GÜNDEM

İmamoğlu The Economist’e yazdı: Türkiye bugün bir yol ayrımında

CHP'nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, The Economist'te yayımlanan makalesinde Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi atmosferi ve terör örgütü PKK'nın silah bırakma sürecine dair değerlendirmelerde bulundu.

Abone Ol

CHP'nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, The Economist'te yayımlanan makalesinde Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi atmosferi ve terör örgütü PKK'nın silah bırakma sürecine dair değerlendirmelerde bulundu. Silahsızlanma sürecinin "tarihi bir fırsat" sunduğunu belirten İmamoğlu, sürecin demokratik zeminde yürütülmesi gerektiğini vurguladı.

İmamoğlu'nun yazısı şu şekilde:

"Temmuz ayında, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından terör örgütü olarak tanımlanan silahlı grup PKK’nın 30 üyesi, Irak’ın kuzeyinde düzenlenen sembolik bir törenle silahlarını bıraktı. Halen devam eden bu silahsızlanma süreci memnuniyetle karşılandı. Zira bu süreç, uzun zamandır Türkiye’nin siyasi sistemine yük teşkil eden, ekonomik kalkınmayı yavaşlatan ve sosyal bölünmeleri derinleştiren şiddet döngüsünü sona erdirmek için tarihi bir fırsat sunuyor. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki rolünün yeniden tanımlaması için eşsiz
bir imkan yaratıyor.

Artan baskı ortamı, barış sürecini doğrudan etkiliyor

PKK'nın ayrılıkçı bir isyanla başlattığı Kürt meselesi, yıllarca Türkiye'de demokrasinin derinleşmesine engel teşkil etti. Bugünkü silahsızlanma sürecinin tam da ülkede otoriterliğin tırmandığı ve siyasi muhalefetin ağır baskı altında tutulduğu bir dönemde yaşanıyor olması, başlı başına bir ironi. Son bir yılda, ben de dahil olmak üzere birçok CHP’li belediye başkanı siyasi gerekçelerle tutuklandık. Bu durum, sadece muhalefete gözdağı vermekle kalmadı, Türkiye’de demokratik katılım alanını da iyice daralttı. Artan baskı ortamı, barış sürecini doğrudan etkiliyor. Süreç, Kürt nüfusun uzun süredir dile getirdiği siyasi, kültürel ve ekonomik şikayetlerin ele alınması için gereken kapsayıcı siyasi zemin olmadan ilerledi.

Hükümet meşruiyet ve güven inşa etmek için önemli bir fırsatı heba etmiş oldu

Irak, Suriye ve İran'da faaliyet gösteren PKK bağlantılı gruplarla ilgili gerçek bir stratejinin olmaması ise, çatışmanın önemli bölgesel boyutlarını sürecin dışında bıraktı. Hükümet, açık ve kapsayıcı bir ulusal diyalog başlatmalıydı. Bunun yerine müzakereleri kapalı kapılar ardında yürütmeyi tercih etti. Bu da meşruiyet ve güven inşa etmek için önemli bir fırsatı heba etmiş oldu.

Cumhurbaşkanı adayı olduğum Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için Kürt meselesi yalnızca bir ulusal güvenlik konusu değil; aynı zamanda demokrasi, adalet, kalkınma ve kurumsal reform meselesidir. Biz, şiddeti sona erdirecek, kalkınmayı teşvik edecek ve köklü eşitsizlikleri giderecek uzun vadeli bir stratejiyi savunuyoruz; tüm vatandaşlarımız için eşit yurttaşlık, demokratik katılım, hesap verebilirlik ve Cumhuriyet çatısı altında ortak bir gelecek istiyoruz.

Şeffaf bir sürece ihtiyaç var

PKK’nın kendini lağvetme niyetini açıkladığı andan itibaren iki önemli öneri sunduk. İlk olarak, barış sürecinin hukuka uygunluk, sivil katılım ve kurumsal denetim çerçevesinde ilerlemesini sağlamak üzere derhal bir parlamento komisyonu kurulmasını talep ettik. Komisyonun nihayet kurularak 5 Ağustos’ta ilk toplantısını gerçekleştirmesi doğru yönde atılmış bir adımdır. Ancak birçok kişi, müzakerelerin hükümetin dar güvenlik odaklı gündemiyle sınırlı kalacağından endişe duyuyor. Buna rağmen, demokratikleşme ve sosyal uyum gibi daha geniş kapsamlı konuların gündemin merkezine yerleştirilmesini sağlamak için komisyona katılmaya karar verdik. Zira, şeffaf bir sürece ihtiyaç var, Erdoğan koalisyonunun önceden belirlenmiş kararlarını meşrulaştırmaya yarayan bir vitrine değil.

Halkımızın hak ettiği barış, baskıyla değil, meşruiyetle sağlanabilir

İkinci olarak, silahsızlanma süreci demokratik normlara dönüşle eşzamanlı ilerlemelidir. Kalıcı barış, partizanlık ve demokratik gerilemenin yaşandığı bir sistemde mümkün olamaz. Sürece meşruiyet kazandırması gereken kurumlar—parlamento ve sivil toplum— uzun zamandır devre dışı bırakıldı, yargı ise siyasallaştırıldı. Oysa halkımızın hak ettiği barış, baskıyla değil, meşruiyetle sağlanabilir.

Kendi deneyimim de Türkiye’deki çelişkileri ortaya koyuyor. Mart ayında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaparken ve partimin Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmek üzereyken, siyasi nedenlerle açılmış davalar sonucunda tutuklandım. Bana yöneltilen suçlamalar arasında yolsuzluk ve teröre yardım da vardı. Bu son suçlama, seçim listemizde yer alan bazı belediye meclis üyesi adaylarının, PKK ile bağlantılı olduğu iddia edilen bir platformla ilişkili oldukları gerekçesiyle yöneltilmişti. Oysa bu kişiler seçilmeden önce, adaylıkları Yüksek Seçim Kurulu tarafından incelenmiş ve onaylanmıştı.

Hükümet, AİHM'nin Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmasına yönelik kararı hala uygulamıyor

Bu arada, barış arayışında olduğunu öne süren hükümet, seçilmiş Kürt temsilcileri sistematik biçimde hedef almayı sürdürdü. Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP, yeni adıyla DEM Parti) bir çok belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyum atandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, eski HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasına yönelik kararları ise hala uygulanmıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde demokrasinin aşınması yalnızca bir iç mesele olmakla kalmıyor. Bu durum, dünyanın güvenlik, enerji ve göç gibi alanlarda güvenilir ortaklara ihtiyaç duyduğu bir dönemde, Türkiye’nin uluslararası alandaki potansiyelini zedeliyor. Tepkisel reflekslere dayanan ve iç siyasi hesaplarla şekillenen Türk dış politikası, tutarlılıktan uzak. Komşularla ilişkiler ise çatışma ve normalleşme arasında savruluyor.

Türkiye bugün bir yol ayrımında

Suriye’de Esad rejiminin çöküşüyle ivme kazanan bölgesel dönüşüm, Ortadoğu’da barış, uzlaşma ve yeniden yapılanma sürecine anlamlı ve yapıcı bir katkı sağlanması için önemli bir imkan sunuyor. Türkiye, eğer tüm topluluklar için adalete ve kapsayıcılığa dayalı bir dış politika izlerse, özellikle Suriye’de çok şey yapabilir. Ortadoğu konusunda Avrupa Birliği ile daha yakın işbirliği de mümkün; ancak bunun için içeride demokratik meşruiyete ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir dış politika gerekir.

Temel hak ve özgürlüklerin korunması, Türkiye’nin askıya alınmış AB üyelik sürecini de canlandırabilir. Türkiye’nin jeostratejik konumu, tarihsel birikimi ve demokrasi mirası, ülkemizi istikrar ve ilerleme adına önemli bir aktör haline getiriyor. Ancak Sayın Erdoğan’ın kişisel hırsları ve iç siyaseti bilinçli olarak kutuplaştırmasından etkilenen dış politika, bu potansiyelin hayata geçirilmesine engel teşkil ediyor.

Türkiye bugün bir yol ayrımında. İçerideki yönetim anlayışı dış politikadaki ağırlığını giderek daha fazla belirleyecek. Sorumlu bir bölgesel güç olabilmek için, Türkiye kendi demokratik kurumlarını yeniden kuvvetlendirmelidir. Ancak o zaman giderek istikrarsız hale gelen dünyada güvenilir bir aktör olarak hareket edebilir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak, ülkemizin demokratik yenilenme sürecine liderlik etmeye kararlıyım. Meşruiyet ve hukukun üstünlüğüne dayanan yeni bir hükümet, dünyayla ilişkilerini netlik ve kararlılıkla kuracaktır."