Bu titizliğin sonucu, rengi, sesi ve kokusuyla izleyeni geçmişe çivileyen taş gibi bir hikâye oluyor. 12 Eylül karanlığında yolunu bulmaya çalışan bir grup yerel müzisyenin hikayesini anlatıyor Beynelmilel. Cunta gölgesinde, hapis, işkence, ölüm üçgeninde sessizleşen bir memlekete yukarıdan, küçük insanların bu gölgede iyice boğucu hale gelen yoksulluğuna içeriden bakıyoruz. Yasaklar nedeniyle işlerini yapacak mecra bulamayan ‘Gevende’lerin imdadına, cunta üyesi komutanların Adıyaman’ı ziyaret edeceği haberi yetişiyor. İşgüzar idarenin, paşaları karşılaması gereken orkestra için gevendeleri kullanmak isteyişiyle gelişiyor öykü ve gülümsemekle hüzünlenmek arasında salındığımız virajları alarak yürek burkan finaline varıyor.
Beynelmilel, komik ve hüzünlü hikayesi boyunca, dönemin korkunç boyuttaki hak ihlalleriyle ağırlaşan havasını yansıtmakta ve yaşama sevincine handiyse düşman bir rejimin ülkeye reva gördüklerini ifşa etmekte son derece mahir bir film. Önder-Gülmez ikilisi, bir yandan komedi / drama dengesini gayet makul bir dengeye oturtmayı başarırken, öte taraftan politik sözünü de esirgemeyen unutulmaz bir dönem filmine imza atıyor. Beynelmilel'i ülke sinemasında da pek çok kez denenen ama nadiren iyi izler bırakan örneklerden ayıran unsurun, bu ‘denge’yi başarıyla tutturması ve böylece hayata yaklaşması olduğunu düşünüyorum. Vizontele’nin henüz vahşeti yaşamamış, eğlenceli Hakkâri’sinin, çok korkmuş ama yaşama yine de sıkıca sarılmış Adıyaman’ına dönüştüğü de düşünmek mümkün belki. Yalnız Önder’in Adıyaman’ında artık hava karardığında sokağa çıkmak yasak, ihbarcı komşular yaygın ve gençleri öldürüyorlar!
Bütün şenliği ve gürültüsüyle her şeye rağmen gürül gürül akan bir hayatı resmeden gün ışığı altındaki sokaklar ile gece çöktüğünde inen ıssızlık filmin doğal fonunu oluşturur. Son derece keskin bu zıtlıkta, yaşama taraf bir dili kurar Önder. Yine de bu atmosferi dahi hem imkânı hem hakkı olmasına karşın olabileceği en koyu tondan anlatmamayı tercih eder. Düşmanına, yaşamına kast etmiş olana dahi nezaketi elden bırakmayan, tanıklık ettiğimiz hayatında da belirgin bir hasletin kanıtı gibi bu tutum. 12 Eylül’ün şiddeti, Gülendam ile Haydar’ın aşkına ve eşsiz gülüşlerine çarpıp parçalanıyor sanki. Kahtalı Mıçı’nın bezgin ama büyüleyici sesiyle dokuduğu şarkılarına ve elbette baharı karşılamak için yazılmış türkülere de.
Herkesin zihninde, aile üyelerinden bile daha kolay canlandırabildiği o alaycı gülüşüyle mavrasını da yapar Önder elbette. Kentte görevli komutanların, tüm dünyanın en popüler devrim marşını tanıyamamaları ile dalgasını geçerken, absürd orkestra ısrarı ile gülünç duruma düşen darbecilerin dayatmacı modernizmini de açıkça teşhir eder. Kafalarına göre müzik yapan gevendeleri, nota bilmemeleri ve kılık kıyafetleri nedeniyle küçümseyen komutan ve temsil ettiği değerlerdir ‘gülünç’ duruma düşen en nihayet. Yaşam gerçek, onu zor ile sınırlara boğmak isteyenler absürd olurlar. Gölge yer değiştirir, kahkaha iktidarın suratında patlar. Kocaman yürekli bir ‘anarşist’ten zarif bir intikam.
Sırrı Süreyya Önder, Beynelmilel'e bütünüyle kendi imgesini nakşetmiş gibidir. Öfkeliyken bile nüktedan, ağır yükler altındayken bile yaşama sevinciyle dolu, kırılmışken dahi nazik, affedici, zerafetle yol alırken dahi sözünü sakınmayan bir film bu yüzden Beynelmilel. Bir anomalinin teşhiri, bir unutulmuşun anımsanması, bir dileğin özlemi bir yandan da; Cuntalar olmasın.
Hoşçakal Sırrı Abi.
Bir gün çok güzel bir Türkiye’de yaşayacak insanlar. O zaman sen de hatırlanacaksın. Kahvehanelerde, ateş başı hikayelerinde, kampüslerde, kitaplarda, filmlerde, elbette tüm güzel muhabbetlerde. Çocuklara anlatılan masallarda sonra… O güzel ülkenin insanları da senin kardeşin, dostun, ahbabın, ailen olacak. Ve hepimiz gibi seni çok sevecekler. Ahmet Aslan’ın dediği gibi üstelik; “Hiç tanımadan ne garip…”