Bir haftadır tırnaklarımı yiyerek izliyorum Sezen Aksu’nun uğradığı sistematik saldırıyı. Kendisine karşı 2010 referandumu nedeniyle kaybettiğim duygum nedeniyle amacını aşan sözler etmek istemediğimden ve hatta çocukluk/ilk gençlik/gençlik anılarıma da duyduğum saygıyla olumlu/olumsuz bir şey söylemeden beklemeyi tercih ettim. Ama iş çığırından çıkınca da bu konuda geriye bir tek de ben kalınca bu yazıyı yazma ihtiyacı iyice belirginleşti.

Sezen Aksu’yu yiyip yutacağını sananların büyük bir stratejik hatasıdır bu olan biten. Millet İttifakı’nı çözmeyi başaramayanların beceriksizliğini giderme çabalarından birisi olarak gündeme gelen bir mevzu! İttifakın genişleme hamleleri ve hatta ittifak partilerinin HDP ile yakınlaşma girişimlerini dinamitlemenin bir yolu olarak denediklerine neredeyse eminim. İki nedenle:

Yetmez Ama Evet’çi liberal sol ile ‘’endişeli laikleri’’ karşı karşıya getirmenin bir yolu olarak Sezen Aksu’ya saldırı başlatmak en azından bu iki kesimi karşı karşıya getirmesi planlandı sanırım. İkinci hedef de Sezen’in Barış Süreci esnasında bu sürece destek olmayanları ‘’iki cihanda lekeli olmak’’la eleştirdiği sözü üzerinden Kürtleri ve Barış Süreci’ni destekleyenleri marjinalize etme girişimiydi.

Yola çıkma amaçları sonuçsuz kaldı. Karşı karşıya getirilmeye çalışılan kitleler birbirine kilitleniverdi. Saray’ın iletişimcileri bir şeyi hesaplamamışlardı. O da kendilerinde olmayandı: Vicdan.

Tüm hafta boyunca herkes yazdı çizdi. Destek açıklayanlar kendi dilleri döndüğünce yanında olmaya çalıştı O’nun. Çünkü ilerici/demokrat/aydın insanların ortak özelliklerinden birisi vicdanlı olmalarıydı. Ve Sezen Aksu da bu toprakların vicdanıydı. Tüm rezervleri saklı tutarak herkes vicdanını dinledi.

Tüm bu bütünleşik tepki karşısında sessizliğini son ana kadar koruyan Cumhurbaşkanı o kadar sinirlenmiş olmalı ki ‘’dilini koparırız’’ diyerek en üst perdeden Sezen Aksu nezdinde hepimizi kocaman bir korku tüneline hapsetmeye çalıştı. Onun bu büyük paniğine ise sessizliğini bozan Sezen Aksu ‘’kendi meşrebince’’ yanıt verdi. ‘’Avcı’’ diye bir şarkı yazarak. Birden bire 35’ten fazla dile çevrilerek Ermenice, Kürtçe, Süryanice, Lazca, Zazaca da dahil olmak üzere bu toprakların dillerinde dolaştı şarkı.

Bizim dilimizi koparmak isteyen iktidara karşı verilen en güzel cevap çok dilli bir şarkı ile oldu. Beni öldüremezsin/Sesim, sazım, sözüm var benim/ Ben derken ben herkesim diyerek hepimiz adına meydan okudu. Sezen, yine hepimizin vicdanı olup, ortaya çıkan bu ortak tepkiyi birkaç söz ile özetleyiverdi.

Evet dostlar. Bu iktidar kaybettikçe sertleşiyor. Kaybettikçe saçmalıyor. Temel anlamıyla olmasa da mecaz anlamıyla hepimizi yakıyor, yıkıyor, yok ediyor. Güzel olan ne varsa yok ettikleri gibi, kendilerince zayıf gördükleri her şeye saldırıyor. Kadın, doğa, genç, çocuk demeden ezip geçiyor. Bu saldırı da birilerinin düğmeye basmasıyla tüm bu yukarda anlattıklarımın bütünleşik bir yansıması olarak ortaya çıkıyor.

Hepimizin altında ezildiği bu topyekûn faşist saldırılardan korunacağımız şey, bizim ortak vicdanımızdır. Yan yana olma haline en çok ihtiyaç duyduğumuz son dönemece girdik.

Gerginliklerinden de anlayacağınız gibi bizi sokmak istedikleri o karanlık tüneli reddetmek için güçlü durmaya ihtiyacımız var. Kaybedeceklerini değil, kaybettiklerini en çok onlar biliyor. Sezen Aksu kadar soğukkanlı durup sabır ateşini harlama ve yine onun eski bir şarkısında da söylediği gibi ‘’İlahi bir takip’’ olan vicdana sarılma zamanıdır şimdi.

Sezen Aksu sakinliği ile ve Avcı’nın sözleriyle kapatalım pencereyi:

Kim yolcu kim hancı

Dur bakalım…