Haldun Dormen  kuliste, sahne arkasında iyi ışıklandırılmış bir noktada oturuyor. 18. Yüzyıl asilzadeleri gibi giyinmiş. Muhtemelen Moliere’in Kibarlık Budalası’nı oynayacak.  Bu oyunu onun yaşında 600 kez oynayan başka bir oyuncu yoktur herhâlde dünyada. Bu cümleyi belgeselde de duyuyoruz. Göksel Kortay’ın ağzından.  Dormen, oyun öncesi çekildiği o köşede mırıldanıyor, acaba repliklerini mi tekrarlıyor? Aslında ilk bakışta dua ediyor gibi görünüyor. Belki hâlâ sahnede olduğu ve bu müthiş serüveni yaşadığı için. Kalbi tiyatro için çarpan bir sanatçının heyecanını yaşayarak.

BİR TUTKUYU ANLATMAK

Belgesel bu sahneyle oldukça etkili bir giriş yapıyor aslında. İki saat boyunca bize bir insanın büyük tutkusunu anlatacak. Yetmiş yıla yayılan, bitimsiz, coşkulu bir tiyatro macerası… Ve girişteki bu epilog bölümü çok özel biçimde, Haldun Dormen’in 20’li yaşlarında Amerika’dan dönüşünde babasına yazdığı mektupla taçlanıyor. O günlere has, o incelikli anlatımı, samimi havayı tümüyle taşıyan bu mektuptan bir bölüm okunurken belgeselin yakaladığı duygunun çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sahnenin ardında, aslında bu ülkede severek yapmak istediği işte değil ailesini memnun etmek için seçilen bir meslekte çalışmaya başlayan sayısız insanın yaşamı saklı. Haldun Dormen’in babası ne ki çok anlayışlı çıkıyor. O günlerin önemli iş insanlarından biri. Epeyce de varlıklı. Aslında oğlunun şirketin başına geçmesini istiyor, pek çok Yeşilçam filminde fabrikatör babaların istediği gibi. Fakat mektupla birlikte görüyor ki onun kalbi tiyatro için çarpmakta. İmkânları da var kuşkusuz ama o günlerin alışıldık tutumunun dışına çıkıp Haldun’u desteklemeye karar veriyor. Yanıt olarak yazdığı mektupta söylediği şeyse çok önemli: “İstediğini yap ama o zaman bana söz ver, en iyisini yapacaksın.”



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Bu sahne bizi baba-oğul ilişkisinin irdelendiği pek çok yapıta ve yaşama götürebilir. Franz Kafka’dan Orhan Pamuk’a kadar nice isim akla geliyor. Fakat belgesel Haldun Dormen’in babasıyla ilişkisinden ziyade tüm bir yaşamın öyküsünü sunmak istiyor. Odağına tabii ki tiyatroyu koyarak. Haldun Dormen’in tutkulu tiyatro yaşamının hemen tüm evrelerine bakıyoruz böylece. Onun Türk tiyatrosu için nasıl bir önem arz ettiğini yakından öğrenme olanağı buluyoruz. Örneğin bir dönemin çok ses getiren Sokak Kızı irma müzikalinin serüveni nasıl da ilginç. Sonra Haldun Dormen’in Yale Üniversitesinde aldığı drama eğitimi ve deneyiminden süzülün yenilikler…  O günlerde ülkemizde öylesine bir eğlencelik gözüyle bakılan tiyatroyu daha saygın bir noktaya taşıması, oyuncuların modern tiyatro anlayışına uygun davranması, seyircinin o güne kadar görmediği oyun tarzlarını getirmesi, suflör kullanmayı bırakması ve daha pek çok bilgi belgeselin içeriğini zenginleştiriyor.

BİR SANATÇININ PORTRESİ

Bunların yanında belgesel daha çok bir sanatçının portresi olarak kurulmuş. Böyle olunca yakın çevresinden Haldun Dormen’i tanıyan, öğrencisi olmuş onlarca kişiyle konuşulması gerek. Gerçekten de belgesele katkı veren çok sayıda isim var. Halit Ergenç’ten, Ayça Bingöl’e uzanan önemli isimler görüş belirtiyor, anılar anlatıyor. Yıldız Kenter gibi yakın zamanda kaybettiğimiz sanatçılar ise daha önce alınmış ses kayıtlarıyla kurguya dahil edilmiş.

Belgeseli Selçuk Metin ve Zeynep Meriç hazırlamış. Daha önce Netflix’te izlediğimiz Metin Akpınar belgeseli “İyi Ki Yapmışım”ı da birlikte kotarmışlardı. Aralarındaki uyum hissediliyor.  İki belgeselin adları da birbirine benziyor. “Yaparsın Şekerim”de biraz daha etkili bir kurgu var. Dormen’le ilgili konuşanların çokluğundan da kaynaklanıyor bu. Daha hızlı, hareketli bir akış oluşturmaya çalışmışlar. Özellikle girişte konuşanlardan seçilen cümleler art arda dizilerek doğal bir jenerik oluşturulmuş. Yalnız senarist Zeynep Meriç’in bazen araya girip sorular sorması fazla geldi bana. Belgeselin doğal bir akışta ilerlemesi daha uygun bence. Haldun Dormen oyunlarına müzikler hazırlayan Serpil Günseli belgeselin müziklerini yapmış. Ama özellikle ikinci yarıdan itibaren müzik arka planda kendi kendine dönüp duran etkisiz bir unsura dönüşüyor. Ve eldeki malzeme de çok olunca biraz uzayan, ritmi düşen bir yapı hissediliyor. Dormen hakkında konuşan sanatçılar çoğu kez benzer şeyler söylüyorlar. Söyleşilerde yakalanan çok samimi bir üslup var, bu yüzden herkes büyük bir şevkle, dostlukla konuşmuş. Kurguyu da yapan Selçuk Metin sanırım hepsini atmaya kıyamamış. Bu yüzden tekrar eden bilgiler, anlatımlar mevcut.

Bir de bu tip belgesellerde dönem koşulları içinde sanatçının yerine değinmek çok önemli. Hele de bizim gibi siyasi ve sosyal açıdan karışık bir ülkede, tiyatro gibi son derece güç biçimde ayakta kalabilen bir sanat dalı ele alınıyorsa dönemin tarihsel koşullarına daha geniş yer vermek gerekebilir. Yaparsın Şekerim’in eksiklerinden biri de bu konulara çok girmemesi. Daha çok Haldun Dormen’in kişiliği etrafında bir örüntü var. Tiyatro yaşamı dışında özel hayatına da değiniliyor, olabildiğince bütüncül biçimde bir sanatçının kişiliği sunuluyor. 

Yine de süresine karşın pek çok anı keyifle izlenen, Haldun Dormen’le ilgili ilk elden bilgilenebileceğiniz başarılı bir çalışma olduğunu söyleyeyim. Özellikle de son jenerikte katılımcıların esprili yaklaşımlarının belgeselde yer bulması çok güzel olmuş. Dilerim Netflix gibi platformlar bu tip projelere daha çok eğilirler. Çünkü belge, bilgi, kayıt konusunda yetersiz bir tarihsel sürece sahip olduğumuz için nice sanatçının, değerli ismin hatıralarından mahrumuz. Umarım bundan sonra bu tip biyografi  belgeselleri de çoğalır.