ÖZER AKDEMİR - Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) tarafından gerçekleştirilen enerji çalıştayında enerji politikalarının ekolojiye etkileri tartışıldı. Çeşitli üniversitelerden dört akademisyenin konuşmacı olduğu çalıştayın en dinamik sunumlarını ise yerellerde enerji projelerine karşı yaşam alanlarını savunma mücadelesi veren yurttaşlar yaptılar.

İKİNCİ ENERJİ ÇALIŞTAYI

Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi'nde gerçekleştirilen Çalıştay, EGEÇEP'in 2009 yılında yaptığı "Enerji kimin için, ne pahasına?" çalıştayından sonra ikinci enerji çalıştayı oldu. AKP'nin enerji politikaları gereği ülkenin dört bir yanında halkın yaşam alanlarının pervasızca kirletildiği, arazilerine şirketlerin kazancı için el konulduğu, köylünün üretim olanaklarının ellerinden alındığı ya da yok olma tehdidi altında bulunduğu bir süreçte yapılan enerji çalıştayında, bu "enerji ihtilafları" kadar bunlara karşı verilen mücadele pratikleri de tartışılma olanağı bulundu. Çalıştayın en dikkat çeken sunumları bu nedenle hali hazırda yerellerde verilen yaşam mücadelesinden temsilcilerinden geldi.

KÖYLÜLER NASIL DİRENİŞÇİ OLDU?

Çoğunluğu kadın olan 10 kişilik bir grupla çalıştaya katılan Tire Başköylüler adına konuşan Sami Şengün'ün anlattıkları hukukun ayaklar altında olduğu bir süreçte ekoloji mücadelesinin nasıl verileceğine dair örnek bir deneyim aktarımı oldu. Aydın Dağlarının kuzey eteklerinde, geçimlerinin yüzde 80'i incir ve zeytin üreticiliği olan 650 nüfuslu Başköy'ün jeotermal enerji santrali (JES) girişimine karşı henüz birkaç aylık bir geçmişi olan mücadele, ülkenin birçok yerindeki ekoloji temelli direnişlerine ders olabilecek türden. Çok değil iki ay kadar önce köylerinin bir km yakınına jeotermal enerji santrali yapımı için hazineye ait bir alanın kiralandığını öğrenerek mücadeleye başladıklarını anlatan Şengün, "Germencik bize kuş uçuşu 20 km uzaklıkta. JES'lerin orada incir üzerinde yarattığı zararı biliyorduk. zaten bizim incirlerimiz de oradaki JES'ler nedeniyle hasta ve verimsizdi. Bu nedenle incir bahçelerimizin ortasına JES yapılmasına karşı çıktık" dedi. JES firmasının ve onlarla işbirliği içindeki devlet kurumlarının köylerine girmelerine, kiralanan arazide çalışma yapmalarına engel olduklarını, bu süreçte özellikle kadınların mücadelenin öncülüğünü yaptığını belirten Şengün, "JES yapılmak istenen araziye girmek isteyenler olduğunda köylüler bir anda işlerini güçlerini bırakıp o alana dolduruyoruz. Bir anda 650 nüfuslu köyde, komşu köylülerimizin de katılımıyla 1000 kişi toplanıyoruz. Özellikle kadınlarımız gelenlerin etrafını çevirerek onları burada istenmediğini uygun bir dille anlatıyorlar. Hayatlarında herhangi bir eyleme, parti mitingine bile katılmayan kadınlarımız, köylülerimiz bir iki hafta içerisinde direnişçi oldular. Köyümüze jandarma komando birliklerinin gönderilmesi üzerine de tüm köylü asker köyden çıkana kadar oturma eylemi yaptık. Bizlere Aydında bizim gibi JES'lere karşı direnen AYÇEP'li arkadaşlarımız destek verdi. Yerel basından gazeteciler ve özellikle Evrensel bu süreçte hep yanımızda oldu, sesimizi duyurdu" diye konuştu. Çalıştaya katılan köylü kadınlar da konuşmaların arasına girerek kendilerinin sadece üretmek istediklerini, köylerinde sağlıklı bir yaşam çocuklarına temiz bir doğa bırakmak için mücadele ettiklerini söylediler.

HALK DİRENİŞİ TÜM GÜÇLERİN ÜZERİNDE

Aydın Çevre Kültür Derneği (AYÇEP) adına konuşan Gönül Hastaoğlu da Başköylülerin mücadele pratiklerine benzer şeyler anlattı. JES'lerin Aydın'da yaşamı çekilmez hale getirdiğini, sağlıklarının bozulduğunu, nefes dahi alamadıklarını, tarımsal üretimlerinin önemli ölçüde zarar gördüğünü anlatan Hastaoğlu, "birçok dava açtık ama hukukun ardından dolanıyorlar, davalar bir işe yaramıyor. Biz bu süreçte halkın fiili mücadelesinin önemini gördük. Yaşam alanlarımızı, geleceğimizi korumak için halk direnişi çok önemli ve bütün güçlerin üzerinde bir güç. Aydında bunu yapmaya çabalıyoruz" dedi. Yatağan Turgut köyünde termik santrallere ve kömür ocaklarına karşı binlerce yıllık Lagina antik kentini ve kadim zeytin ağaçlarını koruma mücadelelerini anlatan Kazım Erol ise bölgenin büyük bir abluka altında olduğunu, vahşi madenciliğin hem doğayı, hem tarihi, hem yaşamı yok ettiğini dile getirdi. Erol, toprakları ellerinden alınan köylülerin sayısının hızla arttığına dikkat çekti.

Karaburun'da verilen RES karşıtı mücadeleyi anlatan Hüsnü Dilli ise fosil yakıt ve karbon karşıtı mücadelenin fetişleştirilmemesini, bunların karşısında alternatif olarak yenilenebilir-temiz enerji üretiminin birçok yerde yaşamı çekilmez hale getirdiğini belirterek, sorunun özünde enerji üretim modelinden çok Kapitalist sistemin olduğunu söyledi.

İKLİM KRİZİ BİR SİSTEM KRİZİDİR

Prof. Dr. Ali Osman Karababa'nın kolaylaştırıcılığını yaptığı çalıştayda ilk sunumu yapan Dr. Ethem Can Turhan "Paristen sonra Katowice’den önce. Küresel iklim krizi nereye kadar" başlıklı sunumunda küresel iklim değişikliği gerçeğinin tarihsel gelişimi ve buna karşı verilen uluslararası mücadelelerdeki güncel gelişmeleri aktardı. "Küresel iklim krizi dediğimiz şey aslında bir sistemik kriz" diyen Turhan, "İklim krizini sorgularken üretilen enerjilerin nerede, ne için, nasıl tüketildiğini sorgulamamız lazım. Türkiye'nin küresel iklim değişikliği ile ilgili kendi üzerine düşen sorumluluğu üstlenip kendi içindeki kırılganlıklara doğrudan temas edecek bir iklim politikasına ihtiyacı var" dedi. Turhan, "Kapitalizm kriz üretmez zaten kendisi krizdir. Sadece ekonomik kriz değil sosyal ekolojik kriz de üretir. Arazi gaspı kapitalizmin kriz boyutunun ta kendisi" diye konuştu.

ENERJİ HARMANI TEPETAKLAK OLMALI

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezinden Mustafa Özgür Berke ise sunumunda iklim değişikliği ve enerji üretim politikaları arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, "Fosil yakıtların çoğunluğunu oluşturduğu enerji harmanı tepetaklak olmalı" dedi. Berke, Türkiyedeki enerji dönüşümünü "bilinçli değil hasbelkader" diye nitelerken, dönüşümün amacının sürdürülebilirlik, iklim adaleti değil, sadece piyasa şartları olduğunu vurguladı.

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Begüm Özkaynak da sunumunda ülkemizde ve dünyadaki enerji üretimi süreçlerindeki ihtilaflara vurgu yaptı. Dünya üzerinde enerji ihtilafı olanar şu ana kadar kendilerinin ulaşabildiği 2551 olay olduğunu aktaran Özkaynak, ihtilafların topluluğun doğal kaynaklara erişimini kısıtladığı, yaşam alanlarını tehdit ettiği, insan sağlığı ve toplumsal yaşamı kısıtlayan yatırım kararlı ve politik uygulamalarla ortaya çıktığını söyledi.

EKOLOJİK FEDA BÖLGELERİ

Son konuşmacı olan Sabancı Üniversitesinden Cem İskender Aydın enerji adaleti kavramı üzerinde dururken, "Yenilenebilir her zaman adil bir enerji değil. Önemli olan kimin tarafından nasıl üretildiği ve kimlerce tüketildiği" dedi. Türkiye'de enerjinin nerede üretildiği ve nerelerde tüketildiğine dair haritaları karşılaştıran Aydın, "kaynak laneti diye birşey var. İstanbul'un elektiriği için Çanakkale ve Tekirdağ "ekolojik feda bölgeleri" olarak belirlenmiş" dedi.

Sunumların ardından çalıştay soru-yanıt ve katkılarla devam etti. Çalıştaya, HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni ve İzmir İl yöneticileri de katıldılar.

EVRENSEL

Editör: Haber Merkezi