Bir 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı daha geçti. Her bayram olduğu gibi çocuklarımızı geleceğimiz olduğu vurgusu yapıldı, çocuk haklarının üstünden geçildi. Ancak yapılan kutlamaların pek de çocuğa verilen değer ile bir ilgisinin olmadığını yıllardır görsek de bir türlü itiraf edip bunu değiştirmek adına çaba yine göremedim. Neredeyse tüm 23 Nisan törenleri temelinde yetişkinlerin kendilerini çocukların üzerinden tatmin etmeye kurulu olduğunu ne zaman anlayacağız ve doğru olanı yani 23 Nisan'ı bir çocuk günü haline getireceğiz merak ediyorum. Kişisel gözlemim bu bayramda (kendi çocukluğumda olduğu gibi) tir tir titreyen çocuklar, 10-12 derece havada kısa kollu etkinlik leri, mesleki ego tatmini üzerine kurulu anasınıfı çocuklarına bile 15 dakikalık kareografi yaptırma çabaları, yetişkinlerince "yetişkinleştirilmiş" , büyük koltuklara oturtulmuş ve yetişkin gibi cevap veren çocuk(!)lar, çocukların sorunlarını değil de büyüklerin tasalarını "yetişkin çocuklara" soran gazeteciler... (Hatta belki de bu yazı yayınlandığında bunlar çoktan gündemimizden düştü.)
Tüm bunları yıllardır gören birisi olarak kendi kendime sordum. "Çocuklarımızı gerçekten seviyor muyuz?" Çocuklarımızı seviyor olsaydık 23 Nisan'da ne yapardık ve nasıl bir çevremiz olurdu? Örneğin 23 Nisan günü devasa bir eğlence alanı kurup şehrin tüm çocuklarını buraya davet eden, şehrin en büyük bulvarını daha az egzoz gazı, daha az gürültü için 23 Nisan'da çocuklar için kapatan ve "bu gün sizin gününüz gönlünüzce sokaklarda gezin, top oynayın, bisiklete binin... diyen bir yerel yönetim var mı Türkiye'de ya da hiç oldu mu? Muhtemelen olduysa bile ufak bir sokağı bu işe ayırıp yine "mış gibi" yapmışızdır.
Oysa çocukları sevmek en önce onlara yaşanabilir bir çevre, kent, mahalle ve sokak sunmaktan başlıyor. Şehirlerimizin çocukların yaşamasına nasıl uygun olmadığını ve şehirlerimizin çocuklarımızı öldürdüğünü hiç düşündünüz mü?
TÜİK 2015 yılı trafik kazaları istatistiklerine göre yaya olarak kaza geçirip ölen 0-14 yaş arası çocuk sayısı 573 ve muhtemelen bu sayıdan haberiniz yok ve merak da etmedik çoğumuz. Şehir içinde motorlu taşıtların tehdidinden koruyamadığımız, oyun ve eğitim alanlarını motorlu araç trafiğinden arındıramadığımız için yılda yaklaşık 600'e yakın çocuğumuzu kaybediyoruz.
Biz 573 sayısını öylece okuyup geçerken yıllar önce bir ülkede yılda 400 çocuk trafik kazasında öldüğü yıl kıyamet koptu. Neresi mi? Hollanda.
İşte bu 30 yıllık süreçte Hollanda'da bisiklet kullanımı unutulmaya başladı ve bisiklet kullanımı her yıl %6 düşmeye başladı. Sadece 1971 yılı içerisinde 3.300 kişi trafik kazaları sonucu hayatını kaybetti. Bu sayının 400'den fazlasını 0-14 yaş arası çocuklar oluşturuyordu. (Unutmayın bizde bu sayı 2015 yılı itibariyle 573)
Böylelikle bisiklet kullanımında çok yüksek artış yaşandı. Hague'de yıllar geçtikçe %30 ila %60 arasında, Tillburg'da ise %74. "Sen yap, onlar gelecektir" prensibinin doğruluğu yıllar önce Hollanda'da kanıtlanmış oldu.
Hikâyenin en başından itibaren özetle olan şuydu; Şehirler artan trafik ile başa çıkamıyordu, artan trafik ve araç sayısı sebebiyle trafik kazalarına bağlı insan ölümleri özellikle çocuk ölümleri artmış, şehirlerde büyük bir alan motorlu araç trafiğine ayrılmıştı (yollar ve otoparklar) Geri dönüşü olmayan çocuk ölümleri halkı protestolara itti. Siyasi irade çözüm için halkın talepleri doğrultusunda mekanizmalar oluşturmak için çalıştı.
Peki, bunların sonunda Hollanda ne kazandı?
Hollanda çocuklarını yani geleceğini kazandı diyebiliriz. 1971 yılında 400'den fazla çocuk arabaların çarpması sonucu ölmüşken bu rakam 2010 yılına gelindiğinde 14'e düştü.
En başta sorduğumuz soruyu Hollanda'nın 1970'lerden itibaren yaşadıklarını okuduktan sonra, 2015 yılında 573 çocuğumuzun otomobile dayalı yaşam biçimimizin baş sorumlusu olduğu şehirlerimizde hayatını kaybettiğini hatırlayarak tekrar soralım. Çocuklarımızı gerçekten seviyor muyuz?