İktidarın yolcu olduğunu artık sokaktaki çocuklar bile anladı. 20 yıldır ülkeyi yönetmeye çalışan muktedirlerin arkasında artık geniş kitlelerin desteği yok. Ülke yönetiminden uzaklaşmaları sadece bir zaman meselesi. Bu gidişat elde son kalmış kıymetli doğal alanlar, kıymetli koylar, zeytinlikler, hazine arazisi gibi yerlere de saldırıları son zamanlarda yoğun bir şekilde arttırdı. Ülkenin en kıymetli varlıkları “Batan geminin malları” misali tutanın elinde kalıyor. Adalet mekanizmasının felce uğradığı şu dönemde resmi makamlara yapılan şikayetler karşılık bulmuyor, takip edilmiyor, her şey uzun bir sürece bırakılıyor.

Bu tür bir işgal şu anda Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden birisi olan Çeşme Altınkum plajında yaşanıyor. Çeşme Altınkum plajı, yaradanın bize hediye ettiği doğa harikası bir deniz kıyısı. Muhteşem kumları, ardıç ağaçları, kum zambakları, balıkların yumurtalarını bıraktığı eşsiz güzellikteki kayalıklar. Bu plajın başka bir özelliği ise halkın Çeşme’de abartılmış plaj giriş ücretleri vermeden denize girebildikleri ender alanlardan birisi.

Bu senenin başından beri Adanalı bir maden şirketi, Altınkum plajına 300-400 kişilik bir beach-clup inşa ediyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile 6m2 büfe, 21m2’lik bir kiralama anlaşması olan bu firma bölgede en az 10 bin m2 kumsal alanı, ağaçları, deniz içi kayaları tahrip etmiş durumda.

Resmi makamlara yüzlerce şikâyete rağmen doğa tahribatı hala son hız ile devam ediyor. Çevreciler ve bölge sakinleri günbegün bu işgalcilerin doğayı tahrip etmesini üzüntü ile izlemek zorunda kalıyorlar. Madencilik şirketi eski alışkanlığı olacak ki 6m2 portatif büfe yapmak yerine, on binlerce metrekare alanı kazıyor, deşiyor, ardıç – sakız ağaçları, bitkiler, kum zambakları bölgede ne var ise yok ediyor. Mübarekler beach-club yapmak için değil maden veya define aramak için çalışma yapıyor sanki.

Çevreciler ve bölge sakinleri, ilgili tüm resmi makamlara her gün yeni şikayette bulunuyor, ancak müdahale yetkisi olan resmi kurumlar “tutanak tuttuk, süreci takip ediyoruz” gibi klişe resmi oyalama laflarından başka, tahribatı durdurmaya yönelik hiçbir önlem almıyorlar.

Mağdur olan halk şaşırmış durumda, “Nasıl oluyor da hiçbir resmi makamın gücü bu çevre haydutlarına durdurmaya yetmiyor” diye soruyorlar kendilerine.
Tüm süreç içinde sadece Çeşme Belediyesi bir iki defa tutanak tuttu ve oradaki konteynerleri mühürledi, ‘belediye olarak müdahale yetkim yok’ dedi ve süreci izliyor.

Bu firma ile yıllık 360 bin TL kira sözleşmesi yapan Çevre Bakanlığı ise tamamen ölü balık numarası yapıyor, İzmir Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ise, tahrip edilen yüzlerce ardıç ağacını, kum zambaklarını görmezden gelip orada hiçbir tahribat yok diyor. Geçen hafta basın mensupları ve çevre halkıyla Çeşmeci Çevre Platformu mensupları tekrar bölgeye gittiler ve inanılmaz manzaralarla karşılaştılar. Yüzlerce yılda yetişen ardıç ağaçları köklerinden sökülmüş, dokunması bile yasak olan kum zambakları etrafa saçılmış, iş makinaları ile kökten sökülmüş bitkilerin kökleri büyük toprak yığınlarının altına saklanmış, doğal dere yatakları doldurulmuş, derelerin doğal akışı engellenmiş, binlerce dönüm arazi, kumsal geri dönülemez şekilde tamamen yok edilmiş, tahrip edilmiş.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi denizin içine çelik iskelelerle inşaatlar yapılmış, balık yumurtlama kayalıklarının üzerine çelik yapılar inşa edilmiş. Yani dört dörtlük bir tabiat tahribatı söz konusu.
İşin üzücü tarafı halkın malının koruyucusu olması gereken devlet ortada yok. Çevre katliamları ile kadın cinayetlerini aynı çerçevede görmek lazım. Resmi makamlar kadınlara karşı işlenen cinayetlerde de önce cinayetin işlenmesi bekliyor. Beklenen cinayet gerçekleşince, makamlar devreye giriyor ve katili yakalıyorlar. Şovmen birileri çıkıp büyük laflar söylüyor, “Kadın cinayetlerini durduracağız, kadın cinayetlerine karşıyız. Bla. Bla. Bla.” Bir süre sonra katil mahkemede kravat taktı diye ve ikinci cinayeti işlesin diye serbest bırakılıyor. Çevre talan-tahribatları da aynı. Muktedir önce çevrenin katledilmesi için izin veriyor, hatta destekliyor. Arkasından çevre katliamı başlıyor. Katliam esnasında herkes devleti göreve çağırıyor, ama devlet katilden yana oluyor. Jandarmasını, polisini çevreyi korumaya çalışan bir avuç köylünün, doğaseverin üstüne salıyor. Coplayıp biber gazı sıkıyor, tutukluyor, hatta öldürüyor. Ne zamanki çevre katliamı sona eriyor, ortada kurtaracak hiçbir şey kalmıyor, resmi makamlar burada ne olmuş diye tahribatı yapanlara kıytırık cezalar veriyor. Ama katledilmiş tabiat artık geri dönmüyor.

Şu anda Çeşme – Altınkum’da tam bu süreç yaşanıyor…