Dünyayı değiştirmek için yüreğini ortaya koyan yazarlardan biridir Tezer Özlü. Bu cesur genç kadının yazılarında yaşadığı toplumun gerçeklerini insanların yüzüne nasıl çarptığını yazar İnci Gürbüzatik şöyle açıklıyor: “18 Kasım 1980 tarihinde ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ kitabını anne babasına imzalarken yazdıkları kitabın yazılış felsefesini, amacını, önemini yeterince anlatıyor. Başka söze ne gerek. Dünya’yı değiştirme hayalleri 68 kuşağının hayalleri değil miydi? Hala aynı hayalin peşinde değil miyiz? ‘Anneciğim, babacığım. / Yazdıklarımı kimse üstüne alınmasın. / Dünya’yı biraz olsun değiştirmek istiyoruz. / Tezer Özlü Kral’” Tezer Özlü’nün kitaplarını okurken hayretle aynı şeyleri düşündüğünüzü ama bir türlü dile getirme cesaretini kendinizde bulamadığınızı fark ediyorsunuz. Tezer Özlü sanki içimizde var olan ve kendimizden ustaca sakladığımız duyguları yüzeye çıkaran bir işaret fişeği gibi dili kullanıyor. Doğru sözcüklerle okuyanı kalbinden yakalıyor ve bu cesur yüzleşme insanı derinden sarsıyor. Bundan dört gün önce, 13 Şubat’ta geçirdiği kalp krizi sonucunda aramızdan ayrılan Demir Özlü’nün acısı içimizde, kız kardeşi Tezer Özlü’yle ölüm tarihlerinin ne kadar yakın olduğunu düşünmekten kendimizi alamıyoruz.  Tezer Özlü 10 Eylül 1943’de Simav’da doğuyor. Çocukluğu Simav, Ödemiş ve Gerede’de geçiyor. Sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a göçüyorlar. Göçebe kimliği ileriki yıllarda gezgin kimliğine dönüşüyor. Daha liseyi bitirmeden ablası Sezer Duru ile otostop yaparak ağabeyi Demir Özlü’nün yanına Paris’e gidiyorlar. Avrupa’yı dolaşıyorlar. Daha önce bir okul gezisiyle Viyana’ya gitmiş olan Tezer Özlü seyyahlığı seviyor. Bu göçebelik ve seyyah olma hali daha sonra yazılarında “gitmeklik” olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürekli yerinde duramama hali, sürekli bir yerlere gitme arzusu aslında yazarın “kendisinden kaçma isteği olarak” dile geliyor. Bu “kendinden gitme isteğini” ömrünün son yıllarında yazdığı yazılarda kağıda dökecektir. O çok derinlikli yazıların altında aslında kırılgan bir ruh yatıyor. Gençlik yıllarında geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967-1972 yılları arasında İstanbul'da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kalıyor. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını, klinikte kaldığı bu dönemleri “Çocukluğun Soğuk Geceleri” kitabında anlatıyor. Duygu durum bozukluğu olarak bilinen bu hastalık dünyayı daha farklı açılardan görmesini sağlıyor. Yoksa koloniler içine sıkışmış telaşlı küçük karıncaların saçma, anlamsız koşuşturmasını başka nasıl anlatabilirdi? Bütün o saçmalıklara, o anlamsız burjuva geleneklerine dayanmak başka nasıl mümkün olabilirdi? Yazıların ruhuna yansıyan derin depresyonu, insanın canını yakan hüznü, gündelik hayatı ve sıkıcı küçük, olayları sıradan insanlardan farklı olarak daha incelikli nasıl görebilir ve anlatabilirdi? Bütün bunları son derece sade ve vurucu bir dille kaleme aldığı kitaplarında insanı sarmalayan derin bir hüzün duygusuyla okuyoruz. Tezer Özlü hayatı boyunca kendisini “hiç kimse” olarak hissediyor. Bu bir çeşit tutunamayan haliyle bütün hiç kimselere şöyle sesleniyor: “Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur” Bu tanımlama, toplumdaki bütün tutunamayanların, bütün dışlananların, yok sayılanların bir başkaldırısı, bir karşı manifestosudur. Belki de bu yüzden bu kadar çok seviyoruzdur Tezer Özlü’yü. Sürekli yaldızı parlatılan başarı hikayelerine inat milyonlarca “hiç kimsenin” sesi olabilmesindendir. Bu onu zamansız kılar ve sesini bütün zamanlarda duyurur. “Hiçbir yere” ve “hiç kimseye” ait olmayan bu özgür ruh, 18 Şubat 1986’da Zürih’te aramızdan ayrılırken gürültülü gerçekliğimizin üzerine soru işaretlerinden oluşan bir yıldız tozu serpti. Sonra yıldızlara doğru uçup yıldız oldu. Geride yüreğimize kazınan sözcükler bıraktı.