“Biz müziği tüketmek istemiyoruz. Bu nedenle sürekli konserler vermek istemiyoruz. Müzik bizim için bir meslek değil. Biz müzikle yaşıyoruz. Diğeri zaten çok sıkıcı olur. Yaptığımız müzik ruhunu kaybeder.” Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler bütün dünyada tanınan çok değerli piyanistler. Sıra dışı çalışmalara imza atmakla tanınıyorlar. Bütün dünyayı etkisi altına alan Korona virüs salgını sonrası dünya kesinlikle farklı bir yer olacak. Mesela yeni bir müzik anlayışından bahsedeceğiz. Bilimi sanatla buluşturan projelerden konuşacağız. Öncü olma özelliği taşıyan Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler bundan yıllar önce CERN’de bir konser vermişti. Olayı Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler şöyle anlatıyor; “2010 yılında besteci Xavier Dayer yine bizim siparişimiz üzerine bir eser besteledi. Besteyle birlikte aynı anda film yapımcısı Carlo İppolito’nun çok özel bir çalışması eş zamanlı olarak gösterildi. İppolito’nun yaptığı 13 dakikalık kısa film, 1600 yılında İtalyan kilisesi tarafından yakılarak öldürülen İtalyan Astronom Giordano Bruno’nun hayatı hakkındaydı. CERN bu projeyle Bruno için ilgilendi. Ve eser film eşliğinde CERN’in Globe Salonu’nda seslendirildi. Normalde CERN böyle bir teklifi asla kabul etmezdi. Bu konser CERN’de verilen ilk konserdir. Zaten CERN konser verilebilecek bir yer değil. Çok özel bir yerde ve çok sıra dışı bir konser oldu ve bu konser bir anlamda Bruno, İppolito ve Dayer’in buluşmasıydı.” Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler sadece kendileri için özel olarak bestelenen sipariş parçaları seslendiriyorlar ve özel projelerde sahneye çıkıyorlar. O nedenle onları çok sık görmüyoruz. Bu durumu şöyle açıklıyorlar “Yaptığımız işi çok seviyoruz ama bu süreç çok yorucu ve yıpratıcı. O nedenle, ancak altı ayda bir konser verebiliyoruz. Zaten konserler duygusal olarak bizim için çok doyurucu oluyor. Çaldıkça müziğin güzelliklerini fark ediyoruz. Biz çalarken müziği yeniden yaratıyoruz. Müziği tüketmek istemediğimiz için sürekli konser vermek istemiyoruz.” Son yıllarda bütün dünyada bir “yıldız olma” akımı var. Neredeyse, solistler çaldıkları eserin önüne geçmeye başladılar. Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler bu konuya çok farklı açıdan bakıyorlar; “Biz besteciyle seyirci arasında köprü kuruyoruz. Bir eseri çaldığınızda, artık ‘ben’ değilsiniz. Besteciden dinleyiciye aktaran kişisiniz. Her bestecinin tarzı farklı… Besteciyi tanıyacaksınız. Nereden geldi, şu anda neler yapıyor. Nelerden etkileniyor? Eseri hangi şartlarda yazmış? Hayata bakışı nasıl? Burada bambaşka bir piyano çalıştan bahsediyoruz. Tabii eseri çalarken siz oradasınız ama burada esas önemli şey bestecinin arzu ettiğini dinleyiciye verebilmek. Bundan bir süre önce yetenekli piyanist Anne Queffelec Paris’te yeni yapılan kültür merkezinde bir konser verecekti. Konser öncesinde, prova için kültür merkezine gittiğinde binanın önünde uzun bir kuyruk görüyor. Anne Queffellec çok tanınan popüler biri değil. Dolayısıyla sanatçıyı hiç kimse tanımıyor. Merakla kuyruktakilere neden orada beklediklerini soruyor. Bilet kuyruğundakilerden biri de ‘Debussy dinleyeceğiz, onun için bekliyoruz’ diye cevap veriyor. Besteciye verilen değere vurgu yaparak Anne Queffelec olayı büyük bir mutlulukla anlatıyordu.” Yani, yenidünyada artık sürekli adları medyada parlatılan ‘yıldızlar’ değil, eserler ön planda olacak demektir. Çağdaş müziğin dinleyiciye ulaşması anlamında her iki tarafında çalışması gerekiyor. Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler yeni çağın müziğini tanımak ve anlamak için risk alınması gerektiğine inanıyorlar. “Çağdaş müzik yapıyorsanız, sadece piyanistler ya da besteciler değil konser programlarını hazırlayanlar da risk almak zorunda. Konser programlarının arasına çağdaş eserleri serpiştirerek izleyicileri bu eserlerle tanıştırmak lazım.” Son sözü Ufuk Bahar Dördüncü kardeşlere bırakıyoruz; “Bir eseri seslendirirken o günkü ruh halimiz, o günkü dinleyicinin ve piyanonun bize verdiği haz, ortamın şartlarına ait her şey, eserin çalınışını etkiliyor. Bu müziği her seslendirilişini ‘benzersiz ve tek’ hale getiriyor. Çağdaş müziği bu kadar çok sevmemizin nedeni, her çalışımızda müziği yeniden yaratıyor olmamızdır. Çok taze şeyler yaratmayı seviyoruz. Müziğin o taze ruhunu seviyoruz. Sürekli aynı şeyi çaldığınızda o tazeliğini kaybediyor, müziğin ruhu kayboluyor ve bozuluyor. O nedenle yeniçağın müziği ve ruhu farklı olacak.”