İZ GAZETE - 2020 yılı ne yeni bir dönemin başlangıcı ne de tarihsel bir kırılma noktası olacak. Yeni yıl, çok büyük yıkımlarla kendini yenileyebilen Küresel Sistemin 1970’lerden bu yana giderek derinleşen sancılı değişim sürecinin ancak başlangıç evresinde bir yerde olacak.

Neoliberal Sistemin ideolojik hegemonyası çökmüş; 1945 sonrasının Dünya düzenini oluşturan uluslararası hukuk ve kurumlar etki ve itibarlarını yitirmiş bulunuyor. Ayrıca 2007-2009 krizinin görünür kıldığı ABD’nin emperyalist dünya liderliği sallantıda.

(İngiltere’nin, Avrupa Birliği’nden ayrılma süreci henüz tamamlanmadan ABD-İngiltere İş Birliği Paktı’nın gündeme getirilmesi biraz da bu ikilinin birbirine ‘yama’ olması için sanki!)

Ekonomik tıkanmışlık ve belirsizlik ortamı en güçlülerin bile para için saldırganlıkta sınır tanımayacaklarını görünür kılıyor. Menfaat için neler yapabilir olduklarının her gün inanılmaz örnekleri sergileniyor.

Uluslararası ilişkilerde hukuk, özen ve diplomasi usulen bile yok. İşler, güç gösterisi, tehdit, şantaj, her türlü çirkin pazarlık aleni ve cinayet dahil her şey mubah. Dostluk da düşmanlık da anlık ve çıkara endeksli.

Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, İsveç, Norveç gibi göreceli sakin coğrafyalar bile küresel türbülanstan etkilenme riski altındalar. Onlar da terör ve yabancı düşmanlığı gibi dışarının "mikropları" ile enfekte oluyorlar. Ya da uyuyan kötülükleri, bencillikleri uyanıyor!

kanamayan ve kaynamayan yeri yok.

Düzen, yapmak için yıkmanın topuzunu kaçırıp, insanlığı riske atacak ve kendini bitirecek bir çılgınlığa girişir ise sonucu kimse bilemez.

Ama solutmaz sancılı süreç bir süre daha sürecek sanki!

Yönetilemeyen dünyada, yokluk, kıtlık, afet, şiddet, savaş, yerinden yurdundan edilmek ya da bunlara dönük belirsizlikler ve tehditler altında yaşam mücadelesi halkların gündemini belirleyecek.

ÜLKEDE YENİ YIL

Türkiye için “doğudan bakınca batılı, batıdan bakınca doğulu” denirdi. Doğusu, batısı yürüdükçe yer değiştiren dünyanın, çılgın akıntısında yüzmeye çalışan bir ülke daha uygun sanki.

40 yıldır, yetişkin insan varlığı başta olmak üzere, temel üretim kaynak ve varlıklarını bir mirasyedi hoyratlığıyla elden çıkaran; gösteriş ve tüketmek için borçlanmayı alışkanlık haline getiren bir devlet ve toplum inşa edildi.

Eğitim ve istihdam küme dışı kalırken, sanayi ve tarım, inşaat sektörüne yenik düştü. Savunma ve savaş harcamalarını konuşmak tehlikeli.

Ülkenin içine girdiği dış borç sarmalı ekonomiyi bir anda çökertebilecek boyutta.

Durum ‘açmaz’ gibi görünse de aslında çıkar yolu olan bir ikilem var önümüzde:

Ya geleceği ipotek ederek yani torunları borçlandırarak günü yaşamaya devam edebilmeyi ummak,

Ya da gelmekte olan zorlukları bilerek; elde ne kaldıysa onu hep birlikte çoğaltarak, üreterek, değer yaratarak, güvenerek, barışarak ve dayanışarak aşmaya çalışmak.

Birinci şık zahmetsiz, çikolatalı pasta gibi görünüyor. İkinci ise zor; çalışmayı, direnmeyi, dayanışmayı ve bedel ödemeyi gerektiriyor.

Türkiye ya tüm güçlerin ve karar erkinin tek kişide toplandığı ve her şeyin ondan beklendiği bir ülke olacak; aklını ve iradesini kullanmaktan vazgeçmiş, hak arama gücünden yoksun insanların ülkesi ya da halkın özümsediği, güvendiği ve vazgeçilmez gördüğü özgürlükçü ve dayanışmacı, kendi demokrasisi inşa edilecek.

Tarihin hiçbir çağında olmadığı kadar bütünleşmiş ama aynı zamanda ve aynı ölçüde parçalanmış dünyamızda Olof Palme’nin işaret ettiği gibi “Demokrasinin Zincirlerinden Kurtarılması” için; küresel, ulusal ve yerel üç düzlemde birden uzun soluklu bir mücadele şart.

KENT VE BELEDİYE

2020 sadece muhalefetteki belediyeler için değil, iktidar blokunun belediyeleri için de kolay geçmeyecek. Tüm kentsel yerleşmeler, enerjiden beslenmeye, sağlıktan esenliğe sorun yumaklarına gebe.

2008 sonrasında küresel finans krizi, öncelikle metropol ülkelerin kent ve belediyelerinde kendini hissettirdi. ‘Kemer sıktıran’ uygulamalar hızla dünyaya yayıldı. Ülkelerin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısı, krizin onlara bulaşma zamanında etkili olmuştur. Mali kriz bir süredir Türkiye’yi teğet geçmekten vaz geçmiş görünüyor!

Tıkanan inşaat sektörünü işletebilmek, finans ve rant düzenini sürdürebilmek ve borç ödeyebilmek için para bulmak lazım(!) Bunun için “emekçiler” ve “belediyeler” kemerlerini daha da sıkmaya zorlanacaklar. Belediyeler örgütsüz ve “sahipsiz” oldukları için daha patırtısız kemer sıkıyorlar. Oysa belediyelerin yaşamsal hizmet ve desteklerinin kısıtlanması, kentsel alt yapının işletilememesi, kent sakinleri için felaket demektir. Emekçiler için ise katmerli yoksunluk.

Bu zor zamanların aşılmasında, kentli toplumun yoksul, dar gelirli, işsiz, sosyal güvencesiz, kırılgan kesimlerini hayatta tutacak “yerinden yönetim” programlarına büyük ihtiyaç olacaktır.

Kasım 1993’de ADA Yerinden Yönetimden Gazetesinin ilk sayısında yazdığım bir bölüm ile tamamlayayım:

“Yüklendikleri görev ve sorumluluklar belediyeleri yaşamın her alanında var olmaya zorlar. Onların gecesi gündüzü yoktur. Hizmet gün boyu sürer. Yaratılan değer çoğu zaman sayısal ölçütlerle belirlenebilenin çok üstündedir. Yönlendirdikleri para ve doğal kaynak ülke ekonomisinde büyük pay tutar. Onlar ülkenin siyasal insan varlığını yetiştiren en yaygın okullardır.

Evrensel düşünüp yerel uygulamak, soyut ve genel çözümlemeleri yaşama geçirirken yerel katkı ve sahiplenmeyi artırmak, akılcıl olmanın da ön şartıdır.”

Editör: Haber Merkezi