Funda Obuz* -Türkiye’nin son 50-60 yıllık tarihi, aynı zamanda darbeler ve onların etkilerinden kurtulma çabalarının tarihi olarak da nitelendirilebilir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi toplumdaki çatışma ve karmaşaya son verme gerekçesiyle yapılmış, ancak tüm demokratik kurumların, sol, sosyalist ilerici güçlerin üzerinden bir silindir gibi geçmiştir. Resmi rakamlara göre 50 kişi idam edilmiş, cezaevlerinde işkence altında onlarca kişi hayatını kaybetmiştir. 1982 Anayasası belli bölümleri değişikliğe uğrasa da hala yürürlüktedir. 12 Eylül yöneticileri tarafından çıkarılan yasalar ve kurumlar da geçerliliğini korumaktadır.

Bugün insan haklarından Kürt sorununa, sendikal hakların budanmasından adalet mekanizmasına, basındaki sansürden üniversite özerkliğinin yok edilmesine, şovenizmin yaygınlaşmasından militarizm övgüsüne, ekonomik krizleri hızlandıran neoliberal politikalara kadar hayatımızı karartan bütün uygulamaların kökeninde 12 Eylül’de çizilen toplumu biçimlendirme projesinin rolü vardır. Bugün gelinen noktada antidemokratik kurumların tümü egemen siyasi gücün hegemonyası altında varlığını sürdürmektedir. İktidar kendi medyasını, yargısını, polisini yaratarak büyük bir gözaltı düzeni ve kendine biat eden bir toplum oluşturmak istemektedir.

12 Eylül’de kapatılan kurumlardan biri de Türk Tabipleri Birliği (TTB)’dir. TTB Merkez Konseyi üyeleri sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış, dönemin TTB Başkanı Erdal Atabek, Barış Derneği yöneticiliği de bahane edilerek yıllarca cezaevinde kalmıştır. TTB o gün olduğu gibi bugün de darbelere karşı duran, bağımsız, özgürlükçü kimliğini korumaktadır.

12 Eylül Siyasi İslam’ın en çok boy attığı dönem olmuş, komünizm tehlikesine karşı geliştirilen “yeşil kuşak” projesi yıllar içinde meyvelerini vermiştir. 15 Temmuz askeri darbe girişimi, Gülen Cemaati’nin 1980’lerden başlayarak askeri liselere, milli eğitime, yargıya ve polise nasıl sızdığını somut olarak gözler önüne sermiştir. Bu süreçte Özal’dan başlayarak tüm hükümetlerin payı olmuştur. Kuşkusuz en büyük pay 14 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinindir.

15 Temmuz askeri darbe girişimi, TTB ve tüm toplum kesimleri tarafından lanetlenerek demokrasiye sahip çıkılmıştır. Ancak darbenin bastırılması, onu da içinde büyüten sistemin değişmesi anlamına gelmemektedir. 15 Temmuz’dan hemen sonra ilan edilen OHAL ile zaten çok az kalmış olan demokratik hak ve özgürlükler askıya alınmıştır. Darbeyle mücadele adı altında hukuki bir gerekçe olmadan, öznel değerlendirmelerle yapılan açığa alma, gözaltı ve tutuklamalar, bugüne kadar her türlü darbe ve diktaya karşı duran, emek, demokrasi ve barışın sesini yükselten, ilerici, laik demokrat kesimleri de içine alan bir cadı avına dönüşmeye başlamıştır. Kapatılan yükseköğretim kurumlarında görev yapan öğretim elemanları ve hekimler işlerini kaybetmiş, çıkarılan KHK’lere göre kamuda tekrar işe girmeleri de engellenmiştir.

Bu ortamda sadece iş güvencesinden değil can güvenliği ve özgürlüğünden de endişe duyan, en yakınına bile güvenemez hale gelen insanlar büyük bir umutsuzluk ve ruhsal çöküntü yaşamaktadır. Bir süre sonra toplumun büyük kesimini esir alan bu duygular bir korku imparatorluğu yaratmaktadır.

Darbeler, kişisel hak ve özgürlüklerin sınırlandığı otoriter yönetimler ancak çoğulcu, katılımcı gerçek bir demokrasi ile önlenebilir. Emekten, demokrasiden, laiklik, barış ve kardeşlikten yana olan güçlerin birleşmesi gelecek için umudu, dayanışmayı çoğaltıp mücadeleyi büyütebilir.

Yani kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!

*Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi

EYLÜL SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi