En büyük zaafımız zaaflarımızdır: Algoritmalar hakikati sevmiyor

En büyük zaafımız zaaflarımızdır, çünkü onları ele verirler: Yapmak istemediklerimizi bize yaptırır, yazmak istemediklerimizi bize yazdırır, almak istemediklerimizi bize aldırırlar.

Abone Ol

Günümüze egemen olan “dikkat ekonomisi” ve onun dinamosu sayabileceğimiz algoritmalar zaaflar üzerine bina edilmiştir. Sizin zaaflarınız, bizim zaaflarımız, onların zaafları… İnsanlığın zaafları…
Sekiz çift ayakkabınız vardır, ama dokuzuncusunu alırsınız. Çünkü modadır. Ve sizin, başkaları tarafından ille beğenilmek gibi bir zaafınız vardır.
O resimlere bakmamanız gerektiğini bilirsiniz. Albüm başkasına aittir ve içinde özel fotoğraflar vardır. Yaptığınızın ayıp ve size yakışmayan bir şey olduğunu bilirsiniz. Ama eliniz oraya gider. Özel yaşamlar konusunda zaafınız vardır.
Pazaryerinde kavga çıkmıştır. Dövüş seyretmeye bayıldığınız için oraya seğirtirsiniz. İçinizde, fırsat çıksa da bir de ben patlatsam diyen kötü biri vardır. Vb., vb.
Televizyonda seyrettiğiniz dizilere ve sosyal medyada takip ettiğiniz bazı sitelere nesnel gözlerle bakın, zaaflarınızın neler olduğunu öğrenebilirsiniz!
Neyi dayanamayacak kadar seviyorsanız osunuz!
Aynı şeyleri, sizi tanımadığı halde merak eden başkaları da vardır. Bunların en başında medya şirketleri gelir. Facebook, X, Meta, Apple, Amazon gibi şirketler ve onların Türkiye’deki uzantıları gibi. Onlar sizi sizden iyi tanırlar, zaaflarınızı sizden iyi bilirler, sizi kaybetmemek için her şeyi yaparlar…
Zaaflarınız ruhunuzun anahtarıdır. Ve çoğu kez cüzdanlarımızın da!
Günümüzde dünyanın pek çok yerinde toplumsal bilincin ve psikolojinin bu denli süfli hale gelmesinin bence temel nedeni budur.
Çünkü insani zaafları keşfedip istismar etmeyi meslek edinenler gün boyu ırkçılık, şiddet, röntgencilik, kolay kazanç, kim ve nefret, sapkınlık, marazi merak malzemesi satmakta ve bundan oluk oluk para kazanmaktadır.
Ve en büyük insani zaaf olan para, parayı çekmektedir.
Bu melanet, internet ve sosyal medya sayesinde son 25 yılda iyice yaygınlaştı. Ancak, daha sınırlı boyutlarda da olsa, ondan önce de vardı.
İslam dini bu yüzden “nefs”i en büyük düşman ilan etmişti. Diğer peygamberler de ona karşı uyardı. Ancak dinlerin freni insani zaaflara karşı duramadı. Hatta zaman zaman onun bir aracı haline geldi.
Homo sapiens kolay değişmiyor. Belki de zaaflarını seviyor.

Reha Muhtar fenomeni

Medya alanında da böyle. Niçin insani zaafları en çok istismar edenler daha “başarılı” oluyorlar?
1990’ların sonlarına gidiyorum: Televizyon haberciliğinde Ali Kırca’nın başında olduğu ATV ile Uğur Dündar’ın bulunduğu Kanal D haber arasında sıkı bir reyting yarışı yaşanıyor. Ben Kanal D’nin Haber Koordinatörüyüm. Eski moda evrensel haber ilkelerinden şaşmadan ama televizyoncu olduğumuzu unutmadan halka gerçekleri anlatmaya çalışıyoruz.
Derken, Kanal D’den tanıdığımız ve ciddi bir gazeteci olarak bildiğimiz Reha Muhtar, Show TV’de haberlerin başına geçiyor. Doğrusu ya, onu ciddi bir reyting rakibi olarak görmüyoruz. Bir yanda Uğur Dündar ile Ali Kırca, öte yanda Reha Muhtar! Olacak şey mi?
Derken Reha, haber bültenine çok farklı haberlerle girmeye başlıyor. Neler neler… Bir gün TEM otoyolunda polislerle travestiler arasındaki kovalamacayı uzun uzun yayınlıyor. Böyle haber mi olur diye gülüyoruz.
Ertesi gün reytinglere bakıyoruz: Show TV Haber birinci.
Önemsemiyoruz. Ama Reha ertesi gün de aynı haberi evire çevire dakikalarca veriyor. Yok, halk bu kadarını da istemez, seyretmez diyoruz. Gene, hem de açık ara birinci. Sonrası böyle devam edip gidiyor.
Televizyon haberciliğinde devrim olmuştur, Reha Muhtar haberciliği tartışmasız liderdir. Belli ki, kitleleri bir yerden yakalamıştır!
Bizim, en azından ismimizi korumak açısından, bu tür haberlerle yarışabilmemiz ve tabii kazanabilmemiz mümkün değildir!
Aktif televizyon haberciliğini bırakmamda bunu idrak etmemin bir rolü olduğunu itiraf ediyorum.

Aman dikkat

Aradan çeyrek yüzyıl geçti, zaaf haberciliği tüm dünyada, hatta genel olarak hayatta aldı yürüdü. Artık genel yayın politikaları insani zaafları istismar üzerine kuruluyor. Hayatın birçok alanına bu zihniyet egemen.
Benim “romantik şövalyelik” dediğim türden “harbi gazetecilik” gerçekten saf ve naif romantiklere kaldı.
Onlarla da uğraşıyorlar. Zaaflarını arıyorlar. Aman dikkat!