On üç yıl önce tam da bu günlerde telefon irtibatı ile bir araya gelen 73 şair, ortak bir şiir yazdılar; “Yetimler Ağıdı…” Hrant Dink katledileli bir ay bile olmamıştı ve onun altı delik ayakkabısı bütün televizyon kanallarında defalarca gösterilerek, kalplerimizin acıyla doldurulması sürdürülüyordu…

Yetimler Ağıdı adlı şiir, buradaki her şairin en az iki, en çok dört dize vermesi ve daha sonra bu dizelerin bir biriyle ses uyumları dikkate alınarak birleştirilmesiyle oluşmuş, sonrasında da yayınlanmıştı. Bu satırların yazarının da o ağıt içinde üç dizesi vardır.

Ama on üç yıl sonra yeniden ırkçının biri, Hrant’ın katilini, Osmanlı padişahlarının adını da anarak yüceltince ve “yetim Hrant”a bir kez daha alçakça saldırınca ülke olarak ne denli param parça olduğumuzu yeniden hatırladım… Bir kez daha gördüm ki; ırkçılık, ‘bölücülüğün’ ta kendisidir ve ülkemizin asıl ‘beka sorunu’ bu ırkçılar ve temsil ettikleri değerlerdir!

Son on üç yıldır yaşanan sayısız olay bir kez daha gösterdi ki yurdumuzu, Anadolu’yu parçalamak isteyenler emperyalistler ve onların işbirlikçisi ırkçılardır. Hrant gibi birlikten, kardeşlikten yana olanlarsa, bu ülkenin yeniden geçmişte yaşadığı acılara dönmemesi ve yaşadıklarından ders alması uğrunda ölenlerdir…

Hrant öldürüldü ve geriye bir yetimin altı delik ayakkabıları kaldı sanıyorlar; hayır derin, çok derinde bir insanlık bilinci ve yurt sevgisi kaldı Hrant’tan geriye. Bu sevgiyi, Karadeniz boydan boya HES’lerle kuşatılırken, ormanlar yakılıp, ırmaklar kurutulurken sözde “o ırmağın akışına ölenler” anlayamaz! Bu sevgiyi ancak, ülkenin birliği için hayatını vermiş gerçek yurtseverler anlayabilir!

Hrant Dink, öldürülmeden birkaç yıl önce 1 Haziran 2004’te Agos’ta şunları yazmış; “Yüz yıl önce Ermeniler bekliyordu İngiliz-Fransız ittifakını. Şimdi Kürtler bekliyor Amerikan-İngiliz ittifakını. Osmanlı topraklarında yüz yıl önce oynanan oyun bu kez Irak topraklarında sahneleniyor. Hiçbir emperyalist ülke, bir milletin kara kaşı, kara gözü için onu kurtarmaya gitmez. O önce kendi çıkarını düşünür. İşine geldiğinde de anında satar, arkasına bile bakmadan çeker gider. Nitekim yüz yıl önceki o beklentiler, o umutlar, Ermeniler açısından tam bir hüsranla sonuçlandı işte. Beklentinin gerçekleşmemesi bir yana, varlığını o zamana dek belli bir millet sistematiği içerisinde sürdürebilen Ermeni halkının büyük bir bölümü yok edildi; bir milletin kökünün kazınmasına vesile oldu. Koca halkın Anadolu üzerindeki tüm izlerinin silinmesine kapı aralandı. İyisi mi sen gel, ey Kürt kardeşim. Sen gel, şu işi bir bilene sor. Şu Ermeni kardeşinin bilirkişiliğine güven. Böylesi savaş ortamlarına güvenme. Bil ki bu savaş ortamları zalimlerin nezdinde bitirilmemiş hesapların da kökten çözüme kavuşturulduğu tuzak fırsatlardır. Bu tuzağa düşme…” Bundan daha büyük bir ülke ve birlik bilinci olabilir mi? Şimdi ırkçılar bu bilince saldırıyorlar, ah ne büyük körlük!

Hatırlatmakta yarar görüyorum; 1900’lü yıllarda Kafkaslar ve Anadolu’da yaşamak bütün halklar için büyük acılarla doluydu kuşkusuz. Açlık ve her tür ölüm, dört bir yandaydı her zaman. Sözgelimi aynı yıllarda yalnızca Rusya’da açlıktan ölenlerin sayısının yirmi milyonun üzerinde olduğu söyleniyor. Balkanlar’da yüzbinlerce Türk soylu insan, Anadolu’da Aleviler, Kürtler, Kuzey-Doğu’da Azeriler katledildi. İnsanlar birbirini boğazladılar, çok kan döküldü coğrafyaya. Bu topraklarda yaşayıp, o günlere can vermeyen bir tek aile var mı acaba? Hiç sanmıyorum. Sözgelimi bu satırların yazarının birincil dereceden onlarca akrabası bu boğazlaşma sürecinde yaşamını yitirdi… Aile büyüklerimiz bu acıları anmak istemezlerdi, konuşmazlardı. Çünkü derin acıları anmanın, yaraları deşmenin kederden başka bir karşılığı olmadığını bilirlerdi...

Şimdi acı tanımaz, geçmiş bilmez, gelecekle ilgilenmez ırkçılar, Hrant’a saldırıyor, onun ölümünden duydukları “memnuniyeti” alçakça paylaşıyorlar… Anlamıyorlar hiç; her yetimin ağıdı, durur kendi içinde!

*Meraklısı “Yetimler Ağıdı”nı internetten bulup okuyabilir.