. Dolayısıyla kendi emek gücünü kullanıp kullanmamasının yasaklanması, işçinin emeğini kendi iradesinden almak, işverene ya da iktidara devretmek demek. Grev son derece meşru, doğal bir hak. Tüm yasaklamalar bu doğal hakkı ihlal etmek anlamına gelir” dedi.


Ertelendiği zaman grevin bir anlamı kalmadığını belirten Müftüoğlu, “Anlamlı olabilmesi için hemen yapılıyor olması lazım, üretimin durdurulması lazım. Bunu ortadan kaldırıyorlar. AKP iktidarı döneminde 22 seferdir böyle yapılıyor” diye konuştu.

‘Milli güvenlikle ne alakası var?’

Grevin ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle yasaklanma kararının da sorgulanamadığını ifade eden Müftüoğlu, “Ne gibi bir bağlantısı, alakası var diye soramıyorsunuz. Gerçekten milli güvenliği ya da toplum sağlığı ilgilendiren işlerde zaten grev yapmak yasak. Bu politika aynı zamanda bundan sonra özel sektörde yapılacak TİS’leri de etkiler. Toplamda ücretlerin genel seviyesinin giderek erimesine ve insanların sefalete mahkûm kalmasına sebep olur” ifadelerine yer verdi.

‘Sendikalar uzlaşıyor’

Sendikaların tavrını da değerlendiren Müftüoğlu, “Sendikalar daha çok asgari ücret tespit zamanı geldiğinde ya da toplu sözleşmeler döneminde gündeme geliyor. 80’lerden itibaren sendikalar politikaların hedefi haline geldiler. Sendikalar bu süreci, mücadele etmek yerine daha çok uzlaşmacı bir tavır sergileyerek sürdürdüler. Bu anlaşma öyle bir hale geldi ki, işçilerin en temel hakları kalkarken bile sosyal diyalog ve uzlaşma adına bu haklardan vazgeçtiler. İşçilerin seçimi ve aidatlarıyla yönetimde olan yapı nasıl oluyor da işçiden bu kadar uzaklaşıyor? Yasaların da getirdiği bir yönlendirmeyle büyük ölçüde bürokratikleşme yani artık sendikaların sistemin bir parçası haline geldikleri durum ortaya çıkıyor” dedi.
AKP’nin sendikaları yanına çekmek, örgütlenmeleri kırmak için karşı örgütlenmeler yaratmak konusunda başarılı olduğunu kaydeden Müftüoğlu, “Özellikle Hak-İş ve Türk-İş yönetimleri büyük ölçüde iktidarla yakın ilişkiler içerisinde. Siyasi iktidarın dayatmaları karşısında hep uzlaşmacı tavır sergiliyorlar. Sendikalar sürekli örgütlerdir. İşçi sınıfını örgütleyecek, sınıf bilinci için onları dönüştürecek, yani sürekli bir mücadelenin devamıdır. İşçiler de günü geldiği zaman bu grevlere hazır olacaklar. Sendikalar bunu yapmıyor. Kendilerini yasalarla sınırlandırmış, zincirlemiş bir anlayış benimsiyor. Sendikalar bu özelliklerini tamamen kaybetmiş durumdalar. İşçinin aleyhine düzenlemelere sessiz kalarak onaylıyorlar. Ankara’da oturan bürokratlar. Başka bir vasıfları yok” yorumunu yaptı.

‘Genel mücadele hattı oluşmalı’

İşçilerin daha politik bir mücadele hattı çizmesi gerektiğini söyleyen Müftüoğlu, “İşçiler grev sürecinde bir süre maaş almamayı göze almalı. İşten çıkarılabilir, bunu göze almalı. İşçilerin nesnel durumuna baktığımızda çoğu borçlu. Bu borçların ödenmesi lazım, bunun için de düzenli ödeme alması lazım. Bu engelleyici bir etken. İkincisi de işsizlik çok yüksek. İşini kaybettiğinde güvenceli bir iş bulabileceği umudu yok. Öyle olduğu için de kendine otokontrol uyguluyor. O yüzden grev vs. eylemlere bıçak kemiğe dayanmadıysa katılmıyor. Burada sınıfsal bir perspektif gerekiyor. Mücadeleyi sadece ekonomik çıkar üzerinden değil, daha siyasal bir çerçeve içerisinde ele almak gerekiyor. Çünkü aslında grev siyasal bir eylem. Bunu gözden kaçırmamak lazım. Ekonomik mücadele çok önemli evet, ancak burayla sınırlandırmamak gerekir. İkinci en önemli mesele grevi ertelenen işçi zorla çalıştırılıyor demektir. Bu kabul edildiğinde şöyle bir sonuç çıkar; emekçiler politik bir özne olma özelliklerini de kaybederler. Kendi emeğinin iradesine hükmedemeyen kişi, toplumdaki politikaların oluşmasında nasıl söz sahibi olabilir? Bu mesele ekonomik birtakım hakları kaybetmekten daha önemli. Her şeyden önce grevleri, bürokratik ve yasal sınırlara hapsolmuş eylemler olmaktan çıkarmak lazım. Sendikaları sorgulamak lazım. Daha genel bir mücadele hattının oluşması lazım” dedi.