Sanatçı Sezen Aksu’nun şarkı sözleri, gazeteci Sedef Kabaş’ın bir atasözünü bir tv kanalından açıklaması, günlerdir Sezen Aksu’ya sosyal medya ve siyasiler üzerinden yapılan saldırılar, gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına kadar ilerleyen süreçlerde hep şunu gördük. Ağızdan çıkan laflar ve bu sözlerin kimler tarafından nasıl algılandığı ve etki veya tepki gösterdiğidir. Sadece sanatçı ve gazeteciler değil siyasilerde yukarıda bir iki söz ettiğinde aşağıda yani, vatandaş düzeyinde kıyametler kopuyor, safları ve kutupları daha da derinleştiriyor. Bu konuda senin ne söylediğin değil senin söylediklerinde karşındakinin ne anladığı daha da önem kazanmıştır. Hele hele bu ekonomi alanında ekonominin genel kabul görmüş kurallarına aykırı söz ve söylemler olursa açılan yaralar direkt vatandaşa yansıyor, onların yükünü artırıyor. Sadece finans piyasaları değil, demokrasi, hukuk ve insan hakları çerçevesinde yapılan açıklamalar da finans piyasalarını etkilemiştir. Son otuz yıl içinde bunun en belirgin örnekleri vardır. İlki, 90’lı yıllarda CHP genel başkanı Deniz Baykal ve 2010’lardan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Damadı Berat Albayrak’ın açıklamaları ve konuşmaları idi. Bir de buna son zamanlarda Bakan Nureddin Nebati eklendi.

Siyasi Yasakların kalkması ile 1992 yılında CHP’nin başına geçen Deniz Baykal, muhalefette kaldığı ve 1999 genel seçimlerinde CHP’nin yüzde 10 ülke barajının altında kaldığı dönemlerde yaptığı açıklamalar ve söylemleri, başta hisse senedi ve tahvil piyasaları olmak üzere finans piyasalarını etkilemiştir. Hatta o dönemlerde “Baykal’ın borsada hisseleri mi var” diye çok konuşulduğu zamanlar olmuştu. Baykal sert konuşuyor borsa düşüyor, ılımlı ve yapıcı konuşuyor borsa yükseliyordu.

Bundan 20 yıl önceki söz ve söylemler ekonomiye kısmen zarar vermiş olsa da yine bir taraflarında nezaket ve hoşgörü tadını alıyorduk, siyasi parti liderleri bir masa etrafında oturup düşüncelerini açıklar diğerleri ise nezaket içerisinde kendi fikirlerini söylerlerdi. Son 5 yılda ise, daha doğrusu 15 Temmuz 2016, OHAL ve anayasa referandumu sonrası geçmişte yaşanan bu ölçekler bozuldu, yaklaşık 700-800 yıllık hoşgörü anlayışımız bir kenara bırakılarak mafya tarzı herkese gider yapan söylemlere gücü elinde bulunduranların kendisi gibi düşünmeyenlere ve güçsüzlere baskı ve zulüm yapmaya yerini bırakmıştır. Bu sürdürülmeye çalışılan durumlar bizim geçmiş kültürümüzde bulunmamaktadır. Aslında bu konularda yazacak çok şey ve çok örnek var ama ben bundan sonrasına YUNUS’tan bir şeyler mırıldanarak devam etmek istiyorum.

13. yüzyıla gidelim, Eskişehir veya civarlarında doğmuş, Anadolu’yu gezmiş ve yine Eskişehir civarında vefat ettiği bilinen, yüksek Allah aşkı ve sevgisi her ifadesinde hissedilen, Anadolu erenlerinden Taptuk Emre dergahında yoğrulmuş, Hacı Bektaşi-Veli dergahına da uğramış, tasavvufa da önem vermiş bir halk şairi olan YUNUS EMRE’nin yaşadığı sürece yazdığı ve günümüze de ulaşan yüzlerce şiiri bugünkü yaşananlara ve bugünleri bize yaşatanlara kuvvetli bir nasihat gibi olmuştur.

Yunus Emre'nin yaşadığı dönemde, Anadolu’da akınlar ve yağmalar, iç kavga ve çekişmeler, otoriter yönetimler, yönetim zaafiyet ve zayıflığı, yoksulluk, kıtlık ve kuraklıklarla halk perişan olmuştu. Yaşananlar dile gelmiş halkın yaşadıklarını, sistemin ve yönetimin sorunlarını şiirlerle dile getirerek o dönem de dahi olsa ilgililerine hoşgörü ile iletmeye çalışmıştır

Yedi-sekiz asır önce Yunus’un söylediği bu sözler bugüne kadar gelmiştir, yaşananlara bakacak olursak önümüzdeki yüzyıllara da taşınacaktır. O sözlerin bazılarına şöyle bir bakacak olursak bugün için ne kadar büyük anlam ifade ettiğini göreceğiz. Sıralayalım bu güzel ve anlamlı sözleri “Sanma ki zalimin ettiği kârdır”, “Mazlumun ahı indirir şahı”, “Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme”, “Zulüm ile abad olanın akıbeti berbad olur”, “Nefistir seni yolda koyan, yolda kalır nefse uyan”, “Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil”, “Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan”, “Her şeyin bir vakti vardır”, şeklinde çok değerli sözler söylemiştir şiirlerinde…

Bu iktidar gelene kadar gerçekten bir hoşgörü vardı. Devlet büyükleri eleştirilir, karikatürize edilir, edilenler ise bunlara hoşgörü ile yaklaşırdı. Şimdi moda haline gelmiş cumhurbaşkanına hakaret söylemleri ve açılan davaların sayısı on binleri bulmuş, yumuşak bir eleştiri dahil hakaret olarak nitelendirilmiştir. Hep vatandaş, hep eleştiren suçlu olmuş, gözaltına alınmış, tutuklanmış… bunu yazarken aklıma Nasreddin hocanın bir fıkrası geldi… Hırsızın hiç mi suçu yok;

Bir gece Hoca’nın eşeğini çalmışlar. Eşeksiz, Nasreddin Hoca ne yapsın? Fukara, önüne gelene yalnızca bu adi hırsızlık vakasını değil, çalınan eşeğinin faziletlerini de anlatıp duruyormuş. Kim yanar Hoca’nın eşeğine? Her ağızdan bir avaz:

– Kış uykusuna mı yattın Hoca?

– Kapıya niye parmaklık yapmadın?

– Kapıyı kilitlemeyi mi unuttun yoksa?

Hoca dayanamamış: Bre, demiş, domuzdan yana mısınız, benden yana mısınız? Hırsızın hiç mi suçu yok?

Ülkeyi yönetenler, yönetim kademelerinde olanlar dillerine dikkat etmelidir, sözleri ayrıştırmamalı, husumet yaratmamalıdır. “Dillerini kopartırız”, “serçeysen serçeliğini bil” gibi sözler, işgal edilen koltuklara yakışmayan sözlerdir. Bir de durumdan vazife çıkaranların sosyal medyada yaratmış olduğu linç girişimleri eklenince işin tadı başka yerlere gidiyor. Bunun yerine sanatçıdır, düşündüğünü söylemiştir, denilip hoşgörü ve olgunlukla karşılansaydı, bu savaş olmazdı. Yunus’un şiirlerinde aktardığı “Söz ola kese savaşı” gibi, bu yüzden yönetenler daha az konuşup savaşı kesecek yapıcı sözler sarf etmelidir.