İnsan hayatının en hareketli, en heyecanlı, en duygu yüklü, en canlı, ideallerle dolu... Zaman dilimi olan gençliğin sorunlarına çözüm üretilmemesi, bu hareketliliğin etkin ve verimli kullanılmayışı gerçek bir beka sorunudur. Şüphe yok ki, gençlik döneminin etkinliği ve verimliliğini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen birtakım unsurlar mevcuttur. Bunlar uzmanlar tarafından araştırmalar yoluyla tespit edilen, gençler tarafından beyan edilen sorunlar ile ilgili kurum ve kuruluşların gençlik çalışmalarındaki konumlarıdır. Ancak AKP’nin “dindar nesil” projesi ise 20 yıllık iktidarında mümkün olmadığını gördük ve görüyoruz. Olamaz çünkü bilimle ve dünyayla tanışan gençlik hangi kesimden gelirse gelsin artık her şeyi sorguluyor. Doğrusu da bu zaten. İleriki dönemlerde deizm tartışmalarını da aşan bir gündem oluşacağı şimdiden sinyallerini veriyor.

Aynı zamanda gençliğin sorunları, toplumun içinde bulunduğu iç ve dış faktörlerden etkilenen dinamik bir yapıya sahip olduğunu vurgulamak lazım. Bu anlamda, alanda kurum ve kuruluşların bununla alakalı son yıllardaki çalışmalarının ivme kazandığını görüyoruz.

Yine bir taraftan söz konusu eşgüdümlülük ile çalışmaların daha ileriye taşınması için bütüncül ve kuşatıcı politika oluşturma çalışmaları da yürütülmelidir diye düşünüyorum.

Türkiye’de son yıllarda farklı boyutlara ulaşan gençliğin sorunlarına dikkat çeken ve çözmek için projeler oluşturan bazı muhalefet partileri ve eğitim kuruluşları çaba göstermesine karşın, mevcut iktidar tarafından gençliğin yaşadığı sorunlar görülmüyor veya görülmek istenmiyor. Örneğin üniversite öğrencilerinin "barınamıyoruz" diyerek sokakta yatmak zorunda kaldıkları eylemlerine, iktidarın bulduğu çözüm ise "bu gençler bazı odakların unsuru. Terorist" diyerek, kolluk güçleriyle bastırılmıştı. O gençlere yapılanlar o gün şair Gülten Akın'ın 'Büyü' şiirini anımsattı bana. Tıpkı ev, yurt bulamayarak banklarda yatmak zorunda kalan gençleri anlatırcasına;

Büyü de baban sana

Büyü de

Acılar alacak

Büyü de baban sana

Büyü de

Yokluklar alacak

Büyü de baban sana büyü de

Bitmez işsizlikler açlıklar alacak

Büyü de

büyü de baban sana

Baskılar işkenceler alacak

Kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak

Büyü de

Büyüyüp on yedine geldiğinde

Büyü de baban sana

İdamlar alacak.

Dizelerinde ki gibi...

Bugün, 'her sistem zıddını doğurur' çerçevesinde bakıldığında, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen içinde bulunduğu toplumsal koşulların etkisi ile farklı bir gençlik ortaya çıkıyor.

Ülkemizde kaliteli eğitim gençler arasında belki de başat ve kaynak teşkil eden problem olarak kaliteli eğitim yoksunluğunu gösterebiliriz. Yükseköğretime gidebilen öğrencilerin önemli bir kısmı barınma, burs, ulaşım, öğretim elemanı, bilimsel, teknik imkânlar, demokrasi ve özgürlükler gibi; ekonomik, eğitim ve öğretim, sosyo-kültürel ve psikolojik olarak sınıflandırılabilecek problemlerle mücadele ediyorlar. Bu durum ekonomik yönden şanslı olan gençleri yurtdışına eğitim için gitmenin yollarını aramaya mecbur bırakıyor. Yine en büyük sorunlardan bir diğeri ise İstihdam. İşsizlik gençleri hem psikolojik hem ekonomik hem de sosyal yönden olumsuz etkilemektedir. Rakam vermeye gerek yok. Daha dün Adıyaman'da, 19 kişilik iş ilanına 17 bin kişinin başvurması haber olmuştu. İşsizliğe neden olan birçok faktör bulunmakla beraber, işsizliğin önüne geçilmesine en büyük engel içinde bulunduğumuz eğitim sorunudur. Eğitim sisteminin uygulamalı eğitimde yetersiz kalması aktif bireylerin yetiştirilmesini engellemektedir. Hızla değişen bir dünyada aynı şekilde hızla dönüşen iş piyasasına, kurumlara ayak uydurmada sorun yaşayan kökleşmiş, geleneksel eğitim kurumları iş yaşamına atılacak olan bireyleri bu yaşama entegre etmede yetersiz kalmaktadır. İş piyasasına giren genç nüfusun, üretilen iş kapasitesinden neredeyse iki kat fazla olması işsizliği ortaya çıkaran ve arttıran nedenlerden bir diğeridir. İktidar ne yapıyor? Boğaziçi Üniversitesi'ni örnek vermek yeterli sanırım. Sorunun çözüm yolu kolluk güçleri...

Üniversite kontenjanlarının arttırılması, eğitime katılım oranlarının yükselmesi bireylerin rekabet ortamını zorlaştırırken aynı düzeyde iş alanı yaratılmasını da gerekli kılmaktadır. Ülkemizde bu gelişmelere karşın iş gücü planlamasının yapılmaması ise bu arz talep dengesizliğini beraberinde getirmektedir. Bu durum gençleri, bağımlılığa itiyor ve sigara, uyuşturucu, kumar, fuhuş, hırsızlık gibi bir kısmı adli suç kapsamına giren kötü ve zararlı alışkanlıklar da hayati derecede öneme sahip gençlik sorunları arasında yer alıyor. Yani bağımlılık gençliğin olumlu işler yapmasının ve toplumsal faydayı düşürmenin önünde büyük bir engel olarak duruyor ve iktidar bu sorunu da çözmek yerine seyirci kalmayı tercih ediyor. Bu duruma da bir örnek vermek gerekirse, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, ‘kokain çekerken’ çekilmiş görüntüsünün ardından gözaltına alınan partinin genel merkez personeli Kürşat Ayvatoğlu hakkında AKP seçmenlerinden helallik istediğini anımsatmak yeterli olacaktır sanırım.

Gençlerin bir de bölgesel dezavantajlar sorununa da dikkat çekmek gerekiyor.

Türkiye, tüm bölgeleri birbirinden farklı sosyo-kültürel özellikler taşıyan bir yapıya sahip. Bu konuda istatistiksel bilgilere bakmak gerekiyor. Örneğin Güney Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan gençlerin başat problemi eğitim ve işsizlik iken, Marmara bölgesinde bağımlılık ve işsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle bölgelerin sosyoloji yapısı, gelenek-görenekleri ve coğrafi yapısının getirdiği dezavantajlar göz önüne alındığında gençler farklı problemler ile karşı karşıya kalıyor.

KATILIM VE GENÇLİK

Yine gençlerin sorunlarından bir diğeri ise katılım. Gençliğin demokratik mekanizmalara dahil olması, kendilerini ilgilendiren süreçlere katılması, karar alma mekanizmalarına etki etmesi ülkemizde çok düşük oranlarda kalmaktadır. Gençlerin gerçekleştirdikleri en önemli siyasal katılım faaliyeti seçimlerde oy vermekten ibarettir. Esasında bu siyasal davranış bile olabildiğince düşük seviyede gerçekleşmektedir. Yapılan araştırmalarda, oy verme hakkına sahip gençlerin ancak yaklaşık yüzde 60’ının seçimlerde bir siyasi partiye oy verdikleri görülmektedir. STK'lara katılım da yetersiz düzeyde diyebiliriz. Bu da gençlerin kendilerini ilgilendiren problemleri çözme konusunda söz sahibi olamamalarına ve mevcut problemlerin kısır döngü şeklinde devam etmesine neden olmaktadır. Yani gençlerin en temel manada kaliteli eğitim, işsizlik, bağımlılık, bölgesel dezavantajlar ve katılım problemleri olduğu bir gerçek ve çözüm bekliyor. Bu sorunların tek tek ele alınarak çözülmesinden ziyade birbiri ile ilişkili olarak çözümler üretilmesi en doğru yol olacaktır. Çünkü tüm problemler birbiri ile bağlantılı. Bu meselede çözüm; devletin inisiyatif alarak çözüm yöntemlerini politika haline getirmesi ve sivil toplum kuruluşları ile dirsek temasında çözüm aramasıdır. Ne yazık ki bu konuda da iktidar STK'larla da arasının iyi olduk söylenemez. Burada Sivil Toplum Kuruluşlarının da gençler için ortak akla dayanan ve konjonktürel realiteye uygun çalışmalar üretmesi gerektiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Gençler siyasi iktidara, genel olarak siyasete ve hatta topluma karşı daha kuşkucu ve daha eleştirel bir duruş sergiliyorlar. Örneğin protesto müziği gençler arasında oldukça yaygın ve ilgi görüyor. Devletin ve büyük sermayenin müdahale etmediği bağımsız akımlar gençlerin öncelikleri arasında.

Gençlerin bir bölümü gelenekçiliğe sarılmaya ya da geleneksel ve modern değerler arasında bocalasa da, büyük bir bölümü gelenekçiliğe, baskıya ve otoriterleşmeye karşı çıktığı görülüyor. Deizim'in İmam Hatip okullarında görülmesi ise bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Çünkü dinlerin buyruk ve yasaklarının, özellikle ahlaki talimatlarının dindarlar tarafından kolayca ihmal edilmesi; inananların ve onları temsil edenlerin doğru, dürüst, düzgün insan olma konusunda iyi örnek oluşturamaması; en yüksek dinsel değerlerin bile inananlarca çıkarlara alet edilmesi deizme rağbeti artırmıştır. Bunun adresi de yine AKP.

ZALİMLERİN ÇARKI, CAHİLLERİN ÇALIŞMAYAN KAFALARIYLA DÖNER

Dün metroda tanıştığım ve yol boyunca sohbet ettiğim bir genç insana, "Öğrenci misin?" dedim. Bana, "evet öğrenciyim" dedi ve dışarıdan gelen bir öğrencinin yaşadığı barınmadan, sosyo-ekonomik sorunlara kadar birçok konuyu başlıklar şeklinde konuştuk. Genç öğrenci benim de samimiyetimi hissedince okumanın önemini anlatmaya başladı. Ben de ona, "Peki, bu iktidarın gençlere bakışını nasıl buluyorsun?" diye sordum. Bana, iki gün önce birçok kesimde tepkilere neden olan, İstanbul Esenler'de bir tarikata ait olduğu belirtilen erkek öğrenci yurdunda çocuklara şiddet uygulandığını gözler önüne seren haberi ve görüntüleri anımsattı ve "Ben İmam Hatip mezunuyum ve öyle bir yurtta kaldım. Baskı ve dayak bütün tarikat cemaat yurtlarında var ağabey. Benim gibi birçok liseden arkadaşım bunun gibi insanlık dışı şeyler yaşıyoruz. Maalesef din eğitimi çocuklukta Kuran kurslarından başlayarak, öğrenci yurtlarına gelinceye kadar hep itaat ve dayak var. Dayak bir kültür olmuş. O yüzden ilahiyatçı olmak istemedim. Bu yüzden pozitif bilimleri tercih ettim... Şimdi de Fizik okuyorum. Birçok şeyi derslerle değil sosyalleşmekle öğrenildiğini üniversiteye başlayınca anladım." Genç insanın şu cümlesi çok dikkatimi çekmişti; "Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner. Sen beni anlamışsındır ağabey" dedi ve ineceği durağa geldiği için metrodan inmek zorunda kaldı. Bunları söylerken ses tonunu kısarak kulağıma fısıldayarak söylemesi ise yaşadığı tedirginliği üzerinden hala atamadığının bir başka göstergesiydi. Ben genç insanın ne demek istediğini anlamıştım. Bu söz şimdi tam da bunu ortaya koyuyor. Gençler bu iktidarın ikiyüzlü politikalarını görüyor ve sorguluyor. En çok da muhafazakâr, mütedeyyin ailelerin çocukları büyük bir eğitim ve kültür şoku yaşıyorlar. İşin özünü; "Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir." sözleriyle insanlık dehası olan ünlü bilim insanı Albert Einstein ortaya koyuyor.