DERLEYEN/ NİL KAHRAMANOĞLU- İZ Televizyonu’nda Bülent Kepenek’in sunduğu Emek Dünyası programının konuğu Çalışma Ekonomisti Dr. Arif Koşar oldu. 2022 yılında yükselen işçi hareketinin konuşulduğu programda işçi sınıfının nitelik tartışmalarına da değinildi. 2022’nin işçi sınıfı açısından hareketli başladığını ifade eden Koşar, “Özellikle 2001 krizi sonrası AKP’nin hayata geçirmeyi başardığı özelleştirmeler, taşeron çalışmanın, güvencesiz çalışmanın yolunun açılması, aynı zamanda toplumun büyük kesiminin finansal sisteme dâhil edilerek borçlandırılması gibi etkenlerle beraber şöyle bir tablo çıktı; işçi sınıfının toplam toplumsal gelirden aldığı pay düştü. İşverenlerin, sermayenin aldığı pay arttı. Yani kârlar arttı, ücretler düştü. İkincisi de; hem iş kanundaki değişiklerle hem de sendikalaşma oranındaki ciddi düşüşle işçileri haklarıyla çalışma durumunun adım adım kaldırılması sonucunu getirdi” diye konuştu.

‘BAŞKA ÇARESİ YOK’

Yapılan eylemlerin önemli bir kısmının sendikasız işçiler tarafından gerçekleştirildiğini belirten Koşar, “Gerçekten sendikaların olduğu iş yerlerinde hak alma eylemleri oluyor ama bir yandan sendikal bürokrasi bunları engellemek için elinden geleni yapıyor. Burada çelişkili bir durum var. Sendikalaşma eğitimi Türkiye’de çok iyi sendikalar olduğu için yok. İşçilerin sosyal ekonomik durumları o kadar hızlı ağırlaşıyor ki bu koşullar işçileri mücadeleye teşvik ediyor. İşçilerin başka çaresi yok” açıklamasında bulundu.

ÖRGÜTLÜLÜK VURGUSU

İşçi sınıfının sınıf olarak ekonomik ve siyasal harekete damga vurabilmesinin örgütlülükle sağlanabileceğinin dile getiren Koşar, “Bugün işçi hareketinden beklenen öncelikle diğer alanlara örnek olması, buralardan çıkan kazanımları kaybetmemek üzere örgütlü yapıya kavuşması, sendikal örgütlenme sürecinin güçlendirilmesi umudunun olmasıdır. Yoksa işçi sınıfı örgütlü olmadığı sürece ülke siyasetine, ekonomi tartışmalarının başka bir cepheden ele alınması gerçekçi olmaz” diye konuştu.

İTTİFAKLARI DEĞERLENDİRDİ

“Erdoğan aslında çok net bir şekilde açıkladı; zaten elektrik faturalarındaki küçük düzenlemelerle halkın şok etkisiyle yaşadığı yoksullaşmanın çözülmesi mümkün değil. Elektrik faturası bunun çok küçük bir ayağı. Ekonomik faturanın başka türlü bir mücadele örgütlenmeden hükûmetin bazı düzenlemeleriyle çözülme şansı yok. Aynı şey Millet İttifakı için de geçerli. 3. İttifak içerisinde farklı bileşenler var. Bunların da işçi hareketi karşısındaki duruşu da farklılıklar gösteriyor. 3. İttifakın temel iddiası ne buna bakmak lazım. Tek adam rejimi ve bunun karşısında en büyük muhalefet bloğu Millet İttifakı. Miller İttifakı’nda 6 partinin ortaklaştığı şey de Başkanlık Sistemi’nden Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş. Temel motivasyonları da bu. Elbette ki bu otokratikleşen bir rejime karşı bir nefes alma açısından önemli. 3 ittifak da iki sermaye bloğunun aksine halkın sorunlarına daha yakından temas eden bir yerde duruyor. Bu partiler arasında da emekçilerin talepleri, nasıl bir ekonomik sistem organize edilecek, halk için ekonomi nasıl olmalı konusunda ciddi ayrımlar olduğu da söylenebilir. 3. cephenin işçi sınıfının bazı taleplerini karşılamakla beraber işçi hareketi açısından yeterli bir çerçeve potansiyeli sunduğunu söyleyemeyiz. Direnen işçi sınıfı üzerine inşa edilen bir ittifak görüntüsü yok. Daha çok siyasal demokrasi etrafında birleşilmiş bir görüntü var.”

‘SÖZ KONUSU YENİ SINIF DEĞİL ‘

İşçi sınıfı niteliğine yönelik tartışmalar hakkında konuşan Koşar, prekarya denen yeni sınıf söylemine de şöyle açıklık getirdi; “Prekarya; proleterya ve güvencesizlik kelimelerini birleşiminden oluşuyor. Güvencesiz işçi demek. Böyle bir tartışmanın ortaya çıkması gayet reel. Son 50 yılda emekçilerin çok ciddi hak kayıplarına uğramaları, belli güvencelerini kaybetmeleriyle bugün güvencesizlik toplumun geniş yığınlarını, işçi sınıfının tamamına yakınının yaşadığı en büyük problemlerden hâline geldi. Bazı düşünürler de şöyle bir tablo ortaya koydu: 1960’larda 70’lerde işçi sınıfı sendikalıydı. Tam zamanlı çalışırdı, yıllık izin vardı, ailesine bakabilirdi. Böyle idealize edilmiş bir işçi sınıfı profili çizdiler. 1960’lı yıllar işçi sınıfı mücadelesinin gerilediği yıllar değil. Hak arama mücadelesinin grevlerle, eylemlerle alanlarda olduğu bir dönemdi. Sorunsuz bir işçi sınıfı tarif ediyorlar da bu hayali. Hayali bir işçi sınıfı profili çizdiler. Bugünkü güvencesizlik, düşük ücret, geleceksizlikle karşılaştırdılar. Sonra da 1960’lardaki işçi sınıfına benzemiyor, artık başka bir sınıf dediler. Bunu da prekarya olarak tanımladılar. Buradaki hata şu; bahsettikleri hayali işçi sınıfı hiçbir zaman olmadı. Söz konusu olan yeni bir işçi sınıfının ortaya çıkması değil, hâlihazırda olan kapitalizmin temel iki sınıfından birisi olan işçi sınıfının kazandığı hakları yitirmesi ve güvencesizliğin işçi sınıfının temel niteliklerinden biri hâline gelmesi. Bir koşuldaki değişimden bahsediyoruz.”

 ‘KOLEKTİF İŞÇİ SINIFIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ’

Kurye eylemleri sayesinde işçi sınıfının şehir merkezlerinde görünür hâle geldiğini söyleyen Koşar, yapılan örgütlenmelerin ve eylemlerin birbirini teşvik ettiğini belirtti. “Kolektif bir işçi sınıfıyla karşı karşıyayız” diyen Koşar, “Örneğin, borsa 5 gün kapansa Türkiye kapitalimi krize girer. Mevzu sadece sistemi kilitlemek değil. Sistemi değiştirecek örgütlü bir gücün ortaya çıkması. Bu örgütlü güç işçi sınıfının en azından ana bölüklerini, ana gövdesini kapsamak zorunda. Bu sadece yıkıcı bir güç, sermayeye zarar veren bir güç değil. Aynı zamanda sermayenin de ihtiyaç olmadığı ve sermayenin yarattığı adaletsizlikleri çözüp yeni toplumu kurabilecek bir güç olmalı. Bu güç de aynı zamanda işçi sınıfının her alandaki örgütlenmeleri değerlidir. Kritiktir ve birbirini teşvik eder. Bugün kurye eylemleri üzerinden metal işçilerinin eylemleri teşvik edilebilir. Metal işçilerinin eylemleri üzerinden de plazadaki eylemler teşvik edilebilir. Bir kolektif işçi sınıfıyla karşı karşıyayız” diye konuştu.

Editör: Haber Merkezi