Lyudmila Petruşevskaya’nın kısacık bir öyküsü var.

Annesi ortadan kaybolduğunda onu yanına alan anneannesiyle yaşayan yetişkin bir genç kızın büyümesi ve büyüyüp yaşamın gölgesiyle karşılaşmasını anlatan kısa, çarpıcı bir öykü.

Öykü başladıktan hemen sonra “Böyle şeyler olur: İnsanlar ortadan kaybolur” cümlesiyle devam ediyor… Böyle şeyler olur.

Babası ortadan kaybolduktan sonra annesinin de ortadan kaybolacağından çok korkuyor Jenya. Babasının cenazesine onu götürmemişler, dolayısıyla babasının kaybolduğuna inanıyor. Dört beş sene sonra korktuğu başına geliyor. Annesi ortadan kayboluyor.

Jenya annesinin eve gelmemesi ile birlikte bir gece onu bekliyor. Ertesi gün üstünden çıkarmadığı bir gün önceki elbiseyle okula gidiyor, sonra da okula gitmeyi bırakıyor. İki gün sonra komşular bir terslik olduğunu fark ediyorlar. Anneannesine haber veriliyor ve Jenya anneannesinin yanına taşınıyor.

Annesi doğrular için mücadele eden, çalıp çırpmayan bir kadın. Öyle söylüyor anneannesi. Kaybolmadan önce bir kreşte çalışıyormuş, ama işten çıkarılmış. Hakkını aramaya gidecekmiş Moskova’ya. Onu bir akıl hastanesinde tutuyor olmalılarmış… “Öyledir” diyor anneannesi… Öyledir.

Öykünün bundan sonrasında Jenya genç kızlığa doğru ilerliyor. Çalışkan. Cömert. Yurtta kalıyor. Bir adamla arkadaşlık etmeye başlıyor. Sonra adamın evli olduğu anlaşılıyor. Adamın karısı bir gün karşısına çıkıyor. Kocasının zührevi bir hastalığı olduğunu söylüyor. Jenya’nın da hastalığı kapmış olabileceğini belki de kocasına onun bulaştırdığını söylüyor. “Seni de hastalık yayan biri olarak serbestçe öldürmek gerekir” diyor. Serbestçe.

Jenya korkuyor. Duyulsun ve yayılsın istemiyor. Annesinin küpelerini para yerine vererek bir doktora görünüyor. Hasta olmadığını anlıyor. Adam ortalarda görünmüyor.

Jenya on sekiz yaşında o zaman. Hayatın gölgeli tarafıyla karşılaşıyor. İlişkiler o kadar kolay değil. Hayatın gizli ve hayvani bir yanı var, orada tiksindirici ve çirkin şeyler oluyor. Ve o zaman annesinin pek çok insan gibi öldürülüp öldürülmediğini düşünüyor. Pek çok insan gibi.

On sekiz yaşının yazında başına bir felaket geliyor Jenya’nın. Yerli ya da yabancı turistlerden iki kadın cesedi kentin çöplüğünde elleri kolları bağlanmış ve başları kesik olarak bulunuyor. Jenya “çok da geç olmayan” bir saatte evine dönerken üç yeniyetme tarafından yakalanıyor, kolları cinayet haberindeki gibi bağlanıp arkasına bıçak dayanarak sürükleniyor. Söylediklerini anlamıyor, ama onun zührevi hastalığından ve kimin ilk olacağından bahsettiklerini çıkarıyor duyduklarından.

Bir adam ve bir kadın görüyor Jenya – “Beni öldürün, ama onlara vermeyin!” diye bağırıyor bu adam ve kadına. Beni öldürün, ama onlara vermeyin.

Öykünün bu bölümünde Petruşevkskaya gerçekle gerçeküstünü buluşturuyor.

Ertesi sabah evine döndüğünde anneannesi kolundaki morluklardan her şeyi anlıyor. Anlıyor.

Kızının küpelerini ve kendi büyükannesinden kalan bir ikonayı ona veriyor. Jenya gidiyor. Annesinin mezarını o çöplükte aramak gerektiğini söylüyor. Çöplükte.

Anneannesi kızının başka bir kentte kaybolduğunu söyleyerek karşı çıkıyor. Karşı çıkıyor.

Lyudmila Petruşevskaya, çağdaş Rus edebiyatının önemli isimlerinden. Rus öykücülüğüne yeni bir soluk getirmiş. Kadınların karanlıkta kalan yaşamlarını gözler önüne seriyor öykülerinde. Evler, Cinler, Perdeler adlı kitabı Jaguar tarafından yayımlandı. Bu öyküsü de aynı kitapta bulunan Yaşamın Gölgesi adlı öykü.

Rusya İstanbul Sözleşmesi’nde olmayan bir ülke. Öykü şiddetin nasıl normalleştirildiğini, bilinip nasıl susulduğunu, anneannenin büyükannesinden anneanneye, ondan anneye ve kızına nasıl içselleştirildiğini, kabul edildiğini, yok sayıldığını kısacık bir metin içinde çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Jenya bu gidişi değiştirecek mi bilmiyoruz. Ama biz yaşamı savunmaya bugün başlamalıyız. Bugün.