Bir insanın, bile isteye kötü olmayacağı, kötülük yapmayacağı, karşısına çıkan tüm durumlarda mümkün olan seçimler içerisinden yalnızca kendisi için değil başkalarının da faydasını gözeten seçimleri yapacağına olan inançtır bana göre, bir başkasını “iyi” olarak addetmek. Dolayısıyla da aynı kişiyi ahlaklı olarak da nitelendirmiş oluruz bir noktada. Çünkü ahlaken doğru olan eylemleri iyi olarak tanımlarız. Yine bir insanın eylemleri ve söylemleri arasındaki değişmezlik ile farklı durumlarda da bu temel anlayışı herhangi çelişme olmaksızın sürdürmek konusundaki ısrarını tutarlılık, bu tutarlılığı farklı koşullarda da sürdüren kişinin bizde yarattığı diğer intibayı da güvenilirlik olarak tanımlarız.
Kendisi dışındaki bir insan ya da bu gezegeni paylaştığımız milyonlarca canlı türü içerisinden herhangi birini de kendinden ayırmayarak, onların farklılıklarına, yaşam haklarına anlayış ve tahammül göstermenin yanı sıra acılarına karşı duyarlı olmak demek olan şefkat ve hoşgörü de yaşamımızdaki diğer önemli kavramlardır. Bence; iyilik, güvenilirlik, şefkat ve hoşgörü kavramları bir kişinin aynı zamanda adaletli de olabileceğinin ön koşulları gibidir. Bu kavramları, daha da doğrusu bu etik değerleri bünyesinde barındırmayan birinin adil biri olabileceğini söyleyebilmenin de zor olduğunu düşünüyorum.
Eğer bir insan diğer insan ve canlılara karşı içinde koşulsuz bir sevgi barındırıyorsa tam da bu kavramlara, değerlere olan gönülden inancındandır. Bu, aynı kendisi gibi başkalarının da özünde; iyi, güvenilir, şefkatli ve hoş görülü olduğuna dair henüz başka sebeplerle yaralanmamış, sakatlanmamış, paramparça olmamış bir varsayımdır. Bu kişi, insanın; etik değerlere sıkıca bağlı, yeri ve zamanı geldiğinde olay, durum ve konuları aklının süzgecinden geçiren, doğruluktan ve dürüstlükten şaşmayan ve şaşmayacak biri olduğunu kabul eder. Bu aynı zamanda, başka herhangi bir kurum veya bunlar aracılığıyla oluşturulmuş kurallar/ yasalar ile yine bunların eksiksiz olarak uygulandığının kontrolüne gereksinim duymaksızın herkesin iradi olarak adil davrandığını öngörmektir.
Her ne kadar herkesin doğuştan getirdiği tek duygunun koşulsuz sevgi olduğunu düşünsem de doğayla iç içe olan, kendisini onun bir parçası olarak kabul eden, doğadaki diğer canlılar gibi basit ve sade bir hayat sürdürenden bugünkü insana dönüşen canlı için sanıyorum ki bunu söylemek artık zordur. Yani, bahsettiğim ve dahası da olan bu evrensel etik değerleri kişiliğinin bir parçası yapmış ve onlara her koşulda sıkı sıkıya bağlı kalan bir insandan -bu büyük topluluk içinde az denilebilecek olanlar hariç- bahsetmek bugün pek mümkün değil. Bir ve birlikte olmaktan, çok ve ayrı olmaya, aralarında var olan farklılıkları zamanla daha da görünür hale getiren, bunları birer üstünlük sebebi olarak görüp birbirlerine tahammül etmek bir yana diğerinin yaşama hakkını bile elinden almaya çalışan insan için “sevgi”den bahsetmek imkansızdır. Zira, edinmek için herhangi bir çabaya bile gereksinim duymadan yanımızda getirdiğimiz, elimizde bolca bulunan, basit ama en büyük hazine olan sevgi, bugünün toplumunda mumla arar hale geldiğimiz az miktarda bulunan kıymetli bir madene dönüşmüştür. Öyle ya, gezegende ve kendinde çokça bulunan neyi kolayca çarçur edip de dengi bile olamayacakları daha büyük bedellerle yerine koymaya çalışmadı ki bu aç gözlü insan.
Herhangi bir dış müdahale ve zorlamaya gerek duymadan, kendi kendine olmayı başaramayan insan adına adil olmak, adaleti sağlamak üzere oluşturulmuş kurum, kişi ve yasalar eliyle haklıya hakkını verme mecburiyeti doğmuştur. Ancak, kendi ırkından, milletinden, inancından olmayana eşit yaklaşmayı beceremeyen insanı ve toplulukları yasalar aracılığıyla buna mecbur bırakmanın da işe yaramadığını görmek için bugün dünyanın dört bir yanında yaşananları hatırlamak yeterlidir. Fırsatını bulduğu ilk anda, parmaklarından akan balın yarattığı iştahla hiçe sayarak, yasalarla güvence altına alınmış eşitliği kendinden yana bozduğunu, hatta adalet gücüyle farklılıklarla savaştığını, kimi zaman da yaşama hakkı bile vermemek için çabaladığını görebiliriz.
Her elinde tutanın kendi çıkarına sallamaması gereken adalet çekicinin; uzun vadeli, kalıcı, mutlu ve huzur içindeki bir birlikte yaşamın gereği olduğu unutulmamalıdır. Kendinden başkasını aynı değerde görmeyen, hak bakımından daha fazlasına layık olduğunu ve faydalı olan her şeyden daha çok yararlanması gerektiğini düşünenlerin var olduğu bu dünyada adalet maalesef ki yasalar ve kurumlar aracılığıyla dağıtılmak zorundadır. Gönül isterdi ki her insan kendi terazisinde adil olsun, yalnız kendisi için değil herkesin iyiliği ve esenliği için uygun ve doğru olanı kendi iradesiyle, aynı Demokles’in kılıcı gibi tepesinde duran herhangi bir yaptırım olasılığından kaçınmaksızın yapsın. Ancak, henüz en küçük yaşlarımızdan itibaren işaret edilen ve bir üstünlük gibi kabul ettirilen farklılıklarımızın gölgesinde büyüyen kişiler için bu hiç açmamış bir çiçek gibidir.
Unutmamak gerekir ki herhangi bir tür içerisinde mümkün olmadığı gibi insan türü içerisinde var olan farklılıkları yok etmek, farklılıkların olmadığı bir canlı ve bu canlının üyelerinin oluşturduğu bir topluluk, toplum, millet, devlet ve dünya kurmak da mümkün değildir. Farklı coğrafyaların, koşulların ve zamanların özelinde bakıldığında bu dünya için farklı değer ve önemlere sahip onlarca, yüzlerce ve binlerce farklı insan topluluğunun varlığı görülebilecektir. Aslında zaten hepsinin farkında olan insanın yapması gereken tek şey ise bugün elde etmek istediği güç ve zenginliğin ancak başkalarının hak ve çıkarlarının ihlali, işgali ve dolayısıyla ortaya çıkacak mutsuzluk üzerine kurulabileceği gerçeğini görmektir.