Günümüzdeki üretim ve tüketim örüntüleri dünyayı çözülmesi zor sorunlarla mücadele etmek zorunda bırakıyor. İklim krizi, enerji krizi, gıda güvenliği ve sağlıklı gıdaya erişim, salgınlar, bölüşümde yaşanan derin adaletsizlik ve eşitsizlik gibi üst başlıklar diğer pek çok sorunu da kapsayarak uluslararası kurumlar ve devletler ölçeğinde çeşitli konferanslarda ve toplantılarda masaya yatırılıyor. İnsanoğlu bu sorunlara karşı sürdürülebilirlik, döngüsel ekonomi, dayanışma ekonomisi, yenilenebilir enerji, karbon ayakizi, üretim ve tüketimin yerelleşmesi gibi kavramlar üzerine inşa edilmiş stratejiler ve programlar hazırlayarak çözüm üretmeye çalışıyor. 

EKOLOJİ Mİ EKONOMİ Mİ!

Bu tartışmalar ve çözüm çabaları bazı olumlu çıktılar doğursa da bu krizlerin kaynağına dair sorunlu bakış insanoğlunu çözümden uzaklaştırıyor. Tüm bu kayda değer ve kıymetli çaba ekoloji ve ekonomi arasındaki ilişki tarif edilirken yaşanan sapmalar sebebiyle beklenen sonucu veremiyor. Ekoloji ve ekonominin ayrı ayrı ele alınması ya da yine ayrı ayrı ancak bir denge içerisinde ele alınmaya çalışılmasıyla tıkanmalar ya da çatışmalar ortaya çıkıyor. Kıymetli ekosistemlere, meralara ve tarım alanlarına yenilenebilir enerji santralleri (RES, GES vb.) kurulmasının yarattığı çatışma güncel ve aktif bir örnek olarak karşımızda duruyor. Ekoloji ya da ekonomiden birini seçmek zorunda mıyız? Bir şeyi yok ederek yeni bir şey yaratmak çözüm mü? Yoksa doğayı, refahı, kültürü çoğaltan bir model mümkün mü?



İZ DERGİ'NİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Bu çatışma kırsal alanlarda göç ve istihdam gibi önemli yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Özellikle öncelikli amacı kendi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak olan çiftçiler, çobanlar ve ailelerinin yaşadıkları coğrafyayla kurdukları çoğaltıcı bağ, dış etkenler sebebiyle zayıflıyor ve kopuyor; tarım ve hayvancılığın temel yaşamsal ihtiyaçları karşılayacak kadar dahi kazandırmaması, her türlü yaşamsal maliyetin artması, yaşam alanlarının daralması, istihdam sorununa ve göç dalgasına sebep oluyor. Nesiller boyu içinde yaşadığı coğrafyanın olağan bir parçası gibi yaşamış, o coğrafyanın kendisine sunduklarına uygun üretim kültürü geliştirmiş ve bu kültürü nesiller arasında aktarabilmiş insanların, koruyan ve çoğaltan varlığının ortadan kalkmasıyla da küresel ölçekte yaşadığımız sorunlara bir tuğla daha koyuyoruz. Gelecek nesillerin kaynaklarını da tüketen konvansiyonel tarımla birlikte kuraklık ve yoksulluk köy-kent ayrımı gözetmeksizin öncelikli sorunlarımıza dönüşüyor.

TAMAMLAYICI 6 HALKA

İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’in “Başka Bir Tarım Mümkün” vizyonu doğrultusunda kurgulanan İzmir Tarımı Ekosistemi kapsamında yürütülen Mera İzmir Projesi; başta yoksullukla ve kuraklıkla mücadele olmak üzere pek çok soruna çözüm üretmek ve Türkiye’de bu düzeyde yapılan ilk proje olması sebebiyle de model olmak gibi önemli iki misyona sahip. İzmir Tarımı Ekosistemi; ürün planlaması, tarımsal destekler, alım ve satış garantisi, izleme ve değerlendirme, kırsal turizm, işleme/markalaşma ve satış gibi birbiriyle iç içe geçmiş ve tamamlayıcı altı halkadan oluşuyor. İzmir Tarımı ürün planlama sürecinde, ihracatı yapılabilecek niteliğe ve niceliğe sahip, İzmir’in iklimiyle uyumlu, yerli ırk ve tohumlardan oluşan stratejik beş ürün grubu belirlendi. Mera hayvancılığı, tahıl ve baklagiller, zeytin ve zeytinyağı, üzüm, incir, badem gibi kuraklığa dayanıklı meyveler ve kıyı balıkçılığı ‘’Başka Bir Tarım Mümkün’’ vizyonuyla desteklenerek, doğanın ve kültürün korunması, yerinde istihdam ile üreticinin korunması ve doğduğu yerde yaşayabilmesi amaçlanıyor. 

Mera hayvancılığı niceliği ve niteliğiyle İzmir tarımı içinde önemli bir yere sahip. Mera İzmir Projesi ile İzmir’in kırsal bölgelerindeki üretici ve hayvan sayıları, ağıl konum bilgileri toplandı ve kapsamlı bir harita oluşturuldu. Harita, Türkiye’de ilk kez bölgesel ölçekte hazırlanan tarımsal ürün planlaması için kullanılıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi tarafından yürütülen bu çalışma ile alım ve satış garanti sistemi destek programı için bir altlık oluşturulmuş oldu. İzmir kırsalında 4 bin 664 çobanla görüşülerek ortaya çıkarılan çoban haritası bu yönüyle Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor. Çıkarılan bu envanter ile hayvanlarını en az 7 ay meraya çıkaran, silajlık mısır gibi üretiminde yüksek su tüketimine sebep olan yem bitkileriyle beslememiş olan üreticiler tespit ediliyor ve bu üreticilerin sütleri piyasanın çok üzerinde bir fiyattan satın alınıyor. Böylece hem doğayı koruyan ve çoğaltan üreticiler desteklenmiş oluyor hem de şu an için kriterlere uymayan üreticilere örnek teşkil etmesi hedefleniyor. Satın alınan ürünler ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Bayındır ve Ödemiş’teki tesislerinde işlenip markalaştırılarak katma değeri artırılıyor.

SUYU DA TÜKETİYORUZ

Türkiye’de su kaynaklarının yüzde 77’si tarımsal sulamada kullanılıyor. Tarımda aşırı su tüketiminin ana nedeni; Türkiye iklimine uygun olmayan, aşırı su tüketen silajlık mısır gibi yem bitkilerinin yetiştirilmesi için kullanılan su. Doğru ürün planlamasının yapılamaması yüksek su tüketiminden kaynaklanan kuraklığa sebep olurken, yanlış ürün deseninin çıkardığı yüksek maliyetler ve sürdürülemez duruma gelen üretim, istihdam sorunları ve kırdan kente göçü doğuruyor. Mera İzmir Projesi, hedefi ve ortaya çıkan olumlu sonuçları ile örnek bir koruma-kalkınma projesi niteliği taşıyor. Doğanın, kültürün ve insanın korunduğu, yerinde istihdamın sağlandığı ve göçün önlendiği, katma değerli ve sağlıklı gıdanın üretildiği bu sistem, kuraklık ve yoksulluk başta olmak üzere pek çok küresel ve bölgesel sorunun çözümü noktasında örnek bir model. ‘’Başka Bir Tarım Mümkün’’ vizyonu küçük üreticilerin desteklendiği, yerli tohum ve ırkların değerlendirildiği, yok etmeden de üretebilen bir tarımın mümkün olabileceğini gösteriyor. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin.

Editör: Haber Merkezi