CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, tutuklu bulunduğu Buca F Tipi Kırıklar Cezaevi’nden duygusal bir mektup yayımladı. Aslanoğlu, anne ve babasına hitaben yazdığı mesajda cezaevi süreci, aile özlemi ve toplumsal sorunlara dair içten değerlendirmelerde bulundu. Aslanoğlu, mektubunda annesine hitaben “Tarih bugünleri yazacak, annem. Suçsuz yere, siyasi nedenlerle cezaevine atılan vatan evlatlarını ve onların ceza çeken ailelerini, elbet yazacak” ifadelerine yer verdi. Babasına da, 43 yıl önceki ilk gözaltı deneyiminden bugüne taşıdığı mücadele inancını aktardı.
CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu’nun mesajının tamamı şu şekilde;
“Cefakâr anam, babam; 82 yaşında, oğlunuzu cezaevi kapılarında beklemekte varmış kaderinizde. Allah uzun ömürler versin. Bu yaşta tekerlekli sandalyede, uzun uzun süren güvenlik aramalarından geçip, göz taramalarından geçip, demir parmaklıklı camın arkasında evladınla konuşmak zor, biliyorum. Sizlere bunları yaşatanlara lanet olsun. Güzel anam, ben üniversitedeyken, gençken “Beni buralarda arama anne, kapıda adımı sorma, saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne” şarkısını söylerken bir gün bunun başımıza geleceğini bilmezdim. Bugünlerde senin gibi yüzlerce ana, yavrusu için üzülüyor. Murat Çalık’ın anası hastane bahçelerinde bekliyor yavrusunu; kimi Şakran Cezaevi’nde, kimi Tekirdağ’da, kimi Silivri’de, kimi de senin gibi Buca Kırklar Cezaevi’nde bekliyor. Tarih bugünleri yazacak, annem. Suçsuz yere, siyasi nedenlerle cezaevine atılan vatan evlatlarını ve onların ceza çeken ailelerini, elbet yazacak! Ben geldim 50 yaşıma, Murat Çalık benden büyük, aynı cezaevinde tutsağız. Bir ananın yavrusu kaç yaşında olursa olsun, o ananın yavrusudur. En çok onun yüreği yanar. Annem, üzmeyesin kendini. Moralim iyi, sağlığım iyi. Bugünler geçecek; başımız dik, alnımız ak. Attıkları hiçbir iftira tutmadı, anam. Kimse inanmıyor bunların yalanlarına. Gönlünü ferah tut. Elbet çıkacağız bu zindandan. Biz bu vatanın evlatları, güzel günler görsün diye mücadele ettik, hâlâ ediyoruz. Bu ülkenin yaşlıları hak ettiği değeri görsün diye mücadele ediyoruz. Bu ülkenin gencine, yaşlısına verecek hiçbir şeyi kalmayan iktidar, bizlere saldırıyor. Gözaltına aldırıp hapse atıyorlar. Böyle iktidarda kalabileceklerini zannediyorlar, annem. Bu iktidar, yaşlısının ve emeklisinin yüzüne bakmıyor, anam. Geldiklerinde insanlar geceden hastane sıralarına giriyorlardı, bu sıraları yok edeceğiz diye vaat ediyorlardı. Şimdi, vay hastaların hâline! Öyle gece sıraya girip hastane randevusu alabilirse, vatandaş öpüp başına koyacak. Randevu sistemi üzerinden vatandaşlarımız haftalar sonrasına, hatta aylar sonrasına bile randevu alamıyor. Kanser hastalarına aylar sonrasına “gel” diyorlar. Hastaları tedavi edeceklerine, “O güne kadar ölmezsen gel” diyorlar. Eskiden elimden tutardın, birlikte giderdik Dokuz Eylül Hastanesi’ne. Sabah erkenden gider, sıra alırdık. Gün içinde sıramız gelirdi, doktor muayene ederdi. O güzel günler geride kaldı, annem. Ücretsiz, herkese eşit bir sağlık sistemi olmalı. Yoksul-zengin farkı olmadan her yurttaş sağlık sisteminden ücretsiz yararlanmalıdır. Bunların “eski sağlık sistemi kötüydü” dedikleri, anam, kötü bir sistem değildi. Bunların kurduğu sistem, kötünün de kötüsü, berbat bir sistem. Katkı payı diye bir şey getirdiler. Doktora mı göründün, doktorun muayene parasının bir kısmını emeklilik maaşından kesiyorlar. Ey hükümet, madem doktor parasını emekli cebinden ödeyecek, neden yıllarca sigorta için prim ödediler? Güzel anam, sen MS hastasısın. Kıyamam sana, her gün bir avuç ilaç içiyorsun. Vefakâr babam, sen de kalp hastasısın, bypass olmuşsun, sen de her gün ilaç içiyorsun. Düzenli doktora gitmek zorundasınız. Bir tek emekli maaşınız var. Her ay o maaştan binlerce TL kesen iktidar utansın. Sistem utansın. Buna ses çıkarmayanlar utansın. Bu güzel ülkenin yaşlı nüfusu geçen yıl 520.000 artmış. Nüfusun %10,4’ten %11’e çıkmış. Yaşlı nüfusu artan bir millet olarak yaşlılarımız ile ilgili planlarımız ne? Koca bir hiç! Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, çalışmış, üretmiş; bu toplumu doyurmuş, korumuş, bize bakmış yaşlılarımız yaşlanınca onları kaderlerine mi terk edeceğiz? evde bakımları ne olacak? Sağlık sistemine erişimleri ne olacak? Sosyalleşmelerini nasıl sağlayacağız? Hiçbir yerde doğru düzgün bakım merkezi yok, geriatri merkezi yok. Utanmalılar ama bu iktidarda utanma duygusu da yok. Rahmetli babaannem, akıllı, analitik düşünen insanlara “Londra kafalı” dermiş ya, sen gerçekten tanıdığım en Londra kafalı insanlardan biri oldun babam. Köy Enstitüsü sonrası kurulan öğretmen okulundan 1960’ta mezun olman sana ne çok şey katmış.
Çocukluğumdan bu yana efsaneydin. Her türlü müzik aletini çalabiliyordun bir şekilde. Her akşam, annemin kimseyi sokmadığı salona geçip biraz bağlama çalardın kendi kendine. Her şeyi tamir ederdin. Çamaşır makinesi mi bozuldu? Hemen aletlerini alır geçerdin başına. Üstten çamaşır konulan Hoover marka, emektar bir çamaşır makinemiz vardı ve sen onu tamir edebiliyordun, inanılmaz. Radyo, siyah-beyaz televizyon mu bozuldu, buzdolabı mı bozuldu… Hepsini kendin tamir etmeye çalışırdın. En son Balçova Ertuğrul Gazi İlkokulu’nda öğretmenlik yaparak veda ettin öğrencilerine. Dile kolay, 31 yıl öğretmenlik yaptın. Binlerce çocuğa okumayı, yazmayı öğrettin. Sadece okuma, yazma, toplama, çıkarma değil; insan olmayı öğrettin, insanlık değerlerini öğrettin. Cumhuriyet’in aydın öğretmenlerinden biri olarak, mantıktan yana, bilimden yana, karanlıklar karşısında aydınlıktan yana, Cumhuriyet’ten yana, milletten yana öğrenciler yetiştirdin. Vatan sevgisi ile dolu, ülkesine hizmet etmek isteyen, şehrini, memleketini seven binlerce çocuk eğittin. Ne çok çektin. Diyarbakır Silvan’ın dağ köylerinde, Erzurum Narman’ın köylerinde.. Köy okulu öğretmenliği sonrası yatılı bölge okulu müdürlüğü de yaptın. Anadolu’nun en ücra köyünde de, dağ köylerinde de okul olmadığı için ilçe merkezinde de yatılı okuyan köy çocuklarının da yetişmesi için elinden geleni yaptın. 70’lerde öğretmenlerin haklarını savunan sendika üyesiydin. İyi öğretmenler, iyi öğrenciler yetiştirecek; onlar da ülkeyi muassır medeniyet seviyesine çıkaracaktı. Bugünlerde de maalesef problemlerimiz aynı, babam. Okulların açılmasına az kaldı. Ders yılı 8 Eylül’de başlayacak. Zil çalacak ve küçücük bedenler sınıfları dolduracak. Eğitim yılı başlayacak ama binlerce problemle açılıyor. Devlet, devlet memurlarına 2026 yılı ilk 6 ayı için %11, ikinci 6 ayı için %7; 2027 için ise %4,4 zam önerdi. Hiç utanmadı. Ülkede gerçek enflasyonun %60-70’lerde olduğunu herkes bilmesine rağmen, Özgür Özel’in Tayyip Erdoğan’ı “üzmeme kurumu” olarak tarif ettiği TÜİK’e göre ise %30’ların üzerinde enflasyon olduğunu bildirmesine rağmen, hükümet memurunu açlığa mahkûm ediyor. Memur deyince; polisler, doktorlar, devlette çalışan mühendisler, teknikerler, vergi memurları, maliyeciler, öğretmenler… Hepsi ama hepsi yoksulluğa terk ediliyor. Geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmen, kirasını ödeyemiyor. Genç öğretmen zaten çoktan umudunu kesti ev almaktan. Son 2-3 yıldır araba almak bile imkânsız hâle geldi öğretmen için. En ucuz araba 1 milyon TL oldu. 36 ay taksitle geri ödese, 1,5 milyon.. Aylık taksiti 40 bin TL’nin üstü. Zaten maaşı ne ki, öğretmenin ayda 40 bin TL araba taksiti ödeyebilsin? Herkesin elinden gelecekte daha iyi bir yaşam hayalini çaldılar. Öğretmenler, senin gibi 30-35 yıl çalıştıktan sonra emekli olduklarında 500 bin TL gibi bir emekli ikramiyesi alacak. 35 yıl ödediği primin karşılığında bir araba bile almaya yetmeyen emekli ikramiyesini ödeyecek devlet. Oysa sen 1992’de emekli olduğunda, aldığın emekli ikramiyesi ile mütevazı bir ev alınabiliyordu. Emekliliğe adım atan öğretmenler başlarını sokabilecekleri bir ev alabiliyordu. En azından yaşlılığını güven içinde geçirebiliyordu. Bizim kendimize ait evimiz olduğu için sen bir dükkân, bir otomobil almayı tercih etmiştin. Renault 9 GTL . Güzel arabaydı. Vizon renkli, tatlı bir araba. Hepimiz araba sürmeyi o arabada öğrendik. Ne çok anımız oldu o araba ile. Arızalandığında 1. Sanayi’ye gider, başında beklerdik. Ben de sanayide sana yarenlik yapmaya çalışırdım. Bütün gün taburenin üstünde, “Parça lazım olursa gidip alıp gelelim” diye. Arabayı yetkili servise götürmek gibi bir âdetimiz yoktu. Parayı tasarruflu kullanmalıydık. Hele sen emekli olduktan sonra. Ama yine de o yıllarda emekli öğretmen, üniversitede çocuk okutabiliyor; evinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, biraz para biriktirerek televizyonunu yenileyebiliyordu. Konak, Yeni Karamürsel’den taksitle kıyafet, ayakkabı alabiliyorduk.
Arçelik bayii Özemekten TV’yi 3 yıl taksitle alabiliyorduk. Oysa şimdi bir emekli öğretmen 36.346,53 TL maaş alıyor ve bu maaştan sağlık katkı payı kesiyorlar. Elde kalan para, gıdaya zor yetiyor. Bizi yetiştiren, adam eden on binlerce emekli öğretmenimize toplum olarak verdiğimiz değer bu olamaz. Bu toplum hâlâ 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde yaşıyorsa, eski öğretmenlerini arar, gider, ellerini öper, çiçek verir. Bu toplumda yaşayan herkes bilir: Oğlan, kız adam olduysa onların sayesinde. Bu toplumda birlik, dirlik varsa onların sayesinde. Bu ülkede gelecek olacaksa onların sayesinde Ellerinden öpüyorum, baba. Senin şahsında tüm emekli öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum. Bu ülkeye kattığınız her şey için minnetlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Allah hepinize uzun ömürler versin. Bu devranı değiştirdiğimizde hak ettiğinizi sağlamayı bizlere nasip etsin. Söz bu; devran değişecek ve sizler hak ettiğinizi alacaksınız. Taşın altına elimizi koymalıyız. Ama öğütlerini de unutmadım, babam. İl başkanı olduğumdan bu yana, çok çok zorunlu olmadıkça akşam dışarıda yemek yemedim; yemek davetlerini de kabul etmedim. Akşam yemek tekliflerine, “Sabah birlikte kahvaltı yapalım, öğlen esnaf lokantasında buluşalım.” dedim. Gün içinde eşime zaman ayıramayacağımı bildiğim için erken kalkıp birlikte yürüyerek kendimize zaman yarattık. Ne olursa olsun, aileye vakit yaratma öğüdün hiç kulaklarımdan çıkmadı, babam. İzmir’den, aileden uzak olmamaya gayret gösterdim; taviz vermedim. Ankara’da işim biter bitmez ilk uçakla şehrime döndüm. Siyasi hırslara esir düşmedim. Hiçbir vaat, hiçbir hırs, hiçbir gaza getirme yolumdan döndürmedi beni. Asla İzmir’in dışına gitmeyi, asla aileden uzak kalmayı istemedim. Şair “Bu şehri sevdim, benim olsun demedim ki” dese de, ben bu şehri sevdim ve “Benim olsun.” dedim. Sen, “Size bıraktığım en büyük miras, sizi bu şehre getirmektir.” derdin. Haklısın babam. Bizi Balçovalı, İzmirli yaptığın için minnettarım. Sayende köküm Balçova oldu. Dile kolay, 1980’den bu yana Balçova’da aynı ev. Hiç ev değiştirmediniz. 41 yıldır aynı ev. Aynı komşular, aşağıda berber Emin. Zaman değişti tabii… Kızılcık Sokak, Sevgi Yolu oldu. Karşımızdaki mezarlık define kapandı, yeni mezarlık açıldı, o da define kapandı; yıllar yıllar geçti. Kömür kuyruğuna girip iki gün hiç ayrılmadan sıra beklediğimiz, eski kulübünde de olduğu bina İZSU oldu. Arka sokakta Hanımeli Sokaktaki iki katlı evler yıkıldı, yerine yenileri yapıldı. Balçova’dan gidenler oldu, gelenler oldu. Duru Park’ta ki öğretmenlerin takıldığı Kafkas kıraathanesi gitti, artık EĞİT-DER var. Pazar yeri, önce şimdiki kültür merkezinin olduğu yere taşındı; sonra kapalı pazar yerine. Ama çok da değişmedi Balçova. Ama yaşam değişti. Seninle mezar durağından kahveler durağına (şimdiki Agora) yürür, orada siteler otobüsüne biner, sitelerde denize giderdik. Anam, “1 Mayıs oldu mu bahar geldi, pikniğe gideceğiz.” derdin. Kabaoğlu’nun üstüne, teleferiğin yamacına gider, piknik yapardık. İmkânlar az, hayat tatlıydı. Evimiz 2 oda 1 salon. Salona zaten girilmezdi. Ancak misafir geldiğinde kapının açılmasına müsaade edilirdi. Bir oda yatak odası, o da sizin. Geriye kaldı tek oda. Oturma odası da o, geri kalan herkesin yattığı oda da o. Henüz o yıllarda çocuk odası kavramı bilinir de değil, olası da değil. Mutfak küçücük. Kaçıp orada oturma olanağı da yok. Kışın kömür sobası oturma odasında yanar; zaten başka bir oda da yok. Üniversiteye hazırlandığım sene, çalışmam için bir yere ihtiyaç vardı. Çözümün salon olduğunu zannedenler fena halde yanıldı. Yatak odasına küçük bir çalışma masası kondu. Delonghi marka bir tüplü ısıtıcı alındı. Ben orada çalışır, orada üniversiteye hazırlanırdım. Ve benim çalışmam bitmeden zavallı anam, babam beklerdi; uyuyamazdı. Ben çıkacağım ki onlar odasına girsin. Ne büyük özveri ile okuttunuz beni. Yemeyip yedirip, giymeyip giydirerek. Allah’tan o zaman Cumhuriyet’in fırsat eşitliği vardı. Okumak isteyen için hâlâ yollar açıktı.
Çalışıp çabalayan, emek veren okuyabiliyor; toplumsal statüsünü değiştirebilmesi mümkün olabiliyordu… Sizin sayenizde önce İzmir Atatürk Lisesi’ne gidebildim. Balçova Lisesi’nin ortaokul kısmında çok başarılı bir öğrenciydim ama vizyonunuz olmasa Atatürk Lisesi’ne nasıl gidecektim? O tarihte Balçova’dan Alsancak’a lise okumaya gitmek de bir işti. Sonrasında üniversite sınavında da çok başarılı oldum ve İzmir’in en yüksek puanla öğrenci alan 2. bölümüne, Endüstri Mühendisliği bölümüne girmeye hak kazandım. Babam, senin o günkü mutluluğunu unutmuyorum. İstanbul’a, Ankara’ya üniversite okumaya giderse nasıl kalkacağız bu yükün altından diye kaygılıydın. İzmir olmasına çok sevindin. Sonrası sizlerin de desteğiyle okul hayatı bitti. İş hayatına başladım. Hoş Üniversitede aileme destek olmak için bulduğum her işte çalıştım. Ankara–İstanbul otobüslerinde muavinlik de yaptım, anketörlükte. Hatta akşamları 2 saat temizlik işçiliği de yaptım. Cumhuriyet Meydanı’ndaki Türk Telekom binasına akşamdan 18.00–20.00 arası temizliğe giderdim. Çalışmalıydım. Çünkü anam babam, zaten siz elinizde avucunuzda ne varsa çocuklarınıza harcıyordunuz. 21 yaşında şirketlerde çalışmaya başladım. 23 yaşında, 1998’de yöneticilik yapmaya başladım. 24 yaşında Vestel’de çalışıyordum, TV fabrikasında. 25 yaşında şimdi Remondis olan şirketin genel müdürlüğünü yaptım. 26 yaşında ilk şirketimi kurdum. 25 yıldır birçok şirket kurdum, büyüttüm. İş insanı oldum. İZSİAD genel sekreteri oldum, başkan yardımcısı oldum. İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi oldum. 2 yıldır İzmir’in Ticaret Parlamentosu’nda meclis üyesiyim. Ege Üniversitesi Teknopark, Yüksek Teknoloji Üniversitesi Teknoparkı, Ekonomi Üniversitesi Teknopark, Bilimpark… Hepsinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesiyim. İzQ Girişimcilik ve İnovasyon MerCumhuriyet bana çalışırsam yolumu açacağını söylüyordu. Bir şey olmak için zengin çocuğu olmak gerekmiyordu. Garibanların, imkânı kısıtlı olanları koruyan bir sistem vardı. Yol açıktı ama siz olmasaydınız, eğer babam, ben de olamazdım ki. Türkleri sizden öğrendim, aydın ne demek sizden öğrendim, Anadolu kadınının bilgeliği nedir, sizden öğrendim. Sevgiyi sizden öğrendim, insana değer vermeyi sizden öğrendim. İnsanları sevmeyi sizden öğrendim. El âlem ne der diye toplumun değerlerine dikkat etmeyi sizden öğrendim. Ailenin değerini, eşin de; evladın da; ananın, babanın değerini de sizden öğrendim. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem. Ömrünüzün sonbaharında evlat hasreti yaşıyorsunuz. Balanızın hâlinden, ahvalinden endişelisiniz. Bunun sebebi ben değilim; siyaseti düşman hukuku hâline getirdiler. Ama yine de bu yaşta sizin üzülmeniz yüreğimi dağlıyor. Zaten hastasınız. Üzmeyin güzel yüreğinizi. Geçecek bu günler. Enseyi karartmayın. Bu ülkede nice yiğitler hapis yattı, yatıyor. Babam, 1952’de, bundan 43 yıl önce, 17 yaşında ilk gözaltına alındığımda, mahkemeye çıkarıldığımda ki inancım neyse bugün de o. O zaman da mücadele ile ülkemin güzelleşeceğine inanıyordum, bugün de. O günde delikanlıyım, kızlarla gezeyim tozayım demiyor, parasız üniversite eğitimi için, özerk üniversiteler için mücadele ediyordum. Bugün de hâlim vaktim yerinde, elimde para, viski yaşamıma bakarım demiyor; açlıkla boğuşan halkım güzel günler görsün diye, herkes için adalet gelsin diye, gençlerinde benim gibi umudu olsun diye, kimse bu ülkeden umudunu kesmesin diye mücadele etmeye devam ediyorum, edeceğim. Elbet bu zindandan da çıkacak, bir kez daha oynayacağız seninle babam. Az kaldı anam. Az kaldı. Devranın değişmesine az kaldı. Güzel bir çay demleyip, karşılıklı ısıtıp içmeye az kaldı. De gel, Bayburt’u beraber tekrar söylemeye az kaldı. Biz şimdi sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız, sevgilimiz çiçekler koyuyor ya bardağa, anamız çay demliyor ya güzel günlere, bu, böyle gidecek demek değil bu işler. Kimse okumak için tarikat yurtlarında tacize uğramıyor, tarikat yurtlarındaki yangında ölmüyor;
Üniversite bitiren genç iş buluyor, ülkesine katkıda bulunabiliyordu. Her yeri torpil kaplamamıştı. Torpilli olmayan emekli öğretmen oğlu da iş bulabiliyor, kendini gösterebiliyordu. Yol açıktı ama siz olmasaydınız, eğer babam, ben de olamazdım ki. Türkleri sizden öğrendim, aydın ne demek sizden öğrendim, Anadolu kadınının bilgeliği nedir, sizden öğrendim. Sevgiyi sizden öğrendim, insana değer vermeyi sizden öğrendim. İnsanları sevmeyi sizden öğrendim. El âlem ne der diye toplumun değerlerine dikkat etmeyi sizden öğrendim. Ailenin değerini, eşin de; evladın da; ananın, babanın değerini de sizden öğrendim. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem. Ömrünüzün sonbaharında evlat hasreti yaşıyorsunuz. Balanızın hâlinden, ahvalinden endişelisiniz. Bunun sebebi ben değilim; siyaseti düşman hukuku hâline getirdiler. Ama yine de bu yaşta sizin üzülmeniz yüreğimi dağlıyor. Zaten hastasınız. Üzmeyin güzel yüreğinizi. Geçecek bu günler. Enseyi karartmayın. Bu ülkede nice yiğitler hapis yattı, yatıyor. Babam, 1952’de, bundan 43 yıl önce, 17 yaşında ilk gözaltına alındığımda, mahkemeye çıkarıldığımda ki inancım neyse bugün de o. O zaman da mücadele ile ülkemin güzelleşeceğine inanıyordum, bugün de. O günde delikanlıyım, kızlarla gezeyim tozayım demiyor, parasız üniversite eğitimi için, özerk üniversiteler için mücadele ediyordum. Bugün de hâlim vaktim yerinde, elimde para, viski yaşamıma bakarım demiyor; açlıkla boğuşan halkım güzel günler görsün diye, herkes için adalet gelsin diye, gençlerinde benim gibi umudu olsun diye, kimse bu ülkeden umudunu kesmesin diye mücadele etmeye devam ediyorum, edeceğim. Elbet bu zindandan da çıkacak, bir kez daha oynayacağız seninle babam. Az kaldı anam. Az kaldı. Devranın değişmesine az kaldı. Güzel bir çay demleyip, karşılıklı ısıtıp içmeye az kaldı. De gel, Bayburt’u beraber tekrar söylemeye az kaldı. Biz şimdi sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız, sevgilimiz çiçekler koyuyor ya bardağa, anamız çay demliyor ya güzel günlere, bu, böyle gidecek demek değil bu işler. Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz; hep bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını, işte o gün, sizi tanrılar bile kurtaramaz.” 20.08.2025 – Buca Zindanı Şenol ASLANOĞLU"