Giderek normalleşmeye başladığımız şu dönemleri kara mizah hikâyeler tadında yaşıyoruz. Kim bilir belki bir gün bir oyun yazarı çıkacak ve şu yaşadığımız şeyleri kurgulamadan tarihin en komik tiyatro oyununu yazacak. Sosyal devletlerin gereği yurttaşlarına sağlık, beslenme, barınma gibi temel gereksinimlerin yanı sıra sanat tüketimini de gerekli hale getirmektir. Ancak bizim sosyal devletten anladığımız, sosyalleşmek adına AVM’lerin kullanıldığı bir devlet. Oysa birbirimizin varlığını hissetmeye en muhtaç olduğumuz günlerden geçiyoruz. Yan yana olduğumuz bir tiyatro oyununu izlemek, çok sevdiğimiz bir sanatçının konserine gidip birbirini tanımayan binlerce insanla aynı melodiye eşlik etmek, kafamızı kaldırdığımızda gördüğümüz gökyüzünün maviliğine ek bir resim sergisini birlikte gezmek kenetlenmemize daha iyi gelmeyecek mi?

Bir ulusu yönetenler neden önceliği bunlara vermez? Cevap malum. Ancak bu köşenin konusu değil. Öte yandan devletin sanattan anladığı sadece kendi yaptığı ya da yaptırdığı sanat olunca, biz hayata bambaşka bakan dışarda kalanlar ellerimiz başımızda kara kara ne yapacağımızı düşüp duruyoruz.

Ülkede binlerce özel tiyatro emekçisi varken devletin sadece kendi kurumlarıyla ilgili tasarrufta bulunması, ülkemizin kültürüne önemli değerler bırakan özel sanat kurumlarını üvey gibi görmesi daha ne kadar devam edecek?

Nisan ayında İstanbul’daki özel tiyatro emekçilerinin başlattığı ve giderek tüm ülkeyi saran “Tiyatromuz Yaşasın” imza kampanyası işte bu öz-üvey ilişkisini temelde değiştirmeyi amaçlıyor. Devletin özel tiyatro yapıcılarını tacir olarak görmesi, bilet başına %60’lara varan vergi yükü, tiyatroları yaşadığı bu pandemi sürecinden kurtarmak yerine daha da içinden çıkmaz bir hale sürüklüyor. Bu maliyetleri karşılamak özel bir tiyatro için neredeyse imkânsız hale geliyor. Yasa koyucuların dikkat etmesi gereken şey bir sanat üreticisinin mal satmadığı ya da berber gibi tek başına hizmet üretmediği olmalıdır. Tiyatro çok yapılı üretim alanıdır ve kar marjı da buna bağlı oranda düşmektedir. Tam bu noktada her daim ülke sorunu haline gelen liyakat araya girmektedir. Kültürden sorumlu insanların ülke içinde üretilen kültürden bir haber olması tüm bu bilinmezliği doğurmaktadır. İşin kötü tarafı ise, elbette bir kişi her şeyden haberdar olamayabilir. Ancak iyi niyetli insan bilmediği konuyu öğrenmek için çaba sarf eder. Karar verici makamlar dönüp de bu ülkenin özel sanat kurumlarına “derdiniz ne?” diye sormayı planlamakta mıdır? AVM’lerdeki işyerleri kadar ülkenin sanat yapıcılarının da ne düşündüğü, ne sıkıntılar çektiği önemli değil midir?

Soruları çeşitlendirmek mümkün evet, ancak cevap almak çok zor. Bu zoru kolaylaştırmak adına da tiyatroyla ilgili ilgisiz herkesi www.tiyatromuzyasasin.com  adresine imza atmaya davet ediyorum.