Bizim tarafımız salt barış!

Karanlığın en uzun gecesiydi Şeb-i Yelda.

Abone Ol

Nar taneleri gibi dağılırdı sofralara umut, karpuzun kırmızısıyla ısınırdı yürekler.
İranlı komşularımızın ve benim sevgili arkadaşlarım Hamid ve Roshanak’ın evinde şiirler, kahkahalar, Farsça ninnilerle dolardı odalar.
"Bu geceyi kutlayan, yazın sıcağını unutmaz" derlerdi.
Karanlık bir an olsun korkutsa, bir elma uzatırlardı sessizce: "Ye, içinde güneş saklı."
Şimdi yine uzuyor geceler.
Ama bu kez, masallardaki gibi değil.
İran ile İsrail arasında fırlatılan her füze, düşen her bomba, bir Şeb-i Yelda sofrasını söndürüyor.
Belki İran’da bir baba bir daha meyve, neşe dolu bir sofra kurulamayacak korkusunda…
Belki Tel Aviv'de bir çocuk, sığınağa koşarken elindeki narı düşürüyor.
Karanlık, şiirlerle dağıtılamayacak kadar ağır.
***
Oysa Şeb-i Yelda bize ne öğretmişti? "En karanlık gece bile, ardından güneşin doğacağına dair bir sözdür."
Bugün Ortadoğu'nun gökyüzünde yıldızlardan çok füze izleri var.
Ama hatırlayalım: İranlıların karpuzu bölüşmesi gibi, Yahudilerin Hanuka mumlarını yakması gibi, aslolan paylaşmaktı.
Korkuyu değil, ekmeği; öfkeyi değil, inciri çoğaltmaktı.
Geceler uzadığında insanın içine bir hüzün çöker. Şeb-i Yelda’da olduğu gibi… Biliriz ki bu karanlık geçecek, güneş yeniden doğacak, ama o an, soğuk ve karanlık bütün gerçekliğiyle hissedilir.
Bugün Ortadoğu’da, dünyanın dört bir yanında insanlar, tıpkı bir Şeb-i Yelda gecesi gibi uzamış gecelerin içinde.
Bombaların gürültüsü, siren sesleri, kayıpların acısı…
Ve hepsinden öte, bitmek bilmeyen bir savaşın yorgunluğu.
***
Biz, o eski komşu evlerinin çocuklarıyız.
Birimiz Farsça "Ey karanlık, çekil!" diye haykırırken, diğerimiz İbranice "Daha fazla ışık!" diye yalvarıyor.
Aynı gökyüzünün altında, aynı karanlığa karşı. Belki de barış, tam da bu yüzden mümkün: Çünkü hiçbir annenin gecesi, bir başka annenin gözyaşıyla uzamamalı.