Evet, bir enkaz altındayız. Çökmüş, yerle bir olmuş, çürüyüp lime lime dağılmış bir toplumsal yaşamın, kültürün ve alışkanlıkların enkazının altında kalmış, her gün kahrolduğumuz onlarca olaya tanıklık ediyoruz. Korkunç karanlıkların ortasında tutanaklar bizim büyük utançlarımızla doluyor her gün. Haber merkezleri birer gösteri yerine dönüşmüş, öylece üzerinden geçiyor o önlenemez çürümüşlüğün.  

O onlarca olay sıradanlaşıyor kendi kör karanlığına tutsak olanlar için. Kanıksıyor kimileri; o dayanılmaz ve açıklanamaz olan, insanı utançtan yerle bir edecek olan ölümleri ve satır arası haberlerde kaybolup giden yaşamları.

Geçtiğimiz günlerde bir kız çocuğunun babası tarafından öldürüldüğü haberini izledik boğazımızda düğümlenen sözcükler ve göğsümüzün orta yerine takılıp kalan ağır bir sancı eşliğinde. Erkeğin iktidar alanının sınırları dâhilinde kuralları en tepeden belirlenip en alta doğru gittikçe netleşen bir cinayet daha düştü haber bültenlerine. Gencecik bir kız çocuğu erkek arkadaşı olduğu gerekçesiyle öz babası tarafından öldürüldü. Aile denen kurum bir yandan kimi çevrelerce kutsallaştırılmaya devam ederken, erkeğin mikro düzeyde elinde bulunan iktidar gücü de aile içerisindeki diğer bireylerin hayatlarının belirleniminde erkeği (babayı) mutlak yetkilli kılıyor. Ve tabi suç ortağı anneler ve akrabalar da yaratıyor bu işleyiş. Ve erkeğin elindeki iktidar, uluorta işlenmiş böylesi bir cinayetin vuku bulduğu topraklarda politik iktidarla da uyumlu bir görüntü çiziyor doğal olarak. Yoksa bir toplumun politik dokunuşlar ve katiller lehine işleyen yasal dayanaklar olmadan, kendiliğinden böylesi bir karanlığın orta yerinde esir düşmesi elbette mümkün olamayacaktır. Genç yaşında yüreğine kan damlayan o güzelim çocuğun ardından artık çocukların en güvende olması gereken yerlerin başında gelen kendi evlerinde dahi güvende olmadığı gerçeği en yalın haliyle karşımıza dikiliyor.

Başka bir yerde ise şiddet gören bir kadına yardımcı olmak isteyen bir genç adeta suç makinesi haline gelmiş bir adamın ölümüyle sonuçlanan bir olay sonrası cezaevine giriyor. Hukuk ile vicdanın çeliştiği bu noktada süreç nasıl işleyecek hep birlikte göreceğiz. Her gün işlenen kadın cinayetleri ve tecavüzler, bir türlü alınmayan tedbirler, yapılmayan müdahaleler ve tersten düzenlenen işleyişlere sahip olan yasal çıkmazların sokaklarında engellenemez bir hal alıyor. Nasıl almasın? Karşımızda son günlerde sıkça yaşanan depremleri çocuk evliliklerinin yasaklanmasına bağlayan bir sapkının, memleketin en önemli üniversitelerinden birinde ders verebiliyor oluşu gibi bir örnek varken.

Katiller ve tecavüzcülerin günlük yaşamın içerisinde böylesine cüretli oluşu kendi önlerine serilen yasal kolaylıklar ve siyasal iktidarın konuyla ilgili eğilimlerinin kendi pratikleri ile uyumu üzerinden mümkün olmaktadır. Tam da bu noktada tek başına verilen cezaların artırılmasının tartışılması da aslında konuyu bizim taraf için eksik ele almaya sebep oluyor. Gerekli cezai yaptırımların uygulanmasının yanında söz konusu suçun koşullarını da ortadan kaldırmaya dönük birtakım pratiklerin sergilenmesi suçun devamlılığının sekteye uğraması için hayli önemli bir yerde duruyor.

Aileyi erkeğe, sokakları çetelere, bilimi gericiliğe teslim eden bir anlayış toplumsal alandaki örgütlenmesini sokak arası suçların, yalanın, ikiyüzlülüğün üzerine inşa edebiliyor ancak. Oysaki bir ülkenin sokaklarında o ülkenin güvenle yürüyebilen çocukları olmalı. Bilimle yoğrulan, sağlıkla büyüyen, insana, hayvana ve bütün doğaya değer veren yaşam dolu çocuklar olmalı yurdun her karış toprağında. Bu da iyi ki varlar dediğimiz o inatçı, mücadele eden kesimlerin yeniden inşa edecekleri bir ülkenin sokaklarında mümkün olacaktır ancak. Bugün değilse bile yarın mutlaka…