İlerleyen aydınlığın içindeyim 

Ellerim iştahlı, dünya güzel. 
                    Gözlerim doyamıyor ağaçlara 
                    Ağaçlar öyle ümitli, öyle yeşil. 
Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arasından 
Mapushane revirinde penceredeyim. 
                    Duymuyorum ilaçların kokusunu, 
                    Bir yerlerde karanfiller açmış olacak. 
İşte böyle Laz İsmail, 
Mesele esir düşmekte değil, 
Teslim olmamakta bütün mesele!      

N.Hikmet 

 

İki satır şiir okumalı Nazım’dan en umutsuz düşülen anlarda. Bunu bilir bunu söylerim. Derdim bir şiirin ya da edebiyatın koynuna sığınıp dünya sorunlarından sıyrılmak değil. Aksine “yaşamın ve yaşamın içerisindeki sorunların tam da kendisine, özleme, umuda, kavgaya, insana dair bir mevzidir Nazım” diye düşündüğümden söylerim bunu. Böyle düşünürüm, çünkü Tanya’ya seslendiği şiirinde insanlığa dair belki de şimdiye kadar yapılmış en güzel tarifleri görürüz fikrimce. Bu tarif yaşamın içerisinde adalet, eşitlik ve özgürlük fikrine dair önemli bir referans noktasıdır. “Seninkiler, bizimkiler, bütün namuslu dünyanınkiler” derken yaşamın içerisindeki gerçek hak sahiplerine seslenişi insana dair en samimi ifadelerdir. Evet evet safını “bütün namuslu dünyanınkilerin” yanında tutan herkes teslim olmamanın haklı gururuyla tekrar tekrar kaybolmalı onun şiirlerinde. Esir düşmenin olağanlığını ve teslim olmamanın yüceliğini bir kez daha anlamak için…  

Uzunca bir zamandır bu gerçeğin belki de en acı biçimleriyle yaşandığı süreçleri atlatıyoruz hep birlikte. Teslim olmama tavrının ölümle terbiye edilmeye çalışıldığı karanlık zaman dilimlerinden bahsediyorum. Öyle ki hangimizin başına ne zaman ne gelebileceğini kestirmenin neredeyse imkânsız olduğu, toplumsal alana bir paranoyanın hâkim kılındığı, ayda bir patlayan bombalarla yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği bir memlekette her halde günlük yaşamın içerisinde olabilecekleri kestirmenin güç oluşunun doğallığını anlamak güç olmasa gerek.

Politik alanda yaşanan gelişme ve gerilimlerin bir yansıması olarak aslında her biri özü itibariyle politik niteliklere sahip olan kadın cinayetleri, tecavüzler, futbol sahalarına kadar inen linçler yaşamı teslim olmayanlar açısından daha zor ve sorumluluklarla yüklü bir hale getiriyor. Tıpkı Nazım’ın yukarıdaki şiirde dediği gibi esir düşme meselesinden ziyade teslim olup olmama meselesine denk düşmektedir bu yüklü sorumluluklar karşısında nasıl konumlandığımız. Salt bu noktada bir tercihtir takınılan tavır. İnsani değerlere sahip çıkabilmenin aslında basit ama bir o kadar da elde edilecek siyasal ve ekonomik ranta bağlı olarak zor hale geldiği bu türden zamanlarda herkes açısından dost da düşman da nettir artık. Yani artık gri yoktur, siyah ya da beyaz olma meselesidir yaşam. Gri olmanın izdüşümü olan liberalliğin de iflasıdır bu süreç. YETMEZ denilen şeye EVET dememek gerektiğinin beyinlere ölüm ve kanla kazındığı zamanları geride bıraktık.

Şimdi umutsuzluğu alt etmenin zamanıdır aslında. Yalnızca küçük bir takım çıkarlar uğruna olup biten her şeyi görmezden gelenlerin, görüp de sessiz kalanların, sonuçlarını bilmelerine rağmen yarattıkları zulümde bilinçli bir şekilde ısrar edenlerin karşısında umut en başta muhafaza edilmesi gereken şey olsa gerek. Öyle ya şimdiye kadar yok edilemeyen tüm şiirler, şarkılar ve diğer sanat eserleri tarihin tüm dönemlerinde diz çökmeyenleri ve umudu yitirmeyenleri anlatmaktadır. Başlarken ifade etmeye çalıştığım buydu biraz da; o yüzden umuda Nazımla bağlanmalı biraz, ya da mesela Sabahattin Ali ile yaşama biraz daha anlam katmalı belki, Spartaküs’ü anlayıp, Tanya’yı tanımalı. Anlatılan bizim hikâyemizdir çünkü. Tüm insanlığın koskoca serüveni içerisinde insana ve doğaya yaraşır olanın tarifidir. Dünü unutmadan, bugünü görerek, yarına bir nefes taşımanın yol haritasıdır.

Uzay çağı dedikleri zamanlardır hala köle pazarlarında kadınların satıldığı. Tarihin sonu tezleri ile kapitalizmin nihai zaferinin ilan edildiği yılların da üzerinden hayli zaman geçti. Ve tarihin sonu denilen şeyin bütün bir insanlığın sonunun tarifi olduğunu anlamamız için yeteri kadar somut gelişme ile sarılı dört yanımız. Dik durmak, teslim olmamak gibi erdemli davranış biçimleri bir yanımızda daha belirgin bir halde dururken koca bir karanlık tüm insani değerleri ve yaşam hakkını yutmak için diğer yanımızda bekliyor. Tercih elbette hepimizin… Yarının güzel günleri de öyle olsun.