Geçtiğimiz günlerde Başkan Tunç Soyer, İzmir’in Cittaslow Metropolü pilot kenti unvanı aldığını belirtti. Böylelikle şehir, arabalardan çok insanlar için dizayn edilmeye başlanacak, bir yerden bir yere gitmekten hayatı yaşamaya vakti olmayanları kızdırsa da şehirde yaşamaktan, şehirden keyif almaktan mutluluk duyan sakin insanları mutlu edecek. Seferihisar’da bu oldu, şimdi muhteşem bir kasabamız var ve fakat İzmir’de?

İzmir için neredeyse yüz elli senedir planlar yapılıyor. İlk plan 3 temmuz 1845 tarihinde yanan şehrin göbeğindeki Ermeni Mahallesi için yapılır. 1922 yılının 13 Eylülü’nde başlayan ve beş gün süren yangında kaybettiğimiz bu mahalle, örnek bir Avrupa şehri gibi, üç katlı taş binaların ardı ardına sıralandığı, parkları, kafeleri olan, ibadethanelerinin önünde insanların hoşbeş edebileceği minik meydanları olan Avrupai bir mahalledir. Etrafını şehre ‘Küçük Paris’ denmesini sağlayacak bir güzelliğe kavuşturur. Büyük yangından sonra Urlalı büyük şair Yorgo Seferis, “İzmir bir hayalet gibi gölgesini kaybetti” der. O günleri yaşayanlar için, anıları, yara izleri bulunan sokakların değişmesi büyük bir kayıp olacaktır.

İzmir, o zamanlar uçurumun kenarında ve harap olan bir ülkenin gerçek anlamdaki iki batılı şehrinden birisidir. Hemen onarımına başlanır. 20’lerde Rene ve Raymond Danger kardeşler, 40’larda ise efsane şehirci Le Corbusier şehre davet edilir. İzmir için şu ana hatlar tavsiye edilir

-Kordon’da yangından kurtulan iki katlı yalılar korunmalıdır. İçeri doğru paralel cadde için birer ikişer kat fazla yapılaşma uygundur

-Üç ışınsal meydan olacaktır. Bu meydanlardan şehrin içine doğru girecek caddeler, imbatın şehre dağılmasını sağlamalıdır

-Yangın alanında bir park tesis edilecek ve şehri oluşturan beş semte beş kapı ile açılacaktır.

Bu üç maddenin ikisi kısmen uygulanır. Şehrin ortasında hâlâ barbarların saldırısı altında olsa da bir Kültürparkımız var. Üç meydanımız, Gündoğdu, Konak ve Cumhuriyet meydanlarımız mevcut. Ama iki katlı evlerimiz yok. Sahile bir set gibi uzanan 7-8 katlı apartmanlara sahibiz.

1950’lerde başladı bu iş. Dönemin sağ iktidarı, Osman Kibar belediye başkanlığı döneminde İzmir’in modernleşmesi adına, bu sahil setine izin verdi. Uğruna şiirler ve şarkılar söylenen imbat, artık bir kısım insanın balkonlarında hissettiği, ama geriye salmadıkları bir rüzgâra döndü. Arkada kalan semtlere klimalar takıldı.

1980 darbesinden sonra, yine sağ iktidarlar dadanır İzmir’e… İzinler verilir, 1986’da Hilton Oteli’nin inşası başlar. Arkasında kalan insanların deniz manzarasını kesmeyi önemsemez yapanlar. Arkadakilerin deniz ve rüzgâr hakkı yoktur çünkü onlara göre. Bu diken, senelerce İzmir’in tek gökdeleni olarak kalacaktır ve işin garibi bu çirkin bina onsuz gökyüzünü bilmeyen çocuklara güzel bile gelecektir.

Sonrasında günümüze yaklaşırız. Sol belediye başkanları, İzmir’in tarihi siluetini, kalenin görüntüsünü kurtarmaya çalışırlar. Bayraklı’ya atarlar para hırsıyla şehri hiç önemsemeyenlerin tutkularını, oraya diktirirler kulelerini. Ama kenarda bir proje vardır; Zorlu Pasaport Tower.

Pasaport’taki tütün depoları ve Pastell alışveriş merkezinin birleşimiyle üç bin metrekarenin üzerindeki bir alana yapılması öngörülen 45 katlı yapıya 2008’de izin verir dönemin Konak Belediye başkanı Ali Muzaffer Tunçağ. Sonrasında Hakan Tartan ve Sema Pekdaş dönemlerinde üç kere proje durdurulur izin verilmez. Ancak yeni dönemde tekrar başlanır. Merkezi hükümetin çıkarttığı büyükşehir yasasına göre sınırsızdır bir binanın ne kadar yükseleceği ve yerel yönetimler buna karışamaz.

Yaklaşık iki sene önce Konak Başkanı Abdül Batur Bey, bu projenin bir hançer olduğunu beyan ediyordu. Mimarlar Odası “Getireceği sorunlar trafikten daha büyük” diyordu. Proje iptal edildi, ama şimdi tekrardan Abdül Batur Bey projeye onay verildiğini, Hilton’dan yüksek olmayacağını belirtmekte. Şehrin beş katlı yapıları yıkılıp gökdelenler dikilirken, plazalarda zamanla yarışılırken bu şehrin ‘yaşanmaya değer’ bir CittaSlow şehri olmasına ne yazık ki imkân bulunmamakta. Tunç Başkan’ın tercihini yapması gerek, bu şehir gölgesini kaybetmiş bir şehir mi olacak, CittaSlow ile mutlu mu olacak?