Halkınızın kendinizden saymadığınız kesimine hakaret içeren sözler söylüyorsanız, iktidarda kalmak için ötekileştirmeyi aşıp hakarete varmışsanız söyleyecek başka sözünüz kalmamış demektir. Yalan olduğunu herkesin bildiği iddiaları bunca yıl sonra yeniden dile getiriyorsanız üreteceğiniz siyaset de buraya kadarmış demektir. Bilimi bir yana bırakıp halkı değil bir avuç zengini daha da zengin kılacak sözde ekonomi teorileriniz çökünce yapacağınız başka bir şey de yoktu zaten.

Topluma geleceğe dair umut veren, içinde olduğumuz zor koşulları aşmayı sağlayacak yöntemler ve siyasi söylemler üretecek hali kalmayanlar, hizmet etmek zorunda kaldıkları halka hakaret etmekte beis görmüyorlar. Üstelik sözlerinin kendilerini de aşan şekilde halkın duygusu ve görüşü olduğunu iddia edebiliyorlar. Oysa bu halk, ne Gezi’ye katılanları ne hakları için mücadele edenleri, ne de sözlerini ve davranışlarını beğense de beğenmese de gençlerini “s.rt.k” gibi sözlerle anmadı hiçbir zaman.

Gençlerine umut olmaktan çıkmış, onları anlamak yerine itip kakan, hakaret eden bir siyasi anlayışın kendisini gelecek kuşaklara aktarması zaten mümkün değildi. Şimdiye kadar bir kez oy kullanmış (2019) seçmenlerle önümüzdeki seçimlerde ilk kez oy kullanacak seçmenlerdeki oy karşılığı bunu gösteriyor zaten. Kendisine teslim olmayan, destek vermeyen herkesi, kim olursa olsun yok sayan bir anlayışın varacağı yer tek başına kalmaktan öteye gidemeyecektir. Çok uzun olmayan bir zamanda “tek adam iktidarının” “tek başına kalmış adama” dönüşeceğini göreceğimizi bize tarihsel deneyim söylüyor zaten.

Hepimize hizmet etmesi gereken kamu kurumları hukuktan kopmuş, adalet sistemi çökmüş, ekonomisi kiriz içinde, dış politikasının temel düsturu “bir avuç dolar için” haline gelmiş bir yönetimin ayakta kalabilmek için yalana, hakarete, baskıya, hapis cezalarına, sürgünlere, korkuya yaslanmasından daha doğal bir şey yoktur. Ancak doğal olan başka bir şey varsa o da iktidarını korumak için bu yollara girenlerin halkta yarattığı kırılmanın her gün daha da artacağıdır.

Kamu kaynaklarını halkın çıkarına değil yandaşlarına aktarıp halka sabır telkin edenlerin, gideceği yol yoktur. Kamunun kaynaklarını bir süre daha sömürebilmek, yurt dışına para aktarma operasyonlarını biraz daha devam ettirebilmek için yapabilecekleri son şeyleri yapmaktan, yalanlara sığınmaktan öte değil yapılanlar.

“Etle, ekmekle beslenmeye muhtaç”, “beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya”, “bu her dalı yemiş dolu dünyadan” göçüp gidecek insanlara söylenen yalanlar artık söyleyenin en yakınlarını bile ikna etmekten çok uzak. Söyleyenin bile inanmadığı bu yalanların neden söylendiğini de biliyoruz. Ama gelin bu nedeni ve yalan düzeninin amacını en güzel sözlerle anlatan Nazım Hikmet’in dizelerini hatırlayalım.

“İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.”

Ancak kimse merak etmesin, kimse umutsuzluğa kapılmasın, bu zulüm bitecek, bu düzen değişecek. Hep birlikte başaracağız.