Bu belki kırmızı bir elbise, mavi bir kravat, Cemal Süreya’nın dediği gibi mutlu bir sabah kahvaltısı, bir masaya, duvara, ağaca, otobüs koltuğunun arkasına yazılan iki harf, bir şiir… yıllar sonra sizi nerelere götürür.
Aklımıza, ayrılık sonrası hep şu soru gelir. Yeniden dönecek mi? Sevdiğiniz şehir size hüzün vermeye başlar. Kaçmak, uzaklaşmak isterseniz. İçinizde hep bir umutla beklersiniz…
Taşını toprağını, en küçük noktasını bilen yaşadığı şehre âşık olan insanlara ne demeli… Anlata anlata bitiremezler. Bilmediklerini araştırır öğrenirler. Akıllarında acaba hep şu soru mu vardır? ‘Kim var imiş biz burada yoğ iken’ kaç kişi bunu merak eder? Belki de hepimiz yaşadığımız şehri merak etmeli ve araştırmalıyız. Üzerine şiirler, öyküler, romanlar yazmalıyız, resimler yapmalıyız, fotoğraflar çekmeliyiz. Çocuklara şehirlerini anlatmalıyız. Gerçekten şehrimizi ne kadar tanıyoruz?
İzmir üzerine yazılmış her kitap benim için çok önemli, geleceğe bir iz bırakmak buradan geçiyor. Yıllarca birlikte kitapçılık yaptığımız Gökay kardeşi Eray ile birlikte birçok kitapçının hayali olan küçük bir yayınevi kurdular. İki kitap bastılar. Birkaç yıl önce beni arayıp, “Kayıp Cennet Smyrna 1922 Hoşgörü Kentinin Yıkılışı kitabını tekrar basmak istiyorum?” dedi. Fikrimi sordu. Kitap daha önce Şenocak yayınlarından çıkmıştı. O zamanlar küçük bir infiale neden olmuştu. Hiç düşünmeden, “Hemen yayınla,” dedim.
Cesaret bir yayıncının en büyük silahıdır. Kitap şubat ayında Pero yayınlarından çıktı. Günde yüzlerce kitabın çıktığı bugünlerde okurların yeniler arasında doğru kitaba ulaşma şansı ne yazık ki artık çok zor. Okur her mecrada çok okunanlara yönlendiriliyor.
En sevdiğim kitaplar İzmir için yazılanlar. Hep söylerim İstanbul üzerine yazılan binlerce kitap var. İzmirli neden şehrinin kitaplarına sahip çıkmıyor. Şimdi ilk aklıma gelen yine İzmir yangınını anlatan ve en son büyükşehir yayınlarından çıkan Mehmet Coral’ın “Ateşin Gelini Gavur İzmir/13 Eylül 1922’de İzmir’i kimler Yaktı?” mutlaka bu kitabı da okuyun. Gelelim Pero yayınlarında çıkan kitaba…
Kayıp Cennet; Smyrna’yı yurtları kabul etmiş Levanten hanedanlarının basılmamış mektuplarını ve günlüklerini kaynak olarak kullanmış. Basılmak için yazılmamış olan bu dokümanlar zor zamanlarda alınmış çalakalem notlar halindedir. 1922’deki büyük yangını kimin çıkardığı halen bir tartışma konusudur. Gazeteci yazar Giles Milton karanlık bir dönemi canlı tanıklar ve belgelerle açıklamaya çalışıyor.
“…İstanbul’u, İskenderiye’yi ve Beyrut’u boş ver. Katastrophi (felaket) öncesi Smyrna dünyanın en kozmopolit kentiydi.”
Petros’un doğduğu şehirde incir yüklü develer, yolda en son model Newton Bennett arabalarla yan yana ilerliyordu. Bu şehir sinema adı verilen yeni modayla, 1908 gibi erken bir tarihte tanışmıştı. Sadece Paris’ten lüks marka malların ithalatıyla uğraşan 17 firma vardı. Petros’un babası günlük bir gazete okumak isterse seçim yapması zordu: On bir tane Yunanca, yedi tane Türkçe, beş tane Ermenice, dört tane Fransızca ve beş tane de İbranice gazete vardı. Bunların yanında neredeyse bütün büyük Avrupa kentlerinden her gün günlük gazeteler gelirdi.
“…Smyrna’nın caddelerini ve mağazalarını gördüğünde o kadar şaşkınlığa düşmüştü ki, bunların gerçek olduklarına emin olmak için kendini çimdiklemek zorunda kalmıştı. Bu şehir savaştan hiç etkilenmemişti ve tanıştığı herkes de çok keyifliydi. Özellikle kadınlar dikkatini çekmişti. Eteklerinin kısalığı, bacaklarının görülmesi yetecek kadarını çekici bir şekilde açıkta bırakırken ince bluzları İngiltere’de çok popüler olan demode yünlülerden çok farklıydı. İnsan hayret ediyordu. Kendisini “Aman Tanrım, nasıl bir yer burası?” demekten alıkoyamıyordu.
“…Hareketli gece yaşamı ve özellikle sabaha kadar açık olan caz barlar da parasını hızla azaltıyordu. Eşine yazdığı mektupta tutsak geçirdiği yıllardan sonra harika zaman geçirdiğini yazmıştı… kızlara gelince, onlar inanılmaz! Ayakkabıları topukluyken nasıl yürüyebildiklerini sen düşün…”
Bu kitap için İlber Ortaylı bir yazısında,
“…1900’lerde Rumeli’den ve ardından adalardan gelen göçmen kitlesi bile beklenildiği gibi bir gerilim yaratmadı. Bereketli topraklar herkesi doyurdu ki kitlelerin birbirleri hakkındaki kanaatleri açığa çıkmaktan çok örtülü olarak hayata devam ettiler. Yine de bazı yazarların söylediği gibi (Paradise Lost-Giles Milton) “Kayıp Cennet” lafını kullanmak yanlış. İzmir etnik grupların yaşamı açısından hiçbir zaman bir cennet değildi” der.
Kimi şehirler bir şarkı, kimi şarkılar bir şehirdir. Hüzünlendiren, yarım hissettiren, umutlandıran. Ne güzel söylemiş Hümeyra ‘Beyhude’ albümünde, “Ben senin çizdiğin gemileri sevdim, yağmurdan ıslanmaktan keyif aldım…” Ayrılık zordur. Sevdiğiniz şehrin üzerinize yıkıldığını hissedersiniz.
İzmir yangını gibi kendinizi hüzünlü bir yıkılış hikayesinin içinde bulursunuz.