Cumhurbaşkanının “Hayalim” dediği, “Çılgın Proje” diye açıkladığı, “İnadına Yapacağız” restleşmesinin ilk basamağı olacak Kanal İstanbul Projesi çerçevesinde yapılacak 6 köprüden, Sazlıdere geçişinde Kayaşehir-Bahçeşehir arasındaki ulaşımı sağlayacak 440 metre uzunluğunda gergili eğik askılı köprünün temel atma töreni 26 Haziran 2021 Cumartesi günü yapılacak. Bu köprü, Kuzey Marmara Otoyolu’nun devamı olacak bir proje, Kanal İstanbul’un temel atma töreni değil.

Cumhurbaşkanı temel atsa da kamu kaynağı ile yapılmayacak, özel sektör yapacak, işletecek, işletemez ise de geçmeyen vatandaş ödeyecek… Kredisine de devlet kefil olacak, çünkü yabancı kaynaklı kredi bulunamadı, ihaleyi alan firma karayollarının teminatını kabul etmedi ve bakanlık garantisi istedi. Meclis’te onay vererek mevzuat değişti ve gereken garanti verildi. Hatırlarsınız, bu ihale 30 Haziran 2020’de vatandaş pandemi ile mücadele ederken bunlar maskelerle ihale yaptı. Kamuoyunun da tepkisini çeken bir ihaleydi.

Peki kim aldı, bu ilk basamak ihaleyi; söyleyeyim, beşli çeteden geri kalmayan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı, MİT Yerleşkesi, Millet Kütüphanesi, Okluk Yazlık Sarayı, Adana, Bursa, Elâzığ, Yozgat, İkitelli şehir hastaneleri, Sancaktepe ve Atatürk Havalimanı’nı katleden hastane projeleri, Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, Kuzey Marmara Otoyolu Başakşehir – Nakkaş kesimi, 910 konutluk TOKİ İzmir projesi… daha birçok projeyi sanki başka firma yokmuş gibi Rönesans Grubu aldı. Burada dikkat çeken hep yapılacak işlerin maliyetleri oldu. Devletin yapacağı 6 köprü için resmi yetkililerce yapılan açıklamada köprü başına 350 Milyon dolar maliyet hesaplanmış, ama ihale bir köprü ve çevresi için yaklaşık 8,5 milyar liraya ihale edilmiş… Buyrun işte; İşletme ve geçmeyenin parasını da ödeme garantisi 15 yıl mı? 25 yıl mı? Bilmiyoruz. Yap-işlet-vatandaşı yandaşa soydur projesi ile yapılacağı için kuvvetle ihtimalle köprü geçişleri paralı olacak.

Buraya kadar Rönesans’ın yapacağı Cumhurbaşkanının da ben yaptım-yapacağım diyeceği projenin ilk basamağı olan köprü ihalesi ve temelinin anlatılmasına değindim.

Şimdi, bu Kanal İstanbul serüveninin geçmişten bugüne kadar söylenen ve yaşananlara bakacağız. İlk defa, Karadeniz ve Marmara'yı yapay bir boğazla birbirine bağlama fikri 1500’lü yıllardan bu yana 6 kez gündeme gelmiştir. 1500'lü yılların ortalarında Osmanlı Devleti'nin hayata geçirmeyi planladığı 3 büyük projeden biri de şu an düşünülenin tam ters bölgesinde, doğusunda, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü'nü Karadeniz ve Marmara'ya birbirine bağlamaktı. 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde gündeme geldi. Zamanın en önemli mimarlarından Mimar Sinan, yerli ve yabancı ekipleri ile hazırlıklara başlamasına rağmen yaşanan yoğun savaşlardan dolayı bu projenin hayata geçirilmesi iptal edildi. Yakın tarihte başka üç Osmanlı padişahının da gündemine gelmişti. Sadece bunlar değil hatta milattan önce Roma dönemlerinde de “Sakarya Nehir Taşımacılığı Projesi” ile gündeme geldiği iddia edilmektedir.

Geçmiş 30 yıl içerisinde ise; Dönemin Enerji Bakanlığı Müşaviri Yüksel Önem'in kaleme aldığı makalenin başlığı "İstanbul Kanalı'nı Düşünüyorum”du. Büyükçekmece Gölü'nden başlayıp Terkos Gölü'nün batısından geçecek İstanbul Kanalı, uzunluğu 47 km, su yüzeyindeki genişliği 100 m, derinliği 25 m olarak ifade edilmişti. 1994 yılında Bülent Ecevit, İstanbul’un Avrupa yakasında Karadeniz’le Marmara arasında bir kanal açılmasını dillendirmişti. Bu konu "Boğaz ve DSP’nin Kanal Projesi" ismiyle DSP'nin seçim broşürlerinde de yer almıştı.

Akabinde, son olarak da Cumhurbaşkanı, zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilk defa 27 Nisan 2011’de “Çılgın Projem” diyerek Kanal İstanbul projesi ilan edildi. O tarihten bugüne kadar “İsteseniz de İstemeseniz de yapacağız”, “İnadına Yapacağız” söylemleri ile gelindi ve bugün projenin ilk basamağı olan bir köprünün temeli atılacak. Cumhurbaşkanının ifadesi ile bu bir inatlaşma projesi olacak gibi…

2011 yılından beri bu proje hakkında sayısız söylemler ifade edildi, çalışmalar-çalıştaylar yapıldı. Anket sonuçları açıklandı. Çeşitli odalar ve dernekler projeye karşı açıklamalar da bulundu, imza kampanyaları başlattı. İlginizi çekmesi açısından ben bazı başlıklarla kısa değerlendirmelerde bulunacağım.

Bu projeye başta İBB Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu olmak üzere açıklanan itirazlar; Doğayı ve tarihsel dokuyu tahrip eden, ekolojik ve meteorolojik dengeleri bozan, Karadeniz’i ve Marmara’yı olumsuz etkileyen, su kaynaklarını kurutan, deprem ve tsunami risklerini artıran, Türkiye’nin Boğazlar üstündeki egemenlik hakkını belirleyen Montrö’yü tartışılır hale getiren, kentin bir kesimini öteki kesiminden ayıran, vatandaşları yerlerinden yurtlarından eden, hem nüfus ve trafik yoğunluğunu, hem ulaşım masraflarını, hem vergi yükünü, hem de hayat pahalılığını artıran, toprak yağmasını teşvik eden ve bunu yabancılara pazarlayan, çevre ve şehircilik açısından tümüyle yanlış olan, maliyeti inanılmaz derece yüksek olan ve bu maliyet dolayısıyla ülkenin kıt kaynaklarıyla yapılabilecek pek çok hizmetin önünü kesen… şeklinde birçok gerekçe ile itiraz eden bir yapı var. İmamoğlu buna kısaca “İstanbul’a Katmerli İhanet Projesi” söylemi ile noktayı koymuştur.

Başka bir ifade ile inşa edilecek kanal çevresindeki yapılaşma, kısa zamanda sıcaklık, nem ve rüzgâr rejimini değiştirerek, İstanbul'u bir ısı adasına çevirecek. Kanal projesi ile projenin inşaatıyla, 23 milyon metrekare orman alanı, 136 milyon metrekarelik çok verimli tarım ve orman alanı, sonsuza kadar ortadan kaldırılmış olacak, 8 bin 500 yıldır var olan İstanbul, sonsuza kadar yer altı ve yer üstü su kaynaklarını kaybedecek. Bu ifadelere göre projenin getirdiği en büyük tehlike, Sazlıdere Barajının büyük kısmını ortadan kaldıracak, Terkos Gölü'ne karışacak tuzlu su ile gölün, ebediyen su kaynağı özelliğini kaybedecek olması ihtimalidir.

Sadece bu mu? Biz büyük devletiz, büyük iştihamlı saraylar, büyükte büyük havası, bu konuda bir hükümet yetkilisi tarafından yapılan açıklamada, çıkacak hafriyatla ilgili olarak başka bir açıklamayı gündeme taşımıştır. Güldük vallahi; yetkili açıklamasında, “Kanal İstanbul'dan çıkan toprakla Tekirdağ'a adını veren Tekir Dağı 9.347 Metreye yükselecek. Böylece mevcut dağ dünyanın en yüksek zirvesi haline getirileceği, açıklamanın devamında ise “Bakın şu anda dünyadaki dağların yüksekliğine baktığımız zaman maalesef ilk üçte bir dağımız bulunmuyor. Bildiğiniz gibi 8.848 metrelik yüksekliği ile Everest dünyada uzun süredir birinciliği elinde tutuyor. Biz Tekir Dağı’nı 9.347 metreye yükselttiğimizde Everest ikinci sıraya düşecek. Dünyanın en yüksek zirvesinde bayrağımız dalgalanacak. İş bununla da kalmıyor, tüm dengeler değişecek. Tekir Dağı bütün dağcıların gözdesi olacak, turizm anlamında çok büyük bir gelir yaratacak. Bakın dağın zirvesinden cuma günü sabah saat sekiz sularında yamaç paraşütüyle atlayan kişi ancak pazar günü öğlen saatlerinde aşağıya ulaşacak. Belki de hiç ulaşamayacak. Yani bu projeye çılgın dememiz boşuna değil” demiştir. Kimileri millet bahçelerine dökülecek dedi, şu anda AKP genel başkan yardımcısı, o zamanda Has Parti genel başkanı Numan Kurtulmuş ise bir tv programında, “Tayyip Erdoğan hafriyat toprağını denizin ortasına dökerek bir ada oluştursun, üzerine de bir saray yaptırsın” diyerek projeye karşı çıkmıştı. Dilin kemiği yok…

Bu tartışmalara Hollanda merkezli, birçok ülkede yapılanan Greenpeace’te katılmıştır. Yaptığı açıklamalarında; “Projenin İstanbul'un su kaynaklarını bitireceğini, deniz kimyasını bozarak canlıların yok olmasına yol açacağını, tarım ve orman arazilerini olumsuz etkileyeceğini” ifade etmiştir.

Böyle önemli bir konu da araştırma şirketleri boş dururu mu? Tabi ki durmaz… Farklı zamanlarda; MAK Danışmanlığın 2020 yılında İstanbul'da yaptığı ankete katılanların % 80,4 Kanal İstanbul projesini desteklemediğini desteklemeyenler ise % 7.9 gibi bir oranda kaldığını, Yine; Artı1 Araştırma Şirketi’nin yaptığı araştırmaya göre İstanbulluların % 72.4’ü Kanal İstanbul’un yapılmasına karşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı veya yaptırdığı “Kanal İstanbul Anketi” sonuçlarına göre de İstanbul halkının % 64.2’si projeye karşı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.

Diğer bir başlık, Kanal İstanbul’un yaratacağı milli egemenliğimizle ilgili tehlikeleri, hatırlarsınız, kısa bir süre önce de 126 üst düzey emekli büyükelçi ve diplomat ile darbe tehlikesi söylemi ile gündeme gelen emekli amiraller, kanalın, ülkenin güvencesi olan Montrö Antlaşması’nı tartışmaya açacağını, Atatürk Türkiye’sinin Lozan’dan sonra en büyük başarısı olan antlaşmanın sağladığı, ülkemizin Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı üzerindeki mutlak egemenliğini tehlikeye sokacağını ifade eden açıklamalarda bulundular. Hepsi, uluslararası diplomatik siyasetin içinde engin tecrübelere sahip emekli diplomatlar, benzer şekilde vatansever amiraller gibi, Kanalın başımıza açacağı tehlikeleri kendi açılarından ifade etmişlerdir.

Ben şöyle başka bir açıdan bakayım istedim, yaptığım çalışmalara göre; Bazı kesimlerce ve Mavi Vatan’ın yaratıcısı Emekli Amiral Cihat Yağcı, Kanal İstanbul Montrö sözleşmesini etkilemeyecektir demiştir. Şuradan yola çıkarak sesli düşünmek isterim. Katılırsınız katılmazsınız bilemem. Yıl 1774, Karadeniz’i bir Türk gölü olmaktan çıkaran ve Ruslarlayapılan Küçük Kaynarca Antlaşması, arkasından …. Edirne, Paris, İstanbul, Londra sözleşmesi, Hünkâr İskelesi… 1918 Mondoros, 1920 İmzalanmayan Serv, 1923 Lozan ve 1936 Montrö Boğazlar Antlaşması, tam 162 yılda 11 antlaşma, hepsinde boğazlarla ilgili maddeler var, bazen Ruslara, Bazen İngilizlere ve Fransızlara ve hatta Yunanistan’a tanınan ayrıcalıklar, geçiş üstünlükleri… Önümüzdeki süreçte Montrö’nün tartışmaya açılamayacağı anlamına gelmediğinin en belirgin örneğidir.  Bir de Lozan’ın gizli maddelerinden bahsedilmekte, hatırlarsınız İngiltere 100 yıl sonra Hong Kong’u 1 Temmuz 1997 tarihinde Çin hakimiyetine bıraktı. Kurtuluş savaşımız kahramanlarından Lozan’da Genç cumhuriyetimizi temsil eden İsmet İnönü’nün görüşmeler sonrası “Oh be, En Az 100 Yıl Daha Rahatız” dediği söylemin içeriğinde olduğu gibi…bir rivayete göre,

Lozan’da o gizli maddeler var mı? Kimse bir şey söyleyemiyor. Adı üzerinde GİZLİ. 2023 yılına iki yıl kaldı.  Seçimler ve Lozan’ın yüzüncü yılı, dahası da var Güneydoğu’da işletilmeyen kapatılmış petrol kuyuları… Belki 2023’te üzerinde oturduğumuz petrol yatakları güzel ülkemin kullanımına sunulacak ve bir petrol zengini ülkesi olacağız. Belki boğazlar ile ilgili farklı bir madde ile karşılaşacağız. 2001 Yılında ABD de ülkeyi yöneten AKP iktidarının anlaşmış olduğu ve eş başkanlığını yaptığı BOB projesi bizi nereye götürecek, emperyalist güçlerin bize fatura ettiği, sen içerde istediğin kadar yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk ve demokrasi ile bağdaşmayan uygulamalar yap beni ilgilendirmez, benim vatandaşım kıymetlidir yeter ki sen Afganistan’a git Taliban’la sen muhatap ol talimatı… gibi gibi aklımızda deli sorular.

Çin dışişleri bakanı geldi birtakım görüşmeler yaptı gitti. Çin, bize ikinci defa swap(kredi) yaptı. Kara kaşımıza kara gözümüze mi hayran… Çin, Sri Lanka’ya takas yolları ile ödünç Yuan verdi, borç ödemede zorlanınca Sri Lanka gözyaşı ülkesi oldu. Benzer durumlar Tacikistan’da yaşanıyor. 2030’lu yıllarda Çin-ABD ekonomik savaşı çok daha belirgin hale gelecek, belki de daha erken… Şimdi Kanal İstanbul ile 4 Büyük Çin şirketi ilgileniyor bilgileri basına yansıdı. Çin’de bu tür sermaye hareketleri devlet tarafından destekleniyor, izleniyor veya müsaade ediliyor. Örneğin; Kanal İstanbul projesi Çin’e verilirse Türkiye, Çin’e karşı borçlanma içinde olacak. Çin, borcu tahsil etmek hatta gecikmeler durumunda ekili arazi, maden, askeri üs, ticari ayrıcalık hatta Tacikistan’da yaptığı gibi ‘toprak’ talep edecektir. Sri Lanka’da da borca karşılık en aktif toprak ve limanına 99 yıllığına çöktü. Oraya Çin’den 30 binin üzerinde işçi getirdi. Liman güvenliği için askeri güç vs… Borç odaklı EMPERYALİZM.

Sonuç olarak; yıllardır ülkemizin gündemini meşgul eden Kanal İstanbul Projesinin inşaat çalışmalarının 4 yılı yapılacak kazı olmak üzere toplam 7 yılda tamamlanacağı öngörülüyor. Projenin inşaat maliyeti 60 milyar TL, eklentiler ve geçişler için yaklaşık 15 milyar TL olmak üzere toplam 75 milyar TL’ye gerçekleşmesi planlanıyor ama bugüne kadar yapılan projeler, planlananın 2-3 katına sonuçlandı. Ayrıca bu proje İstanbul Büyükşehir Belediyesine 35 milyarlık bir yük getirecektir. 8-9 milyonluk bir nüfusun bir ada içerisinde köprüler hariç ülke ile bağlantısı da kalmayacak. Yabancılara satılan topraklar ve rant projesi söylemlerine de girmek istemiyorum.

Daha da can alıcısı, Kanal İstanbul, Panama ve Süveyş Kanalları gibi yüzlerce millik Kıtalar çevresini kısaltan bir deniz ticareti yolu olmayacak. Bu nedenle çok düşük ücretle ve birkaç saat veya birkaç gün bekleyerek geçeceği su yolu varken neden kanalı tercih etsin. Şu örnek bu hususu daha açık ve anlaşılır hale getirecek. Hatırlarsınız, Afyon, Uşak, Kütahya şehirlerinin toplam nüfusu kadar garanti verilen (1 milyon 200 binden fazla yolcu garantisi) Zafer Havalimanı’nı yılda 82 bin kişinin kullandığı, 2021 yılında ise aynı garantiye karşı ilk dört ayda sadece 81 kişi kullanmış, hazine bu kullanılmayan tutarları müteahhide ödemiştir. Şimdi soruyorum; Kanal İstanbul için 40 bin gemi geçişi garantisi verilirse ve yılda bu kadar değil de 500-1000 kadar gemi geçerse… Zafer Havalimanı’nda olduğu gibi.