Amerika’da başkanlık seçimi için adaylar kendilerini öne çıkarmaya çalışıyor. Trump ve Biden birbirlerini iç ve dış politikada eleştiriyor, yıpratmaya çalışıyor. Amerika’nın dış politikası bir ülkede kim kazanırsa onu desteklemektir. Türkiye’nin politikası ise ülkelerin iç işlerine karışmamak, ülkeyi temsil edenle iyi ilişkiler kurmaktır.

Amerika, Kurtuluş Savaşımızdan sonra ülkemizin komşularıyla izlediği dış politikayı terk ederek “para odaklı”  bir dış siyaset dayatmaya çalıştı. Turgut Özal bunu “bir koy üç al” sözüyle ifade etti. 1980 yılında (22 Eylül) başlayan Irak – İran savaşı sırasında Türkiye’nin iki ülke arasında “barış koridoru” oluşturması için çabaladı. Türkiye’nin parlamenter yapısı ve TSK bu projeye karşı çıktı. Savaş 1988’de iki ülkenin de onayladığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 598 no'lu kararıyla sona erdi.

Ancak, Atatürk’ün “yurtta barış dünyada barış” prensibinden ayrılma çabaları hiç hız kesmedi. En son Kuzey Irak’ta, Suriye’de ve Libya’daki askeri girişimlerimiz ile farklı bir boyut içine girmek üzereyiz. ABD Irak, Suriye ve Libya’da petrol kaynaklarını kontrol ederken Mehmetçiğimizin Amerikan çıkarlarını canı pahasına korumasını anlatmakta güçlük çekiyoruz maalesef. Pek çok kişinin dediği gibi burada “kazan-kazan” yaklaşımı var mı? Tabii ki yok. Savaşta hangi taraf kazanırsa kazansın Amerika onunla beraber, öte yandan giden canlar onlardan değil.

Irak’ın Kuveyt’i işgali öncesinde ABD büyükelçisinin Saddam’ı Kuveyt’teki toprak istemlerini haklı gördüğünü söyleyerek özendirdiğini bütün dünya biliyor.  Sonunda ne oldu? Kuveyt’i işgal eden Irak güçlerinin tepesine ABD bütün gücüyle indi ve sonrasında 20 Mart’ta Irak’a girdi ve satın aldığı Iraklı generallerin işbirliği ile canlı yayında tankları hiç silah kullanmadan Bağdat’a girdi.

Öğrencilik döneminde Suriye’de CIA tetikçisi olarak bilinen Saddam’ın yaklaşık 25 yıl süren saltanatı Amerikan güçleri 13 Aralık 2003'te yakalanması ile sona erdi

Bugünün gücü yarın için hüsran olabilir. Halkına baskı, eziyet, zulüm yaparken gerinenler, yaşamlarının sonrasında iyi hatırlanabilir mi? Saddam’ın 2 milyar Doları yel oldu gitti. Kaddafi’ninki öyle.

ABD’nin her dediğini yaparak iktidarda kalanlar bu dönemi çok mutlu geçirdiğini düşünür. ‘Şimdi sıra başkasında git’ dediğinde de direnir. Zira iktidar oluşunu da iktidarda kalışını da kendi yeteneklerine ve becerisine bağlar. Oysa elinden geldiğince ABD’nin çıkarlarına hizmet etmiş, alternatif senaryolar için ince ince ağlarını örmesini görmezden gelmiştir. Oysa uluslararası siyaset ve satrançtaki acımasızlığı kendisi yaşayacaktır. Örnek vermeye gerek bile yok; ama gerektiğinde gezmeye giden birisini Amerika’da otoparkta FBI ajanlarınca da yakalayabilir, banka yöneticilerini de.

Her ülke kendi iç sorununu kendisi çözmeli. Başkasından medet uman, iktidar olunca sıkıntı çeker. Fransa Cumhurbaşkanı, Kaddafi’den parasal destek aldı mı, Putin veya Çin, ABD başkanlık seçimlerine karıştı mı? Bu tür olayları takip edelim, fakat kanımca onlar bizi ilgilendirmemeli.

Biz bağımsızlık ve özgürlüğümüzü karakterimiz olarak kabul edip, ülkemizi çağdaş uluslar düzeyinin üstüne çıkartmaya çalışmalıyız.

Ötesini düşünmek bile insanımıza ve Kurtuluş Savaşında genç yaşlı, kadın erkek demeden cephede savaşan, lojistik destek veren, şehit ve gazi olan halkımıza haksızlıktır.