1930 yılı yazının sonunda 4 Eylül’de Fethi Bey, Konya vapuruyla İzmir’e varır. Rıhtımda büyük bir coşkuyla karşılanır. O günü Cumhuriyet Gazetesi şöyle anlatır: “Sandalla gelip vapura atlayanlar Fethi Bey’e sarılıyorlardı. Birçokları ağlıyor... Rıhtımda, üzerine vukuu bulan tahaccümle Fethi Bey’in ceketi yırtıldı. Bu esnada denize düşenler, ezilenler ve çiğnenenler oldu. Davullar, zurnalar çalınıyordu”

Gelen Serbest Fırka’nın Mustafa Kemal tarafından görevlendirilen başkanı Fethi Bey’dir. Ama esas olaylar 5 Eylül günü olur. Anadolu Gazetesi’nde Haydar Rüştü Bey, Serbest Fırka aleyhine bir yazı yazınca halk galeyana gelir ve CHF ve Anadolu Gazetesi matbaasının önünde karşı gösteride bulunur. Bir çocuğun ölümüne neden olan bu olayları Fethi Bey anılarında şöyle anlatır: “İzmir zannediyorum ki o güne kadar görmediği bir kalabalıkla sakin ve sevinçle, bu seslenişi dinleme hasreti içerisindeydi. Nitekim böyle başladı. Fakat halkın üzerine mihrakı meçhul denilen hazırlıklı kişilerle açılan ateş sonucu genç bir mektepli öldü.” Olayda ölen çocuğun naaşını babası Fethi Bey’e getirerek “Bu ilk kurbanımız, ama şeriat için daha kurbanlar lazımsa vereceğiz fakat kurtar bizi.”

İzmir’de yaşanan bu tepki ve olaylar tek değildir. 1929 buhranının getirdiği ekonomik kriz zaten savaş yıllarından sonra toparlanmaya çalışan halkı ağır vurmuş, Mustafa Kemal Paşa çıktığı yurt gezilerinde en çok ekonomik sıkıntıları dinler olmuştu. Hatta bir gün sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şöyle der: “Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içerisinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde dert, şikâyet dinliyoruz. Her tarafta derin bir yokluk, maddi manevi perişanlık içerisinde.” Böylesi durumlarda iki ihtimal belirir. “Ya demokratik hak ve hürriyetlerin iadesi ile rejimi yumuşatmak ya da büsbütün sertleştirmek.” Serbest fırka, demokratik hak ve hürriyetlerin iadesi neticesinde tesis edilmiştir.

Ama bundan on sene evvel savaşın sonunda kaybedecek tarafı tutmuş, Kuvayı Milliye’nin karşısında durmuş odaklar çoktan halkın manevi değerlerini ele almıştır. Ekonomik kriz dönemlerinde insanların daha çok manevi değerlere sarılması dünyada daha önceden görülmemiş ve ileride görülmeyecek şey değildir.

Serbest Fırkayı ne yazık ki Fethi Bey kendisi fesih eder. Ardından Menemen olayı da gelir. Gazi Paşa ve dönemin fikir adamları, 300 senedir modern dünyadan tokat yiyen bu ülkenin insanının tekrar tokat yememesinin tek yolunun onlara benzemek olduğunu düşünmektedir. Tamamen dine dayalı böyle görüşlerin halkın yok oluşunu durdurmayacağına bilakis körükleyeceğine emindirler. Hatta batılılaşma kabul etmek konusunda Ziya Gökalp şunu der: “Kabul etmediğimiz takdirde Garp devletlerinin esiri olacağız. Garp Medeniyetine hakim olmak yahut garp devletlerine mahkum olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu hakikat anlaşılmıştı: Avrupa’ ya karşı hürriyetimizi ve istiklalimizi müdafaa edebilmek için Avrupa Medeniyetini iğtinam etmemiz lazımdır. Avrupa medeniyeti müspet ilimlerden ve sınai tekniklerden, içtimaî teşkilatlardan ibarettir.”

Velhasıl, bunca olaydan sonra 1930’lar bu İslamlaşmanın engellenmeye çalışıldığı ardı ardına önlemler alındığı günler olur. İçinde yaşadığımız bu günler ise tam tersi şeyleri görüyoruz. Tarih bize Ziya Gökalp’lerin, Mustafa Kemal’in düşüncelerinin sınandığı günleri gösterecek. Neredeyse yüz senedir batı medeniyetinin içinde olan, onlar tarafından takdir gören, ortak edilen Türkiye Cumhuriyetimiz, Mustafa Kemal’in öngörüp de kaçındığı bir yola sapmakta. Sonunu hayatlarımız içinde göreceğiz. Hayatımda ilk defa Mustafa Kemal’in haksız çıkmasını umduğum günler yaşıyorum.