Cumhuriyetin genç yıllarında bir “Köy Enstitüsü” gerçeğimiz vardı. Cumhuriyeti kuran devrimci kadrolar, içinde bulundukları çaresizliğin farkındaydılar ve bu çaresizliği aşmanın yöntemlerinin en başında eğitimin geldiğini biliyorlardı. Sözgelimi, cumhuriyet kurulduktan bir gün sonra 30 Ekim 1923 tarihli bir mektupta şunlar yazılıydı: “ (…)  Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136, pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde, bit ciddi sorun, nüfusumuzun yarısı hasta, bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. (…) İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz…” Buraya küçücük bir bölümünü aldığım mektubu, Gazi Mustafa Kemal kaleme almıştı ve İsmet İnönü’yü neden başbakan olarak atadığını anlatıyor, onu ikna etmeye çabalıyordu… İçinde bulundukları gerçek, mektubun bütününde yazılanlardan çok daha sıkıntılıydı aslında!

Bu acı gerçeklerin ışığında 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri kuruldu. Enstitülerin hayati önemde olduğunu biliyorlardı. Tasarladıkları biçimiyle Köy Enstitüleri, sadece öğretmen/sağlıkçı yetiştiren eğitim kurumları değildi. Toplumsal bir değişim ve dönüşüm projesiydi, bir kültür devrimiydi aynı zamanda. Orta çağı yaşayan ve nüfusunun % 80'nini oluşturan köylerden alınan halk çocukları parasız, yatılı, karma eğitim süreçlerinde iş içinde eğitimin yanı sıra, kültürle sanatla tanışıp, demokratik eğitim süreçlerini yaşam biçimine dönüştürerek özgür üretici bireylere dönüşüyorlardı. Bu eylemlilik, yüzyıllardır süren ve yoksulluğun, geri kalmışlığın, cehaletin tek suçlusu; feodal sistemin çöküşünü de kaçınılmaz ve geriye dönülemez bir biçimde hızlandırıyordu... Zaten Cumhuriyetin nihai hedeflerinden biri de bu ağalık, şeyhlik düzeni diye de bilinen feodalizmin bir bütün olarak tasfiye edilmesi değil miydi? Bu bilinçteki enstitülüler kendi dersliklerini, yatakhanelerini, yemekhanelerini yapıp enstitü tarlalarında, çiftliklerinde kendi yiyeceklerini üretiyorlar ve sonra da diğer enstitülerin imecesine katkı koyuyorlardı…

Dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şöyle açıklıyordu Enstitü’nün amacını; “… Bu vatanının dağlarında, bayırlarında ve kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız!” 1940-46’daki bu eğitimde atılım evresi, 1946-54 arasındaki binbir tür gerici saldırıyla çökertildi ve27 Ocak 1954’de çıkartılan bir yasa ile de Köy Enstitüleri eğitim dizgemizden tamamen çıkartılarak, bu gün içinde bulunduğumuz eğitimin kara tablosu hazırlanmış oldu.

Fakat 2001’de Prof. Dr. Kemal Kocabaş ve arkadaşları öncülüğünde “Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği” kuruldu. Bu dernek, ülkemizin en seçkin eğitimcilerini bünyesinde barındırıyor ve ülkemizdeki eğitimin geldiği noktadaki felaketin acısını kalplerinin en derininde hisseden aydınlardan oluşuyor. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler, eğitim ve aydınlanma gerçeğini ilk gündeki tazeliği ile gündemde tutmaya çaba veriyorlar. Sözgelimi bünyelerindeki “mandolin topluluğu” tıpkı enstitülerin ilk günlerindeki gibi umut ve sevgi aşılamaya devam ediyor... Üç ayda bir çıkan “İmece” adlı dergi ve basılan kitaplar, kültür dünyamız açısından hazine değeri taşıyor...

İşte 11 Ocak Cumartesi günü Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezinde YKKD’nin öncülüğü, Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ve Büyükşehir Başkanı Tunç Soyer’in ev sahipliğinde “Köy Enstitüleri ve Yerel Yönetimler” üst başlığıyla bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştayın katılımcılarının hepsi de bir birinden değerli eğitimciler, kültür-sanat insanlarıydı ve son derece başarılı bir çalışma günü geçirildi. Hem Büyükşehir ve hem de Konak Başkanlarının bu çabası değerli, ancak en değerli olan; bu çalıştaydan çıkacak sonuçları bütün yerel yöneticilerimizin sahiplenmesi ve uygulaması olacak kuşkusuz. Unutulmasın, bu karanlık yıllardan, Köy Enstitüleri’nin yaktığı ışığın aydınlığında çıkabiliriz.