Gizem TABAN/İZ GAZETE- İklim değişikliğiyle birlikte ortaya çıkan kuraklık, düzensiz ve verimsiz yağışlar, nüfus artışı, su havzalarındaki yapılaşma, su kirliliğine yol açan sanayi ve madencilik faaliyetleri gibi birçok etken susuzluk sorununu gündeme getirdi. AKP’li Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, geçtiğimiz barajların doluluk oranını değerlendirerek paylaştığı verilere göre Ankara’nın 4, İstanbul’un 5,5 aylık suyu olduğunu, hiç yağış almasa da İzmir’in 11 ay kendine yetecek suyu bulunduğunu açıkladı. 2019 yılı su tüketim verilerine bakıldığında İzmir’de suyun yüzde 72’si tarımsal üretimde, yüzde 18’i sanayide, yüzde 10 evsel tüketim olarak gerçekleşti. Türkiye’de birçok kentte yaşanan su sorunu, sürdürülebilir su politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Çevresel Yerbilimleri Anabilim Dalı Başkanı ve Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şube Başkanı Helil İnay Kınay ve Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, susuzluk sorununu değerlendirirken sürdürülebilir su politikaları hakkında önerilerini dile getirdi.

‘KURAK YILLAR BİZİ BEKLİYOR’

süreçte yaşanabilecek kuraklığa dikkat çeken DEÜ Çevresel Yerbilimleri Anabilim Dalı Başkanı ve Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, “Gelişmiş ülkelerde tüm yeraltı suları müthiş bir kontrol altındadır ve devlete aittir. Çünkü mega kurak dönemlerde tek su kaynağı yeraltı sularıdır. Biz Türkiye olarak dünyada yeraltı sularını en hoyratça kullanan ülkelerin başında geliyoruz. Yerüstü sularını da en hoyratça kullanan ülkelerin başında geliyoruz. Hala suyun yüzde 75-80’inin tarımda vahşi sulama ile heba ediyoruz. Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 40 civarındadır. Yani her an kuraklığa hazır olmamız gerekir. Yaşadığımız son 60 yıl, son 1000 yılın en sıcak ve dolayısı ile bol yağışlı ve bereketli yıllarıydı. Ancak önümüzde bizi bekleyen kurak yıllar var” diye konuştu.

‘İZMİR TEHLİKEDE ALTINDA’

Türkiye’de su yönetimi sorununun olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yaşar, İzmir’in tehlikede olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yaşar, “Dünya nüfusu her 45 yılda bir yüzde 100 artar ancak Türkiye’de bu oran yüzde 250’lere yaklaşmıştır. 1960 yılında 27 milyon olan nüfus günümüzde 83 milyona gelmiştir. İzmir ise bir milyondan 4 milyonları geçmiştir. İzmir’de 1990’lı yıllarda 685 kg olan yağış ortalaması küresel ısınma nedeni ile 710 kg’lara çıkmıştır ancak bu nüfus artışına bu yağış artışının karşılaması mümkün değildir. İşte bu nedenle Türkiye’de su sorunu değil çok ciddi bir su yönetimi sorunu vardır. Ama İzmir çok daha tehlike altındadır. Çünkü, kişi başı 2000 metreküp ile su fakiri sınırında yer alan ülkemizde İzmir 600 metreküp ile fakirin de fakiri konumundadır” dedi.

‘SORUNUMUZ BİLİMSEL KURAKLIK’

su yönetimine ilişkin yapılması gerekenlere dair konuşan Prof. Dr. Yaşar, “Tarım için gerekli suların artık barajlardan kapalı sistemle tarlalara ulaştırılması ve tarlalarda da damlama sulama sistemine geçilmesi gerekir. Çünkü gelişmiş ülkelerde suyun yüzde 40’ı tarımda kullanılırken Türkiye’de bu oran vahşi sulama nedeni ile yüzde 80 gibi devasa boyutlardadır. Tarım ürün desenleri, iklimsel değişimlere göre, havzalar bazında devlet tarafından belirlenmelidir. Şehirlerde kanalizasyon sistemleri ile yağmur sistemleri ayrılmalı ve toplanan yağmur suları yeniden barajlara ya da yapılacak olan göletlere aktarılmalıdır. Yeraltı barajlarının planlanması şarttır. Arıtma tesislerinden arıtılan, özellikle Ege Bölgesi gibi dünyanın en verimli tarım alanlarına sahip bölgelerde sular, tarımda kullanılmalıdır. Şehir şebekelerinde kayıp kaçak oranları düşürülmeli ve sular çok daha dikkatli kullanılmalıdır. Suyun verimli kullanımı ve tarım için projeler üretmeliyiz. Çünkü 2020’lerden sonra daha sert ve daha uzun sürecek bir mini soğuma yani kurak dönemin gelme olasılığı çok fazla. Tüm dünya bu döneme hazırlanıyor. Zaten bu nüfus artışına hiç kuraklık oluşmasa dahi bu yönetimle su yetiştirilmesi mümkün değildir. Tarım alanı özelliğine sahip hiçbir bölgeye inşaat izni verilmemelidir çünkü tarım dünyanın bir numaralı endüstrisidir ve insanlık var oldukça da bir numarada kalacaktır. Tarım alanlarında kesinlikle ve kesinlikle jeotermal kuyu açılmamalıdır. Yine bu havzalarda arıtma tesisleri olmayan sanayiye kesinlikle izin verilmemelidir. Aslında sorunumuz, iklimsel değişimler ya da kuraklık değildir, sorun Türkiye’de yaşadığımız bilimsel kuraklıktır” diye konuştu.

‘TABLO KARANLIK’

Ülkedeki su yönetimine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Helil İnay Kınay, “İklim değişikliği, kuraklık, yağış düzensizlikleri yıllardır dile getirdiğimiz ve koruma ve planlamaya yönelik yönetim politikalarının önemini vurguladığımız bir süreç. Ancak bilinen gerçekler ve zorunluluklara rağmen gerekli çalışmaların yapılmaması, yönetim politikaların kamu ve doğa yararı doğrultusunda koruma, kullanma, planlama dengesinde yürümesi gerekirken alınan kararlar ve uygulamalar tam tersi bir süreci gösteriyor ve geri dönüşü olmayan noktaya gidiyoruz. Geçmişten bugüne tabloya baktığımızda sıcaklıkların arttığı, yağışın azaldığı, gelen yağışın da kaynakları besleyecek yeterlilik ve kalitede olmadığı gibi, kentleşme ve altyapı eksiklikleri ile sele afete dönüşüyor. Yapılan araştırmalar; sıcaklık artışından Güney Doğu ve İç Anadolu gibi kurak ve yarı kurak bölgelerle, yeterli suya sahip olmayan Ege ve Akdeniz bölgelerinin daha çok etkileneceğini ortaya koyuyor. İklim değişikliğine bağlı olarak tarımsal üretimdeki azalma ve verimin düşmesi nedeni ile gıda sorunu ile birlikte özellikle kırsal bölgelerde yaşanacak sosyo ekonomik sorunlar da kuraklığın etkisi olarak karşımıza çıkıyor. İklim değişikliği etkisi ile birlikte şiddeti artan kuraklık süreci ile nüfus artışını değerlendirdiğimizde ülkemizde kişi başına düşen su miktarının oldukça düşeceği ve kuraklık şiddeti ve etkisini çok daha büyük hissedeceği ortadadır. Su havzaları ve kaynaklarının, sulak alanların korunması ve yönetiminin en önemli etken olduğu süreçte, maalesef ülkemizin su yönetimi karnesine baktığımızda kalite ve miktar olarak tablomuz yine karanlık…” açıklamalarında bulundu.

‘YÜZDE 50 AZALMA VAR’

Barajlardaki doluluk oranları verilerinin, geçtiğimiz yıllara göre yüzeysel su kaynaklarında miktar olarak yaklaşık yüzde 50 bir azalmayı gösterdiğini belirten Kınay, “Barajlardaki doluluk oranı İzmir için yaklaşık yüzde 35 olarak verilirken, İstanbul için yüzde 26, Ankara yüzde 23, Bursa yüzde 22 olarak gösteriliyor. Meteorolojik verilere göre ekim ayı yağışları yüzde 36, Kasım yüzde 40, Aralık yüzde 16 azalmış durumda. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından paylaşılan kuraklık verileri ve haritaları değerlendirildiğinde ülkemizin büyük bölümünde olağanüstü ve çok şiddetli kuraklık süreci ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Özellikle büyük kentlerimize yönelik su miktarı değerlendirmelerinde uzun vadeli su yeterliliği söz konusu değil, üstelik nüfus ve sektörel tüketim miktarları sürekli artıyor” dedi.

‘DOĞRU VE ETKİN SU YÖNETİMİ’

Suyu tüm kaynaklarda doğru tüketmek ve tasarruf çağrılarına uymak konusunda bireysel katkılarla birlikte su yönetimi ve planlamasında yetkili idarelerin doğru ve etkin yönetim politikaları yürütmesi gerektiğini söyleyen Kınay şunları söyledi: “Ülkemiz ve tüm kentlerimiz için temiz su ihtiyacını karşılamak üzere akılcı yatırımlara ve yeni su kaynaklarına acilen ihtiyaç vardır. İlgili kurum ve kuruluşlar mevcut su kaynaklarını en iyi şekilde yönetmeli ve gelecek için alternatif su kaynaklarını elde etmek için gerekli yatırımları geç olmadan yapmalıdır. Temiz suların evsel veya endüstriyel amaçlı kullanılmasından sonra oluşan atıksuların arıtıldıktan sonra yeniden kullanılması, tarım ve sanayi amaçlı kullanılan suyun doğru ve etkin kullanımı ve yönetimi ile enerji yönetimi artık su yönetimin olmazsa olmaz bir parçası olarak düşünülmeli ve konunun uzmanı olan kişiler ile su yönetimi süreci planlanmalıdır. Sağlıklı kentleşme ve altyapı yönetimi de bu sürecin en önemli parçasıdır. Su havzalarının korunması sürecinde kentleşme, sanayi, tarım, madencilik ve diğer faaliyetlerde alan kullanımlarının değişmesi, ormansızlaşma ve bu faaliyetlerin getirdiği çevresel risklerin de yönetilmesi gerekiyor. Dolayısı ile sanayi faaliyetlerinin alan seçimi planlanması ve denetim süreçleri de en önemli bileşenlerdendir. Planlama, yönetim ve denetim sürecine ilave olarak suyu en çok kullanan tarım ve sanayi sektöründe de kontrolsüz tüketimin önüne geçilmesi, ürün ve üretim deseninin su ihtiyacına göre planlanması, suyun yeniden kullanımı, proseste dönüşüm, arıtılmış atıksuların değerlendirilmesine yönelik süreçlerin değerlendirilmesi, yapılar ve planlamalar ölçeğinde su tüketimini azaltacak tedbirler ile birlikte, yağmur suyu hasadı gibi yöntemler ile suyun verimli kullanımına yönelik çalışmalar geliştirilmelidir. Binalarda gri su kullamının sağlanması, kentlerde yağmur suyu hasadı ve yağmur suyunun toplanarak verimli kullanımı, kent planlaması ve projelerde su yönetimi ve ihtiyacının da göz önünde bulundurularak değerlendirmelerin yapılması, suyu en çok kullanan sektör olan tarım sektörüne yönelik vahşi sulamadan uzaklaşılarak doğru ürün deseni ile uygun sulama tekniklerinin kullanımının sağlanması, tarım sektöründen sonra suyu en çok tüketen ikinci sektör olan sanayide su kullanımının doğru yönetilmesi, sektörel değerlendirmelerde su ihtiyacının değerlendirilmesi, denetlenmesi gerekli.”

‘EĞİTİM VERİLMELİ’

Suyun tasarruflu kullanımı için toplum nezdinde farkındalık oluşturmak amacıyla eğitim ve bilinçlendirmeye yönelik çalışmalar yapılması gerektiğini belirten Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız da, “Suyu her zaman planlı ve verimli kullanmamız gerekiyor. Bu konuda, toplumsal bilginin bilince dönüşmesi lazım. Bu bilincin yaratılması ise ilkokullardan başlayarak yapılacak eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarından geçiyor. Toplumsal bilincin arttırılmasına yönelik TV spotları, Afişler, Yerel Yönetimlerin yapacağı teşvik çalışmaları gibi çalışmalarla su kullanım bilinci arttırılabilir” dedi.

Editör: Haber Merkezi