Hukukun işlemesi; toplum düzeninin sağlanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması, devletin varlığı ve devamı için yaşamsal bir öneme sahiptir.

Hukuk kuralları; hak ve sorumlulukların belirlenmesi, bireylerin ve toplumun uyum ve düzen içerisinde yaşaması için konulmuş kurallardır.

Hukuk kuralları sadece yönetilenleri değil aynı zamanda ve öncelikle yönetenleri bağlar. Kamu gücünü kullananlar bu gücü anayasadan, yasalardan, uluslararası sözleşmelerden ve diğer hukuki düzenlemelerden alırlar. Bunun da temelinde toplumsal sözleşme ve millet iradesi vardır. Kamu gücünü kullananların hukuka uymakta keyfi davranmaları bu kurumların uygulamalarını ve hatta varlığını tartışmalı hale getirir.

Kamu makamları bireyler karşısında güçlü konumda oldukları için faaliyetlerinin hukuk kurallarıyla belirlenmesi, sınırlandırılması ve denetlenmesi, bu güç karşısında bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması gerekir.

Hukuk ve adalet deyince öncelikle mahkemeler ve yargı teşkilatı akla gelirse de bu sadece yargıyı ilgilendiren ve yargısal faaliyetten ibaret bir konu değildir. Siyasi karar vericilerin ve idarenin eylem ve işlemlerinde mevzuata ve hukuka uygun davranma mecburiyetleri vardır. Esas olan, devlet organlarının ve bireylerin hukuka uygun davranmalarıdır. Hukuka aykırılık ve uyuşmazlık halinde yargı devreye girer ve son sözü söyler.

Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sadece mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı olarak anlamamak ve sınırlandırmamak gerekir. Ceza davalarında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ceza soruşturmasının başladığı andan itibaren kolluğu da kapsayacak şekilde anlaşılmalıdır. Her nasılsa bu husus göz ardı edilmektedir. Soruşturma sırasında deliller gerektiği gibi toplanmaz eksik ve yetersiz delillerle dava açılırsa ceza yargıcının ya da mahkeme heyetinin doğru ve isabetli karar vermesi nasıl mümkün olabilecektir.

Yöneticiler ve gücü elinde bulunduranlar kendilerini hukuk kurallarıyla bağlı hissetmez, yargı kurumları etkilere ve baskılara açık hale getirilir, tarafsızlık algısı zayıflarsa hukuk adil ve öngörülebilir olma vasfını kaybeder. Bireyleri ve toplumu tatmin etmez. Hukuki güvenlik zedelenir. Hiç kimse kendisini güvende hissetmez. Belirsizliğin ve güvensizliğin yaşandığı bir ortamda ekonomik, toplumsal ve kültürel hayat canlanmaz. Umutsuzluk ve mutsuzluk yaygınlaşır. Kaynağını ve meşruluğunu hukuktan almayan gayrimeşru güçler müdahil olur. Ülke kaosa sürüklenir. Bunun önüne ancak hukukun üstünlüğünü geçerli kılarak, hukuk devletini gerçekleştirerek geçebilir.

Toplumda adalet talebinin ve beklentisinin artması ve hukukun öneminin anlaşılmaya başlanması olumlu, umut veren işaretlerdir. Ama adalet sadece kişinin kendisi için değil, herkes için istenmelidir.

Hukukun uygulanmasını ve adaletin gerçekleşmesini her koşulda savunmak gerekir.

Hukukun güvencesi her şeyden önce toplumun bilinci ve vicdanıdır. Toplum hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında gerekli tepkiyi göstermelidir. Bireyler ve toplum haklarına sahip çıkmazsa başkalarının bu hakları teslim etmesi beklenemez. Hukuk devletine çoğulculuk ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla oluşturulması ve işletilmesiyle ulaşabilinir. Uygar ve gelişmiş bir ülkenin onurlu yurttaşları olmanın başka yolu yoktur. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmanın zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Editör: Haber Merkezi