‘TOPLA SAÇLARINI RAPUNZEL.

MERDİVENLERDEN ÇIKSIN DEYYUS’*

Hepimiz, tüm dünya çocukları masallarla büyüdük. Uyumadan önce, çoğunlukla annelerimizin anlattığı, ki çocuk bakımının bir parçası olan uyutma ‘görevi’ de kadınındır ya, sonra kitaplardan kendimizin okuduğu, daha daha sonra çizgi film ve tiyatro versiyonlarını izlediğimiz masallar…

Kül Kedisi’ni, Uyuyan Güzel’i, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i, Hansel ile Gratel ve nicesini bilmeyenimiz yoktur. İlgiyle dinledik, izledik masallarda olup bitenleri. ‘İyi’leri yücelttik. ‘Kötü’lerden nefret ettik. Yaşamımızdaki ‘iyi ve kötülere’ masal kahramanlarının adları ile seslendik. Başımız her sıkıştığında masallardaki bir mucize bekledik. Toplumsal cinsiyet rollerimiz başta olmak üzere hayata dair her şey hakkında bir fikrimiz oldu, masallar sayesinde.

Son yıllarda masalları toplumsal cinsiyet eşitsizliği gözlüğüyle inceleyen çalışmalar yapılıyor.**

Mor çerçeveli bu gözlükle gördüklerimiz karşısında dehşete düşüyoruz. Tazecik zihinlere sinsice zerk edilen ‘eşitsizlik’in kabulü ve sorgulanamazlığı korkunç boyutlarda. Gerçek üstü gibi görünen her şey aslında, aile yapısı, kadın-erkek ilişkileri, şiddet vb. konularında tam da erkek egemen sistemin arzuladığı bir yaşamın temellerini erken yaşta atmanın bir aracı.

Masallardaki kadınlar, tam da erkeği kadından üstün gören, kadını erkeğe tabi kılan cinsiyetçiliğin tariflediği özelliklere sahipler. Örneğin, yaşadığı haksızlıklar karşısında itiraz etmeyen, sabırlı, çilekeş, itaatkar, tevekkül sahibi Kül Kedisi, bir erkek tarafında bu hayattan ‘kurtarılıyor.’

Yedi Cüceler’e sığınan Pamuk Prenses, yedi erkeğin tüm bakım hizmetlerini üstlenmekten mutluluk duyuyor! Fakat saçı uzun aklı kısa Prenses, yine kandırılıyor ve cadının verdiği elmayı dişliyor. Ah bu saf kadınlar! Yanında zeki, çevik bir erkek olsaydı, böyle mi olurdu? Neyse ki şanslı. Yakışıklı bir prens gelip, tılsımlı öpücüğü ile kurtarıyor kızımızı. Yoksa sonsuza dek uyuyup kalacaktı.

Bu örnekler çoğaltılabilir maalesef. Var olmak, yaşamak, ayaklarının üzerinde durabilmek, sorunlarla baş edebilmek için mutlaka bir erkeğin desteğine ve korumasına ihtiyaç duyan kadın modeli ile karşılaşıyoruz tüm masallarda.

Siyasetin bir ‘erkek’ alanı, dilinin de eril olduğunu hep söylüyoruz. Seçimler sürecinde bu dil daha sık karşımıza çıkıyor. Akp’nin İzmir adayı, İzmir için ‘mahallenin en güzel kızı’ dedi. Şaşırdık mı? Hayır. Kadına bakış açısı belli bir zihniyetin temsilcisi çünkü muhterem. Fakat Chp’nin adayı Tunç Soyer, ‘İzmir, uyuyan güzel. Onu öpüp uyandıracağız.’ deyince, ‘Hoppala’ dedik. Soyer, dün akşam katıldığı bir TV programında, ‘İzmir neden bir kadın kenti?’ sorusuna kadınların mücadele tarihinden iki örnekle cevap verdi. İzmir’in adını mücadeleci kadın örgütü Amazonların başı Smyrna’dan aldığını söyledi. Bir de 1828 yılında İzmir Valisi’nin yaptığı ekmek zammının kadınların 3 gün süren protestoları sayesinde geri çekildiğinden bahsetti. Geçmişten verdiği iki örnekte, kadınların susmayı, itaat etmeyi ret ettikleri ve mücadele ettiklerini anlatıyor. ‘Uyanmak, ayağa kalkmak ve silkinmek’ için bir kurtarıcıya değil, kendi öz güçlerine güvendiklerini anlatıyor. O zaman cinsiyetçi dili niçin kullandı? diye soruyoruz tabii. Basit bir gaf olmadığını da biliyoruz. Eril dilin kolaycı ve sığ kucağına sığınmakla kadınların tepkisini çekeceğini bilmek bu kadar zor mu? Daha da önemlisi bunun için özür dileyecek mi? Seçim çalışmaları ve sonrasında eril dilden, cinsiyetçilikten uzak kalacağının garantisini samimi olarak sözünü verip sözünün arkasında duracak mı? Bahsettiğim programda, her renkten soruya hızlıca cevaplar veren Soyer’den bu sorular için de aynı performansı bekliyoruz.

*8 Mart Dünya Kadınlar Günü eylemlerinde kullanılan bir döviz.

** Masallar ve Toplumsal Cinsiyet / Melek Özlem Sezer, Evrensel Basım Yayın, 2010.Bu konudaki en iyi çalışmalardan biri. Okumadıysanız tavsiye ederim.

Alternatif arayanlar içinse, Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler/ Elene Havilli, Frencaska Cavallo, Hep Kitap Yayınları,2017